Sovyetler Birliği: Nasıl Kuruldu ve Neden Yıkıldı?

Yazar Burcu Kara
sovyetler birliği
Sovyetler Birliği'nden bir propaganda posteri.

Bir zamanlar SSCB'yi oluşturan birçok ülke ve bölgeyi kapsayan bu büyük imparatorluğun nasıl ortaya çıktığı ve sonunda yıkılışına neyin yol açtığına dair kısa bir tarih bilgisi paylaşmanın yararlı olacağını düşündük. Elbette konu, aşağıdaki 1.300 küsur kelimelik anlatıdan çok daha derin ve karmaşıktır ancak amacımız bu yazıyı kısa tutmak ve sadece genel bir bakış sağlamak.

Sovyetlerin kökeni komünizmin doğuşu

Her şey 1848'de Alman filozoflar ve sosyal bilimciler olan Karl Marx ve Friedrich Engels'in Londra merkezli devrimci sosyalistler grubu Komünist Birlik için Komünist Manifesto'yu yazmasıyla başladı. Marx ve Engels Manifesto'da 19. yüzyıl Avrupa'sındaki kapitalizmin sonunda kendi kendini yok edeceğini ve yerini işçilerin tüm üretim araçlarına ortaklaşa sahip olduğu ve yararlandığı işçi liderliğinde bir hükümetin alacağını savundu. Özel mülkiyetin kaldırıldığı ve "her herkesin yeteneklerine ve ihtiyaçlarına göre katkıda bulunduğu ve katı aldığı" komünizm doğmuş oldu.

Güç yozlaşmaya meyillidir ve mutlak güç mutlakiyetle yozlaştırır. Otoriteyi değil nüfuzu uyguladıklarında bile büyük adamlar neredeyse her zaman kötü adamlardır, ve otoritenin yolsuzluk eğilimini veya kesinliğini eklediğinizde daha da fazladır.

Tarihçi Lord Acton, 1887.

Rus Devrimi ve Vladimir Lenin

Komünizm kavramı yıllarca bir kenarda durdu. Ta ki Rus Bolşevik devrimci partisi üyesi olan ve daha çok Lenin olarak bilinen Vladimir İlyiç Ulyanov Rusya'da bir proletarya (işçi sınıfı) ayaklanması başlatana kadar. Hedefinde Çar II. Nikolay tarafından yönetilen aristokrat monarşist hükümet vardı. Çar iktidardaki Romanov ailesinin üyesiydi. 1917'de Rusya kargaşaya girmiş durumdaydı ve Vladimir Lenin, Romanov hanedanının devrilmesini planlıyordu. Önce II. Nikolay'a tahttı bıraktırdı ve sonra da suikasta uğramasını sağladı.

Lenin ve Bolşevikler sonraki birkaç yıl içinde Rus Devrimi'ni pekiştirdiler. Hem Rusya'da hem de Rus "kolonileri" olan Kazakistan, Kırgızistan, Moldova, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan'da bölgesel konseyler kurarak bunlara "sovyetler" dediler.

Bolşevikler komşularını da unutmadı ve Transkafkasya cumhuriyetleri (Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan), Ukrayna ve de Beyaz Rusya ile antlaşmalar imzalayarak benzer devrimleri uygulamaya başladılar. Rusya 1924'te 12 cumhuriyeti içeren SSCB Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'ni kurdu. II. Dünya Savaşı sırasında birliğe Estonya, Letonya ve Litvanya'nın Baltık devletleri eklendi ve toplam sayı 15 ülkeye ulaştı.

Josef Stalin yönetiminde Sovyetler Birliği

1988'de Perestroika için hazırlanmış bir propaganda posteri, şöyle der: "Yeniden yapılanma, kitlelerin canlı yaratıcılığına güvenmektir."
1988'de Perestroika için hazırlanmış bir propaganda posteri, şöyle der: "Yeniden yapılanma, kitlelerin canlı yaratıcılığına güvenmektir."

Lenin 1924'te öldüğünde kısa bir iktidar mücadelesi yaşandı ve daha sonra görevi Gürcü Josef Stalin aldı. Ve böylece Sovyetler Birliği tarihindeki en karanlık dönem başladı. Stalin'in Leninist-Marksizm yorumu sırasıyla 1932-33 kıtlığına, gulag olarak bilinen zorunlu çalışma kamplarının hızla artmasına, çoklu siyasi tasfiyelere (özellikle de 1936-38'deki Büyük Temizlik) yol açtı. 1937'de totaliter bir devletin resmi diktatörü oldu. Tamamen kendini yüceltmekle takıntılı bir kişilik kültüydü.

Halka açık yerlerdeki milliyetçi heykellerde büyük artış yaşandı; devlete ait basın kendisini sürekli övdü ve giderek yardımsever ve şefkatli bir baba figürüne çevirdi; edebiyat, resim, film ve müzikteki sanatsal eserlerin konusu oldu; caddeler, yerler ve coğrafi özellikler onun adını aldı ve Stalinist mimari olarak bilinen Gotik ve Barok biçimlere dayalı süslü ve görkemli bir mimari biçimi ortaya çıkarıldı.

Sovyetler Birliği'nin yükselişi ve Soğuk Savaş

Stalin'in 1953'teki ölümünün ardından görevi Georgy Malenkov aldı ancak yeni Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri pozisyonunu sadece 6 ay elinde tuttu. Yerine gelen Nikita Kruşçev neredeyse anında Destalinizasyon denilen süreci başlattı. Hedef Stalin'in itibarının ortadan kaldırılması ve Sovyetler Birliği'nin daha az baskıcı çizgilerle yeniden inşa edilmesiydi. Ancak Kruşçev'in tarım ve sanayi politikaları büyük ölçüde başarısız oldu ve 1964'te yerini Leonid Brejnev aldı. Brejnev 1982'de ölünce Yuri Andropov geldi ve o da iki yıl kaldıktan sonra 1985'te Konstantin Çernenko genel sekreter oldu. Çernenko'nun ölümü görevi Mikhail Gorbaçov'a aktardı ve kendisi farkında olmadan SSCB'nin dağılmasının mimarı oldu.

Kruşçev'den Mihail Gorbaçov'a uzanan 30 yıllık dönemde SSCB'nin birbirini ardına değişen liderleri, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'da kapitalizmin yükselişi ve buna bağlı olarak yaşam, eğitim, maddi zenginlik, tarımsal uygulamalar, teknoloji ve sağlık standartlarındaki gözle görülür iyileşme komünizmi gözden düşürdü. Neredeyse her sovyet lideri SSCB'nin geride kaldığı yönündeki algılara karşı çıkmaya çalıştı.

Örneğin Kruşçev, Sovyet mimarlarını Brutalist mimarinin dalı olan ve Sovyet Modernizmi olarak bilinen daha basit ve daha işlevsel tarzda binalar tasarlamaya ve inşa etmeye yönlendirdi. Sanattaki sansür de gevşetildi. Tıpkı Aleksandr Solzhenitsyn'in gulagda geçirilen bir hayatı tasviri olan ve 1962'de yayımlanan İvan Denisoviç'in Bir Günü gibi. Türkiye'de satılan eser Stalin'in gulaglarının bilinen en vahşi ve saf ifadesidir.

Leonid Brejnev, Kruşçev'in liberalleşme politikalarının çoğunu tersine çevirdi ve iktidarda olduğu 18 yıl boyunca tarım ve askeri politikalarını uygulamak için baskı ve korkuyu kullandı ve Stalinist modele geri döndü. Sözde Yumuşama'yı desteklemesine rağmen Avrupa ve ABD ile verilen Soğuk Savaş'ı hafifletmek için çok az gayret gösterdi çünkü halka bir düşman sunuyordu. Brejnev, SSCB'nin askeri gücüyle ilgilendi ve nükleer silahlar üretti. Tarımsal politikalar ve diğer üretim politikaları başarısız oldu ve Rusya ekonomisini durgunlaştırdı.

Diğer taraftan ne Andropov ne de Chernenko, Rusya'nın ekonomisine etki edecek kadar uzun süre iktidarda kalmadı. Rusya ve SSCB devletlerinin artık Batı Avrupa ve Kuzey Amerika'daki refahı hedeflemesi Sovyetlerin yıkılışını gören Mihail Gorbaçov ile oldu.

Perestroika ve glasnost

Gorbaçov sekizinci ve son Genel Sekreter olmadan önce Kruşçev'in Stalinizmden arındırma programının kesin destekçisiydi ancak tarihe 1986 Çernobil nükleer santral felaketi ve ardından yaşananları örtbas etmesiyle geçti. Rusya'nın ve tüm SSCB'nin sosyal reforma çok ihtiyacı olduğunu biliyordu ve 1985'te Genel Sekreter olduğunda perestroyka ve glasnost programını uyguladı.

Yeniden yapılanma anlamına gelen perestroyka, Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nin politikalarını ve uygulamalarını demokratik seçimlere dayanan ve farklı kültür ve dinleri baskıdan ziyade kucaklayan bir eksene getiriyordu. Batı serbest piyasa sistemini örnek alan reformlar buna dahildir. Açıklık ve şeffaflık anlamına gelen glasnost ise yerel ve ulusal programların yapıcı şekilde eleştirilmesini hükümetin her seviyesinde teşvik eden bir programdı; Stalin'in tek adam yönetiminde asla gerçekleşmemiş bir şey.

Sovyetler Birliği'nin çöküşü

Sıkı bir sosyalist olmasına rağmen Gorbaçov, glasnost'un sağladığı ifade özgürlüğü ve perestroyka'nın getirdiği yerleşik serbest piyasa reformları güçlenmezse SSCB'nin Batı'nın kapitalist sistemine karşı ayakta kalamayacağını hissetti. Komünizmi modern dünyaya uyarlamayı önerdi ancak bunda başarısız oldu. SSCB 6 yıl sonra 1991'de dağıtıldı ve tüm üye ülkeler özerk statülerine geri döndü.

Özerkleşme yaşanması şaşırtıcı değildi. Zira Türk ülkeleri Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan zaten 19. yüzyılda çeşitli zamanlarda Rusya tarafından ilhak edilmişti. Bolşevikler 1917'de iktidara geldiğinde Türk ülkelerinin komünist sovyet devleti haline gelmesi zoraki ve otomatik oldu. Bu nedenle Rus yönetimine ve özellikle de Türk kültürünün ve dilinin kaybolduğu Ruslaştırmaya her zaman kızgın kaldılar. Gorbaçov, perestroyka ve glasnost programlarını açıkladığında uydu devletlerin her biri bunu ulusal bağımsızlıklarını yeniden kazanma fırsatı olarak gördü ve ulusal düzeyde reform yapmaya başladı.

Aynı durum diğer Sovyet devletlerinde (Transkafkasya cumhuriyetleri, Ukrayna ve Beyaz Rusya) ve özellikle II. Dünya Savaşı'ndan sonra Rusya'ya atanan üç Baltık devletinde de yaşandı. SSCB'nin tamamı ayrılıkçı hareketle kaynıyordu ve ironik bir şekilde SSCB'nin gerçek kaderini belirleyen SSCB dışı bir devlet olan Doğu Almanya oldu. Doğu Almanya, II. Dünya Savaşının sonunda komünist kontrolüne girdi ancak Polonya, Macaristan, Romanya, Çekoslovakya, Arnavutluk ve Yugoslavya gibi Doğu Avrupa komünist devletleri SSCB'ye hiçbir zaman resmen kabul edilmedi.

Kasım 1989'da dünya, nefret edilen Berlin Duvarı'nın yıkılmasını ve Doğu Almanların Batı Berlin'e akmasını izledi ve böylece Almanya'nın yeniden birleşme süreci başladı. Tarihteki bu duygusal an diğer tüm SSCB ve uydu devletlere güç verdi ve 26 Aralık 1991'de SSCB'nin dağılması tamamlandı. Mihail Gorbaçov istifa etti ve ertesi gün Genel Sekreterlik ofisinin artık kaldırıldığını söyleyerek Rusya Devlet Başkanı pozisyonunu Boris Yeltsin'e devrettiğini açıkladı. Yeltsin 2007'de öldüğünde, Vladimir Putin Başkan oldu ve bugüne kadar hala öyle.

Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından

Ukrayna gibi ülkelerde yoğun şekilde uygulanan Destalinizasyon'a rağmen SSCB'yi oluşturan orijinal 15 ülkenin tamamında bugün komünizmin birçok izini görmek mümkün: Lenin ve Stalin gibi liderlerin heykelleri, Rusya'yı ihtişamlı gösteren milliyetçi anıtlar, hem Stalinist hem de Sovyet Modernizmi tarzında binalar (çoğu artık çürüme durumunda), işçileri ve askeri personeli yücelten bas rölyef, mozaik ve tablo gibi sanatsal çalışmalar ve müzeler bunlar arasında. Özellikle de Stalin'in Gürcistan'daki doğum yeri olan Gori'de bulunan ve acımasız lideri yücelten Stalin Müzesi gibi.

Marx ve Engels, SSCB'nin büyümesi ve gerilemesine dair ne düşünürdü bilinmez ancak şüphe yok ki her ikisi de komünizmin ileriye giden tek yol olduğuna inanmasına rağmen iktidarın ve iktidarın etkilerinin pragmatik yönlerini hesaba katmakta başarısız oldular. Tarihçi Lord Acton, Nisan 1887'de, Marx ve Engels'in Komünist Manifesto'yu yazmasından 39 yıl sonra Piskopos Creighton'a gönderdiği bir mektupta şu meşhur sözü söyledi: "Güç yozlaşmaya meyillidir ve mutlak güç mutlakiyetle yozlaştırır. Otoriteyi değil nüfuzu uyguladıklarında bile büyük adamlar neredeyse her zaman kötü adamlardır, ve otoritenin yolsuzluk eğilimini veya kesinliğini eklediğinizde daha da fazladır."