Robot nispeten yeni bir kavramdır. Terim, 1921'de Çek yazar Karel Capek tarafından R.U.R adlı eserinde ortaya atıldı ve insanlar için çeşitli görevleri yerine getirebilen makine olarak tanımlandı. Selefleri olan otomatlar (Yunanca automata "kendi kendine çalışan mekanik cihaz") antik çağlardan beri arzu ve hayranlığın nesnesi olmuştur. Leonardo Da Vinci gibi tarihin en büyük mucitleri bu muhteşem icatlara olan şaşkınlığımızı kat ve kat yükseltti.
Cezeri otomatları
Bilinen otomatların en eski örnekleri İslam dünyasında 12. ve 13. yüzyıllarda ortaya çıktı. Arap bilge El-Cezeri her biri gelişmişliğiyle dikkat çeken en önemli otomatlarından bazılarını 1206'da tanımladı: Otomatik şarap dağıtıcısı, sabun ve havlu dağıtıcısı ve su gücüyle çalışan orkestra-otomatı gibi. Bu son icadının işlevi gölet veya çeşme üzerinde yüzerken sunduğu müzikle parti ve ziyafetlere canlılık katmaktı.
Dübelleri olan döner bir tamburu vardı ve su aktığında hareketine başlardı. O da manivelayı hareket ettirir ve manivelanın hareketi farklı sesler üretirdi. Her dübel bir müzik notasından sorumlu olduğundan başka bir melodi üretmek için değiştirilebiliyordu. Bu yüzden tarihteki ilk programlanabilir makinelerden biri olarak kabul edilir.
Büyük Türk satranç oyuncusu
Tarihin en ünlü otomatı aslında bir "düzenbazdı". 1769'da Macar aristokrat Wolfgang von Kempelen bugün kıyafetleri nedeniyle Türk olarak bilinen tahtadan heybetli bir satranç oyuncusu büstü yaptı. Üzerinde satranç tahtası olan büyük, kapalı bir ahşap masanın (karmaşık dişliler, kablolar ve makara sistemini barındıran) arkasında dururdu. Otomat kısa sürede Avrupa'nın en seçkin salonlarında ve oditoryumlarında düzenlenen sergi turlarında ün kazandı; Napolyon Bonaparte gibi seçkin katılımcılara meydan okudu ve her zaman yendi.
Mekanik Türk olarak da bilinen otomat satranç oyuncusu diğer otomatların aksine belirli hareketleri tekrar etmiyor, aslında oyunun nasıl oynanacağını biliyordu. Bu da hayranlık uyandırdı ancak aynı zamanda şüphelere yol açtı. Von Kempelen 1790'da eserini aniden söktü ve böylece bir daha 30 yıl görülemedi.
Mucidinin ölümüyle birlikte Mekanik Türk Alman öğrenci Johann Maelzel'e satıldı ve o da onu Avrupa ve Amerika'da sergilemeye başladı. Her yeni zaferle birlikte şüpheler arttı. Gösterilerden birine katılan yazar Edgar Allan Poe büstün içinde gerçek bir oyuncu olması gerektiğini yazdı.
Poe yanılsa da tahmini çok uzak değildi. Otomatın yenilmezliğinin püf noktası masadaki mekanizmanın arkasına gizlenmiş gerçek satranç ustasında gizliydi. Gerçek, projede yer alan isimlerden birinin 1837'de sistemi basına ispiyonlaması ile ortaya çıktı. Masaya giren kişi kayar panellerden oluşan ustaca bir sistem sayesinde gözlerden gizli kalıyordu.
Manyetik parçalar sayesinde masanın içindeyken baş aşağı görünen oyunu normal bir şekilde oynayabiliyordu. Mafsallı bir cihaz ile Mekanik Türk'ün kollarını kontrol ederdi. Gerçek ortaya çıktığında Mekanik Türk söküldü ve depoya kaldırıldı. Orada 1854'te çıkan bir yangında yok oldu.
Jaquet Droz'dan otomat çocuklar
Otomatlar, saat mekanizmalarının geliştirilmesi sayesinde cihazların minyatür hale gelmesinin mümkün olduğu 18. yüzyıl Avrupa'sında en ihtişamlı günlerine ulaştı. En ünlü otomat üreticilerinin çoğu bu nedenle aynı zamanda tanınmış saat ustalarıydı. Örneğin İsviçreli usta Pierre Jaques-Droz, 1768 ile 1774 yılları arasında olağanüstü karmaşıklıkta üç otomat inşa etti.
Küçük Yazar, Küçük Ressam ve Küçük Müzisyen olarak bilindiler çünkü sadece 60 santimetre boyundaydılar. "Kodlanmış" disk sistemi (delikli kenarlı) ve yüzlerce hareketli parça sayesinde kendi boyutlarında bir orgla müzik çalabiliyor, gerçek mürekkep ve kağıtla ayrı ayrı harfler yazabiliyor ve hatta çizim yapabiliyordu.
Gümüş kuğu
1773'te mucit, saatçi ve enstrüman yapımcısı John Joseph Merlin gerçek boyutlu bir otomat kuğu yaptı. Devreye girdiğinde nefis bir müzik çalıyor ve başını iki yana kaydırıyor, sırtının tüylerini düzeltiyor ve küçük bir balığı yakalamak üzere suyun üzerine eğiliyordu. Son derece şaşırtıcı ve ayrıntılı bir gösteriydi. Otomatın iç kısmında nehrin yatağını, müzik kutusunu ve kuğunun hareketlerini bağımsız olarak kontrol eden üç saat mekanizması vardı.
Yaklaşık bir asır sonra, 1867'deki Evrensel Paris Sergisi'nde gösterildiğinde sansasyon yaratmaya devam etti. Mark Twain, The Innocents Abroad adlı kitabında şöyle dedi: "Hareketiyle ilgili canlı bir zarafete ve gözlerinde yaşayan bir zekaya sahip gümüş kuğu gördüm …". Kuğu Paris'te milyoner Bowes çiftini de büyüledi ve 1882'de müzelerinin sembolü yaptılar. Bugün hala çalışmaktadır.
Da Vinci icat eder, NASA inşa eder
12 Temmuz 1515'te Giuliano de Medici (bkz: Medici Hanedanı) yeni taç giyen Fransa Kralı I. François'e inanılmaz bir mekanik aslan sundu. Ustaca hazırlanmış olan cihaz orada bulunanların hayranlığı karşısında odayı geçti ve hükümdarın önünde durarak bir buket zambak sunduğu göğsünü açtı. Otomat aslan amblemi aslan olan Floransa ailesi ile amblemi zambak çiçeği olan Fransız ailesi arasındaki yakın ilişkiyi sembolize etmek için tasarlanmıştı. Otomat aslan Leonardo da Vinci tarafından 1509'da tasarlanmıştı ve daha önce halihazırda yaptığı bir çalışmaya öykünmüştü.
Da Vinci aslında ilk otomatını 1495 civarında tasarlamıştı. Zırhının içinde çark, dişli, kablo ve makara mekanizmaları barındıran silahlı bir mekanik şövalyeydi. 1950'de keşfedilen defterine ait eskiz ve çizimlere göre oturup ayağa kalkabiliyor, başını döndürebiliyor, kollarını çaprazlıyor ve kaskının siperliğini açabiliyordu.
Leonardo'nun tasarımını hayata geçirip geçirmediği kesin değil ancak NASA'nın yaptığı bir kopya sayesinde tasarımın çalıştığı biliniyor. ABD uzay ajansında bir mühendis olan Mark Rosheim, 2002 yılında bu çizimleri temel alarak otomatı kopyaladı ve NASA robotları üzerinde yaptığı çalışmalarda Leonardo'nun bazı fikirlerini uygulayarak tasarımının mükemmelliğini de ortaya koydu.
Vaucanson'ın sindiren ördeği
Fransız mucit Jacques de Vaucanson'ın (1709-1782) en ünlü üç kreasyonu 1738'de gün yüzünü gördü ve tasarımları onu tüm zamanların en büyük otomat yapımcılarından biri yaptı. İki tanesi gerçek boyutta inşa edilmiş çoban görünümlü otomatlardı ve gerçek çalgılar ile çeşitli şarkılar çalıyorlardı.
Üçüncüsü ve en ünlüsü 400'den fazla hareketli parçadan oluşan karnı açık bakır ördek "Sindiren Ördek"di. Parçalar ördeğin ses çıkarmasını, kanat çırpmasını, içmesini, tahıl yemesini ve sindirmesini sağlıyordu. Hatta dışkılıyordu ve izleyenler tüm sindirim sürecini canlı görüyordu. Ne yazık ki satışlardan sonra üç mekanik cihaz da ortadan kayboldu veya imha edildi.
Hayranlık uyandıran çalışmasına rağmen Vaucanson bir başka otomat daha yapmadı. Ancak bir inanışa göre mucidin sonraki 40 yıl boyunca insan vücudunun tüm süreçlerini ve hareketlerini detaylıca taklit eden bir otomat üzerinde çalıştığına inanılıyor. Saplantısına rağmen zamanın teknolojisi ve malzemeleri ile kan dolaşımı, solunum, sindirim, kas ve sinir sistemi vb. bölümleri asla yapamazdı.