Şizofreni üstüne detaylı bir yazı okuyacaksınız. Önemli akıl hastalıkları, yazılı tarih boyunca insanların kafasını karıştırmış, korkutmuş ve kızdırmıştır. Akıl hastalığı olanlar, onları cezalandıran ve ızdıraplarını artıran uygulamalara maruz kalmışlardır. Çok yakın bir geçmişte bu konuya farklı bir yönden bakılarak, biraz anlayış geliştirilmiş ve günümüze yine çok uzak olmayan tarihlerde etkili tedavi yöntemleri bulunmuştur.
Aşağıdaki bilgiler Amerikan Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü'nün, 02-3517 (1999, 2002) numaralı Ulusal Sağlık Enstitüsü Yayını'ndan alınmıştır.
Şizofreni nedir?
Şizofreni, kronik, ciddi ve kuvvetten düşüren bir beyin hastalığıdır. Nüfusun yaklaşık yüzde 1'inde yaşamlarının bir döneminde şizofreni gelişmektedir -herhangi bir yaşta 23 milyonu aşkın insan bu hastalığa yakalanmaktadır-.
Şizofreninin görülme sıklığı, kadınlarda ve erkeklerde eşit olmakla birlikte, hastalık, erkeklerde çoğunlukla kadınlardan daha erken, genellikle onlu yaşların sonunda veya yirmili yaşların başında ortaya çıkmaktadır. Kadınlarda ise genellikle yirmili yaşlarda veya otuzlu yaşların başında görülmektedir. Şizofrenili kişilerde çoğunlukla başkaları tarafından işitilmeyen seslerin işitilmesi, zihinlerinin başkaları tarafından okunduğuna inanma, düşüncelerinin kontrol edilmesi ya da kendilerine zarar verecek entrikalar kurulması gibi korkutucu semptomlar bulunur. Bu semptomlar onları korkutabilir ve içlerine kapanmalarına neden olabilir.
Konuşmaları ve davranışları, başkaları tarafından anlaşılmayacak kadar karmaşık olabilir ya da başkalarını korkutabilir. Mevcut tedaviler birçok semptomu ortadan kaldırmaktadır. Fakat çoğu şizofrenide bazı semptomlar yaşamları boyunca varlığını sürdürür; tamamıyla iyileşme gösterenlerin oranının beşte birden fazla fazla olmadığı düşünülmektedir. Bugün şizofrenili kişiler ve aileleri için umutların olduğu bir zamandır. Araştırmalar giderek hastalığın karmaşık nedenlerini çözmekte, yeni ve daha güvenli ilaçlar geliştirilmesini sağlamaktadır. Bilim insanları şizofreniyi anlamak için birçok moleküler genetik yaklaşım kullanmaktadır. Beynin yapısını ve fonksiyonlarını görüntüleme yöntemleri, bu hastalığa yeni bakışlar sağlamak için umut vermektedir.
İlk şizofreni ilaçları
Şizofreni tedavisi için ilk antipsikotik ilaçlar 1950'lerin ortalarında geliştirilmiştir. Bu ilaçlar hastalara daha olumlu bir gelecek sunmaktadır. İlaçlar hastalığın psikotik semptomlarının tedavisinde yararlı olmakla birlikte, hastanın, hastane dışında kalmasına ve faaliyetlerine devam etmesine imkan vermektedir. Antipsikotik ilaçlar, günümüzde mevcut olan en etkili tedaviyi sağlarlar. Ancak şizofreninin tam anlamıyla "iyileşme"sinde ya da gelecekte yaşanabilecek kriz dönemlerini önceden engellemekte yetersiz kalmaktadır.
İlaçların çeşidi ve dozajı, sadece, akıl hastalıklarının tedavisi konusunda eğitim almış uzman hekimler tarafından belirlenebilir. Birçok hasta hiçbir yan etki geliştirmeden oldukça farklı dozlarda ilaçlar tedavi olabildiğinden, her hasta için ayrı bir doz uygulaması bulunmaktadır.
Şizofreni hastalarının büyük çoğunluğu antipsikotik ilaçlarla tedavi edildiklerinde büyük bir düzelme göstermektedirler. Ancak bazı hastalara ilaçlar pek yardımcı olmamakla ve hasta ilaç tedavisine gereksinim duymamaktadır. Hangi hastaların bu iki gruba gireceğini öngörmek ve onları, antipsikotik ilaç tedavisinden gerçekten yarar gören büyük hasta çoğunluğundan ayırt etmek zordur.
1990'lı yıllardan bu yana birçok yeni antipsikotik ilaç (atipik antipsikotik) piyasaya çıkmaktadır. Bu ilaçların ilki olan klopazin (Clozaril), diğer antipsikotik ilaçlardan daha etkilidir. Fakat, özellikle agranülositoz (hastalıklarla savaşan akyuvarların kaybına neden olan durum) gibi ciddi yan etkilere neden olabilmektedir. Bu nedenle bu ilacın kullanıldığı süre içinde hastalara, her hafta ya da iki haftada bir kan testi yaptırılır. Daha yeni antipsikotik ilaçlar olan risperidon (Risperdal) ve olanzapin (Zyprexa), kendilerinden önceki ilaçlardan ve klopazinden daha az yan etkisi olan ve daha iyi tolere edilen ilaçlardır. Bununla birlikte günümüzde hala birçok antipsikotik ilaç geliştirilmektedir.
Antipsikotik ilaçlar genellikle şizofreninin halüsinasyonlar ve delüzyonlar (heyezanlar) gibi belirli semptomlarının tedavisinde etkiliyken, duygusal dışavurum ve motivasyon eksikliği gibi semptomların tedavisinde yetersiz kalmaktadır.
Hastalar ve aileleri, bazen şizofreni tedavisinde kullanılan antipsikotik ilaçlar konusunda endişeye kapılırlar. Yan etkilerine ilişkin endişelerin yanı sıra, bu ilaçların bağımlılık yaratabileceğinden de kaygılanabilirler. Ancak, antipsikotik ilaçlar bunları kullanan kişilerde bir "çoşum" (öfori) ya da bağımlılık davranışına neden olmamaktadır.
Şizofreni ilaçlarının yan etkileri
Antipsikotik ilaçlar hakkındaki bir başka yanlış kanı, bunların bir tür zihin kontrolü ya da bir "kimyasal deli gömleği" olarak işlevi gördüğüdür. Eğer uygun dozajda kullanılırsa, antipsikotik ilaçlar kişileri"nakavt" etmez ya da özgür iradelerini ellerinden almaz. Bu ilaçlar sakinleştirici etkiye sahip olabilseler de bu etki, -özellikle hasta oldukça ajiteyse- tedavinin başında etkili olabilse de, bu ilaçların yararlığı sakinleştirici etkisinden değil, bir psikotik atağın varsanılar, ajitasyon, zihin bulanıklığı ve sanrılarını azaltma yeteneğinden kaynaklanmaktadır. Bu şekilde, antipsikotik ilaçlar, sonuçta, şizofreni hastasının dünyayla daha mantıklı olarak başa çıkmasına yardımcı olmaktadır.
Antipsikotik ilaçlar, hemen hemen tüm ilaçlar gibi, yararlı etkilerinin yanında istenmeyen etkilere sahiptir. İlaç tedavisinin erken dönemlerinde, hastalar, sersemlik, huzursuzluk, kas spazmları, titreme, ağız kuruluğu ya da bulanık görme gibi yan etkilerden sıkıntı yaşayabilir. Bunlar çoğu, doz düşürülerek düzeltilebilir ya da diğer ilaçlarla kontrol altına alınabilir. Farklı hastalarda çeşitli antipsikotik ilaçlara farklı tedavi yanıtları ve yan etkiler görülür. Bir hastanın bir ilaçtan aldığı sonuç bir diğerinden daha iyi olabilmektedir.
Antipsikotik ilaçların uzun dönemli yan etkileri dikkate değer ölçüde daha ciddi bir sorun yaratabilir. Tardif diskinezi, büyük çoğunlukla ağız, dudaklar ve dili, bazen de gövde ya da kol ve bacakları etkileyen istem dışı hareketlerle belirgin bir bozukluktur. Uzun yıllardır eski antipsikotik ilaçları kullanan hastaların yüzde 15'i ila 20'sinde görülür;ancak tardif diskinezi bu ilaçlarla daha kısa süreyle tedavi edilmiş hastalarda da gelişebilmektedir. Çoğu olguda, tardif diskinezi semptomları hafiftir ve hasta, hareketlerinin farkında olmayabilir.
Psikososyal yaklaşımlar akut psikotik hastalar (gerçeklikten kopmuş ya da varsanılar ve sanrıların önde geldiği hastalar) için sınırlı bir değere sahip olmakla birlikte, daha düşük şiddetli semptomları olan hastalar ya da psikotik semptomları kontrol altında olan hastalar için yararlı olabilir. Şizofreni hastaları için birçok psikososyal tedavi şekli mevcuttur. Bunların çoğu, hastanın hastanede, toplum içinde, evde ya da işte sosyal işlevselliğinin iyileştirilmesi üzerine yoğunlaşmaktadır.