İbn Battuta birçoklarına göre tarihin gördüğü en büyük gezgindir. 24 Şubat 1304'te Fas, Tanca'da doğan Battuta 1368/69 veya 1377'de öldü. 21 yaşında Tanca'dan yola çıktı ve 29 yıl yolculuk ederek evine döndü. Müslüman gezgin, en ünlü seyahat kitaplarından biri olan Riḥle'yi (Yolculuklar) yazdı. Kapsayıcılığı ile bir benzeri bulunmayan eserinde neredeyse tüm Müslüman ülkelere ve de Çin ve Sumatra'ya (şimdi Endonezya'da) yaptığı 120.000 km uzunluğundaki yolculuğuna yer verdi. Eserlerinde daima sıcak gözlemlerinden bahsetmesiyle tarihi anlatmada birçok yönden tarihçilerden daha etkili olmuştur.
Yaşamı ve seyahatleri
İbn Battuta, Marco Polo'dan daha geniş bir coğrafyayı gezdi. Adım attığı her yerde canlı gözlemler yaptı ve oradaki insanların gündelik hayatı, kıyafeti, adetleri ve yöneticilerine dair bilgiler verdi. Anadolu'ya vardı ve Antalya, Isparta, Konya, Erzurum ve Bursa gibi şehirlerden detaylıca bahsetti.
İbn Battuta veya İbni Battuta, çok sayıda Müslüman hakim (kadı) yetiştirmiş bir aileden geldi. Hukuk ve edebiyatı Tanca'da öğrendi. İlk seyahetini 1325 yılında 21 yaşında Mekke'ye hac ziyareti ile yaptı. Başta amacı dini bir görevi yerine getirmek ve Mısır, Suriye ve Hicaz'daki (Batı Arabistan) ünlü alimlerden eğitim almaktı. Hedeflerine ulaştığını birçok alim ve Sufi ile tanışmasından ve kendisine verilen (başta Şam'da) diplomalardan anlıyoruz. Çalışmaları ona yargı dairesinde bir göreve getirdi ve eğitim aldığı kişilerin ünü sayesinde saraylara konuk oldu.
Ancak ün onun için kısa sürede ikinci plana düştü. Çünkü Tunus ve Trablus üzerinden kara yoluyla geldiği Mısır'da ruhunda dayanılmaz bir yolculuk tutkusu oluştu ve dünyanın mümkün olduğunca çok yerini ziyaret etmeyi istedi. Kural olarak da "asla hiçbir yolu ikinci kez geçme" dedi.
Çağdaşları ticaret, hac ve eğitim gibi nedenlerle yolculuk ederken İbn Battuta bunu sadece kendi iyiliği için istedi; yeni ülkeler ve uluslar hakkında bilgi edinme sevinciyle yola çıktı. Yolculuk boyunca geçimini önce akademik statüsünden ve sonra da gezgin ününden yararlanarak sağladı. Ziyaret ettiği ülkelerde padişah, hükümdar, vali ve ileri gelenlerin cömertliğini ve yardımseverliğini buldu. Bu dönemde gezginler pek sevilir ve merakla karşılanırdı.
İbn Battuta önce Kahire'den yola çıkarak Yukarı Mısır üzerinden Kızıldeniz'e vardı ancak geri döndü ve Suriye'yi ziyaret etmeyi seçti. Orada Mekke'ye giden bir kervana katıldı. Hac yolculuğunu 1326'da tamamladıktan sonra Arap Çölü'nü geçerek Irak, güney İran, Azerbaycan ve Bağdat'a vardı. İran'ın son Moğol hanlarından Ebu Said Mirza (1316-36'da hüküm sürdü) ve bazı aşağı hükümdarlarla tanıştı. İbn Battuta 1327 ile 1330 arasında aniden hayatını Mekke ve Medine'de sofuluğa adamayı seçti. Ancak bu durgun hayatı daha fazla mizacına uyduramadı.
Cidde'de tekneye bindi ve yanında yoldaşlarıyla Kızıldeniz'in her iki kıyısından Yemen'e yelken açtı. Yemen'i karadan geçip Aden'den tekrar yelken açtı. Bu kez Doğu Afrika kıyılarında gezerek Kilwa'ya (Tanzanya) kadar ticaret şehir devletlerini ziyaret etti. 1332'teki Mekke'ye dönüş yolculuğunda Güney Arabistan, Umman, Hürmüz, Güney Pers ve Basra Körfezi üzerinden yol aldı.
Türkler Ülkesi'ne varır
Delhi sultanı Muhammed bin Tuğluk'un Müslüman alimlere karşı son derece cömert olduğunu öğrenince sarayını ziyaret etmeye karar verdi. Ancak iletişim eksikliğinden dolayı yolu uzadı. İyi haberse "Türkler ülkesi" olarak bilinen Anadolu'ya (Küçük Asya) vardı. Burada Selçuklu'nun yıkılışı ile Osmanlı'nın yükselişi arasındaki bir döneme denk geldi ve herkesçe candan ve cömertçe karşılandı.
Hindistan'a yolculuğunda Karadeniz'i geçti ve Kırım üzerinden Altın Orda hanı Özbek Han'ın (hükümdarlığı 1312-41) Saray başkentine vardı (Volga Nehri'nin aşağısında). Kitabındaki anlatısına göre Saray'dan saparak Yukarı Volga'daki Türk boyu İdil Ön Bulgarları ile buluşmuştu ancak doğruluğu şüphelidir. Yine hanın karısı olan Bizans prensesi ile Konstantinopolis'e (İstanbul) ziyaretinde bazı zaman tutarsızlıkları vardır ancak başkent Bizans'a dair açıklamaları oldukça canlıdır, genel olarak doğrudur. Bu yüzden bir görgü tanığı kaydı olduğu düşünülür.
İbn Battuta burada Müslüman kardeşlerinin inançsızlara karşı duyduğu sert görüşlerini kaleme alır ancak şehre "İkinci Roma" demesi kendisinin aslında daha hoşgörülü ve meraklı bir insan olduğunu gösterir. Yine de ister Hıristiyan, ister Hindu, ister pagan olsun gayrimüslim topraklara kıyasla İslam topraklarında olmayı seçmiştir.
Konstantinopolis'ten dönüşünde Hindistan'a yolculuğuna devam etti ve Rus bozkırlarından geçti. Saray'dan kalkan karavanla Orta Asya'ya yol aldı. Yol boyunca Buhara, Semerkant ve Belh antik kentlerini gezdi. Moğol istilasının bu şehirlerde bıraktığı izler hala belirgindi. Horasan ve Afganistan'dan geçerken karmaşık rotalar izledi ve belirttiğine göre Hindukuş sıradağlarını geçtikten sonra 12 Eylül 1333'te Hindistan'ın İndus Nehri'ne ulaştı. Ancak tarihin doğruluğu şüphelidir çünkü bu kadar büyük mesafeleri (Mekke'den) sadece bir yıl içinde kat etmesi imkansızdır. Bu tutarsızlık nedeniyle 1348 yılına kadar olan sonraki anlatıları belirsiz kabul ediliyor.
Bir despot, bir savaş ve batan gemiler
Hayatının bu noktasında İbn Battuta artık ünlü biriydi. Çok sayıda takipçisi ve haremli yasal eşi vardı. Delhi sultanı Muhammed bin Tuğluk beklentilerini fazlasıyla karşılamıştı ve ona Büyük Delhi Kadısı görevini bile vermişti. Bu hizmetsiz maaşlı görev birkaç yıl devam etti. Ancak Muhammed bin Tuğluk bir despottu ve Battuta'nın bunu fark etmesi uzun sürmedi. Hem Müslümanlara hem Hindulara zulüm uygulayan Tuğluk gaddarlığını Battuta'nın arkadaşlarına bile gösterdi. Battuta akıllıca davranarak sultanın güvenini yeniden kazandı ve 1342'de kendisini sultanın Çin kervanına ekletti. Delhi'den arkasına bakmadan ayrıldı.
Ancak tehlike henüz geçmemişti: Delhi'den fazla uzaklaşmadan kervanını Hindu isyancılar kesti ve hayatını zar zor kurtardı. Önce kendisini Hindistan'ın güneybatısındaki Malabar Sahili'nde yaşanan savaşlarda buldu, daha sonra Calicut (şimdiki Kozhikode) yakınlarında gemisi battı ve olayda tüm mal varlığını ve Çin imparatoruna verilecek hediyeleri kaybetti. Sultanın gazabından korkan İbn Battuta, Maldiv Adaları'na sığındı ve burada yaklaşık iki yılını geçirdi. Kısa süre içinde kadı olarak siyasette aktif hale geldi, yönetici bir aile ile evlendi ve hatta sultan olmayı bile arzuladı.
Maldivler tehlikeli hale gelince İbn Battuta, Sri Lanka'ya hareket etti ve kralı ve ünlü Adem Tepesi'ni gördü. Güney Hindistan'daki Coromandel Sahili'nde bir kez daha gemisi battı, kayınbiraderinin çıkardığı bir savaşa dahil oldu, tekrar Maldivlere gitti ve oradan Bengal ve Assam bölgesine geçti. Çin'e olan görevini tamamlamaya karar verince Sumatra'ya yelken açtı ve oradaki Müslüman Açe sultanından bir gemi aldı.
Zaytun denilen Çin limanına vardıktan sonra iç su yoluyla Pekin'e ulaştı. Özellikle Çin'i çevreleyen yolculuğuna dair şüphe uyandıran şey son derece kısa bir anlatısı olmasıdır. Aynı şekilde Sumatra ve Malabar'a dönüşü ile Basra Körfezi'nden Bağdat ve Suriye'ye varışı da anlatı ve kronoloji olarak kısadır ve gerçekliği şüphe uyandırır. Suriye'deyken 1348'de Kara Ölüm salgınını gördü ve Mısır'ı gezdikten sonra Mekke'ye son haccını yaptı. Nihayetinde İskenderiye'den Tunus'a, oradan da Sardunya ve Cezayir'e yelken açarak evine döndü. Kasım 1349'da Meriniler'in başkenti Fas'a ulaştı.
Son Müslüman ülkeleri de gezer
İbn Battuta'nun hayatının bu noktasında hala görmediği iki Müslüman ülke vardı. Bu amaçla İspanya'daki Müslüman Moroların son kalıntısı olan Granada -Gırnata- Emirliği'ne gitti ve iki yıl sonra (1352'de) batı Sudan'a yolculuğa çıktı. Sahra Çölü'nden Batı Afrika'ya yaptığı son yolculuğu padişahın emriyleydi ve isteksizceydi. Sahra'yı aşarak bir yılını Mali imparatorluğunda geçirdi. Ülke o zamanlar Süleyman Keita ile gücünün zirvesindeydi. İbn Battuta'nın kayıtları bu tarihteki Afrika'yı en iyi şekilde yansıtan metinlerdir.
İbn Battuta 1353'ün sonlarında Fas'a döndü ve padişahın isteği üzerine İbn Juzayy'ye anılarını yazdırdı. İbn Juzayy, Battuta'nın basit düzyazısını süslü bir üslup ve şiir parçalarıyla süsledi. Battuta bundan sonra tarihten kayboldu. Ölümüne kadar Fas'ta bir kasabada kadı olarak görev yaptığı ve 1368/69 veya 1377'de öldüğü ve memleketi Tanca'ya gömüldüğü bildirilir.
İbn Battuta güvenilir midir?
İbn Battuta'nın 120.000 km olduğu görülen yolculuğu tüm gezginler arasında en büyüğüdür. İnsanlar ancak ölümünden 400 yıl sonra buhar makineleri ile bu denli yolculuk yapabildi. Neredeyse tüm Müslüman ülkeleri ve onların bitişiğindeki bazı Müslüman olmayan ülkeleri ziyaret etti. Asla Pers, Ermenistan ve Gürcistan'a gitmedi. En az 60 yönetici ile tanıştı ve çok daha fazla vali veya vezir ile görüştü. Eserinde kişisel olarak tanıdığı 2000'den fazla kişiden bahsetmiştir ve çoğu isim bağımsız kaynaklarca doğrulanmıştır. Hem tarih hem isim olarak şaşırtıcı derecede az hata yapmıştır.
İbn Battuta genel olarak güvenilirdir; sadece Türk İdil Bulgarlarına yaptığı seyahatin kurgu olduğu kanıtlanmıştır ve yolculuğunun Doğu Asya kısmına dair şüpheler vardır. Yolculuğundaki bazı kronoloji hatalar ve küçük tutarsızlıklar kasıtlı uydurmalar değil de hafızasındaki doğal eksikliklerden kaynaklanıyor. Anadolu yolculuğu ve Konstantinopolis'i ziyaret etmesine önceleri şüpheli bakılırken şimdilerde pek çok doğrulayıcı kaynak bulundu. İbn Battuta'nın kendisi de ilginç bir karakterdir. 14. yüzyılın orta direk bir Müslüman'ının hayatına ışık tutar. Devrin birçok Müslüman'ına benzer şekilde, Sufilik gibi kendini tümüyle dine adama ile daha olağan akılcı bir hayat yaşama arasında gidip gelmiş ve ikisinde de başarılı olmuştur.