Edward Jenner ve çiçek hastalığı hakkında detaylı bir yazı. O eşi benzeri görülmemiş çiçek hastalığı felaketinden toplumları kurtarmak, insanlık tarihinde elde edilen en büyük başarılarından biri olarak görülür. Bilimsel deneyler, teknolojik gelişmeler ve uluslararası işbirliğiyle kazanılan bu başarının başlangıç noktası ise kadınların bilgeliğine ve bir annenin cesaretli girişimine dayanır. Son olarak, bu konudaki en büyük övgü, (İngiliz) Gloucestershire'lı doğabilimci ve bir cerrahın yanında çırak olan Edward Jenner'a (1749-1823) gider.
Edward Jenner ve Osmanlı yöntemi
Jenner odağını, inek çiçeğini (sığırlardan bulaşan çiçek hastalığını) gözlemleme ve bu konuda deney yapma üstüne yoğunlaştırmıştır. Kendisinin de üyesi olduğu Kraliyet Tıp Akademisi, çiçek aşısı denemesinin sonuçlarını içeren makalesini, "var olan ispatlanmış bilgilerle geliştiği" gerekçesiyle yayınlamayı reddetmiştir. Bunun ardından, Edward Jenner, 1798 yılında, kendi maddi imkanlarıyla, bu makalesini bir kitaba dönüştürerek yayınlamayı başarmıştır.
Bununla birlikte kendisinden çok önce, ineklerin de çiçek hastalığına benzer bir hastalığa tutulduklarını ve hasta ineklerin memelerinin çevresinin cerahatli sivilcelerle kaplandığını ve sütçü kadınların, ellerindeki çatlaklardan bu hastalığın ölmüş mikroplarını alarak bağışıklık kazandıklarını duymuştu; dahası Osmanlı sarayında çiçek aşısının yaklaşık 100 yıldır uygulanmakta olduğunu da biliyordu. Tüm bu bilgileri yayınladığı kitabında derleyerek kendi buluşu gibi göstermiştir.
Çiçek hastalığına, poxviridae grubundan variola adındaki bir virüs sebep olmaktadır. Hastalığın ilk defa MÖ 10000 yılında kuzeydoğu Afrika'daki eski tarım toplumlarında ortaya çıktığı düşünülmektedir. Virüs, bir metrenin milyarda biri büyüklüğünde olup ateş, önce yüzde ve gözlerde ve sonra tüm vücutta beliren kırmızı kaşıntılı izlerle birlikte sırt ve kas ağrısıyla kendini belli eder; ilerleyen evrelerde çoğunlukla körlüğe ve ölüme sebebiyet verir. Hastalığın ölümlü vaka oranı, genellikle %20-60 arasındadır. Hayatta kalanlarda genellikle körlük ve vücudun sol tarafında çirkin yara izleri görülür.
Bebeklerde ve 5 yaşın altındaki çocuklarda bu ölüm oranı %80-100 arasındadır. Çiçek hastalığının hafifletilmiş türü olan variola minor, çerisinde daha az öldürücü mikrop barındırır. Hastalıkla ilgili aşılamanın hiç olmadığı zamanlarda, bu hafifletilmiş türün, aynı zamanda bu hastalığa karşı bağışıklık yarattığına yaygın olarak inanılırdı. Bu düşünceden yola çıkarak, sağlıklı çocuklar ve yetişkinlerin cildine, bağışıklık kazanabilsinler diye, kabuk bağlayan sivilcelerin lezyonlarından hazırlanan sıvı sürülürdü. Bu işlemlerin gerçekleştiği sürece variyolasyon denmektedir.
Bununla birlikte Jenner'dan 100 yıl önce Çinliler, hastalıklı ineklerden aldıkları ölü pirelerden yaptıkları hapları, sağlıklı insanlara içirmişlerdir.
İstanbul'dan İngiltere'ye…
Uygulandığı bölgede hafif bir reaksiyona neden olan, çiçek hastalığına kısmi ya da tam bir bağışıklık sağlayan ve belirgin bir şekilde ölümlü vakaların oranını azaltan variyolasyon, yöntem olarak oldukça başarılı olmuştur. Jenner da bu yöntemi 8 yaşındaki bir erkek çocuğa uygulamıştı. İstanbul'a seyahatleri sırasında bu variyolasyon uygulamasına tanık olanlar, gördüklerini, 1714 ve 1716 yıllarında, Transactions of The Royal Society of London adlı dergiye anlatmışlardır.
Fakat hekimler bu dergide anlatılanları görmezden gelmiş ve kabul etmemişlerdir. Bu yöntem, Avrupa'ya ilk kez, İstanbul'da İngiliz elçisi olan Lord Montagu'nin eşi Lady Mary W. Montagu tarafından getirilmiştir. Bayan Montagu'ın yüzü çiçek hastalığı yüzünden tahrip olmuş ve bunun üzerine endişelenmeye başlayan Montaguıe, Londra'daki doktoruna verdiği emirle, bu aşıyı 1718 yılında önce oğluna ve ardından 1721'de kızına yaptırmıştır.
Montagu'ın bu uygulamaları, toplumda duyulmuş ve bu yöntemin, hapishanedeki mahkumlar üzerinde defalarca denenmesine yol açmıştır. Olumlu sonuç alınmasının ardından, variyolasyon yöntemi tüm Avrupa'ya ve oradan Amerika'ya yayılmıştır. Fakat bu yöntemin zorlukları da vardı. Eğer bu lezyon oldukça öldürücü virüslerden meydana gelmişse, insanları öldürüyor ya da ciddi tahriplere neden oluyordu. Bu da yeni bir salgın türünün ortaya çıkması anlamına geliyordu. Başka bir deyişle, eğer bu lezyonun içine tüberküloz, frengi ya da diğer bulaşıcı hastalıklara neden etmenler karışırsa, bu diğer öldürücü hastalıklar da kişilere bulaşabilirdi.
Edward Jenner ve inek aşısı yöntemi
Edward Jenner, süt sağan kadınların ellerinde oluşan bu hafif inek çiçeği hastalığının onları çiçek hastalığından koruduğu fikrinden yola çıkmış ve belli bir korunma mekanizması olarak kişiden kişiye aktarılabileceği neticesine varmıştı. İneklerin memelerinde meydana gelen çiçek kabarcıklarından aldığı iltihabı sağlam ineklere tatbik etmiştir. İnek aşısı olarak bilinen bu aşı tarzı Jenner tarafından ortaya konulmuştur. 1796 yılında Sarah Nelmes adlı bir sütçü kızın parmaklarından aldığı lezyonlardan yaptığı çiçek aşısını James Phipps adlı bir çocuk üstünde denemiştir. Bu aşıdan 6 hafta sonra, Jenner birkaç ay içinde çocuğa tekrar variyolasyon uyguladı. Bunun sonucunda uygulanan bölgede hiçbir lokal reaksiyon görmemiştir.
Bu aldığı sonucun ardından, daha önce hafif inek çiçeği geçiren 13 kişiye variyolasyon uygulamış ve bunlardan hiçbirinde lokal reaksiyon gözlememiştir. Bu testler sonucundaki bulgularının yer aldığı makaleyi Kraliyet Tıp Akademisi'ne sunmuştur. Akademi onun bu makalesini reddetmiş ve "bu güvenilmez fikriyle halk arasında ün kazansa bile, bu fikri resmi olarak ilan etmemesi" konusunda onu ciddi şekilde uyarmıştır. Bunun ardından, Jenner bu verileri, 1798'de, hekimlerin bir yıl boyunca acımasızca eleştirdiği ve bir yılın ardından doğruluğunu kabul ettiği bu fikirlerinin bulunduğu kitabını yayımladı.
1800 yılına kadar ise tüm dünyada yaklaşık 100 bin kişi bu ineklerin memelerindeki çiçek kabarcıklarından alınan sıvı ile aşılanmıştı. Bu yöntem, Harvard Tıp Fakültesi'nden Benjamin Waterhouse'ın çalışmaları ve Thomas Jefferson'ın çabalarıyla Amerika'ya gelmiştir.
Yeni aşıların önündeki engel
Louis Pasteur'ün mikroorganizmaların etkinliğini azalttığı çalışmalarını takiben, 19. yüzyılın sonlarına doğru yapılan çalışmalar aşılarla, vücuda giren mikroorganizmaların etkisizleştirilmesi gibi yöntemler üzerine yoğunlaşmıştı. 20. yüzyılın ortalarına gelinmeden, hücre kültürü, virüslerin gelişimi konusuna uyarlanmıştı. Bu gelişmenin ardından çok geçmeden, hücre kültüründeki pasajın, aynı zamanda patojenik etkiyi azalttığı da bulunmuştur.
Günümüze gelindiğinde ise moleküler biyoloji ve genetik mühendisliği, yönlendirilmiş mutasyon aracılığıyla etkisizleştirilmiş antijenler ve zayıflatılmış mikroorganizmalar üretmenin yeni ve etkili yöntemlerini ortaya çıkarak, gelecekte hepimizi etkileyecek olan aşılar üretmektedir ve bulaşıcı olmayan kanser gibi hastalıkları da önleyebilecek aşılar yapmaktadır.
Bununla birlikte, günümüzde aşı üretimi, ne yazık ki, aşı üreten şirketler açısından oluşturdukları mali riskler ile birlikte anılmaktadır. Aşı üretimi mali destek gerektirmektedir. Fakat bu destek kimi zaman çok yetersiz kalmaktadır. Bu şirketlerin aklında hep şöyle bir soru vardır: "Eğer aşıyı yaparsak ve kimse almazsa ne yaparız?" Gerçekten de her zaman böyle bir risk vardır.Şu an bir aşı şirketinin yöneticiliğini yapan Pennsylvania Üniversitesi mezunu hekim Stanley Plotkin, bu konudaki düşüncelerini şöyle ifade etmiştir:
Aşılama yoluyla hastalıkların kontrol altına alınması konusunda oldukça güzel gelişmeler yaşanmaktadır. Bununla birlikte öne çıkan sorunlar da bu güzel gelişmelere gölge düşürmektedir. Bu konuda yaşanan en öncelikli sorun, aşı tedariğinin yetersiz kalmasıdır. Endüstrileşmiş ülkelerde bile, üretici firma sayısının azlığı ve aşı üretimini düzenleyici kanunların baskısı ile üretim oldukça kısıtlı kalmaktadır. Dünyada grip salgını gibi olağanüstü bir durum yaşanırsa, şu an bu talebin nasıl karşılanacağı ve bu aşıların, gelişmekte olan ülkelere nasıl ulaştırılacağı konusuna hala bir açıklık getirilememektedir.
Stanley Plotkin