Fransız ordusundan emekli bir subay olan Joseph-Nicephore Niepce 1827'de bir yaz günü helyografi adını verdiği bir teknikle deneyler yapıyordu. İlkel bir fotoğraf makinesini çalışma odasının penceresinin içine özenle yerleştirmişti. Bu sayede mercek, görüntüyü ışığa duyarlı bitüm kaplı bir kurşun-kalay alaşımı levhaya yansıttı. Yaklaşık sekiz saat sonra merceğin yansıttığı görüntü yani ahırın damı ile güvercinliğin arasındaki armut ağacı, levhanın üzerinde oluştu. Bu basit resim günümüze ulaşan en eski fotoğraftır.
İnsanlar yüzyıllar boyunca kısa ömürlü görsel izlenimleri kalıcı şekilde saklamanın yolunu aramışlardı. Niepce'den önce bunu ancak ressamlar yapabiliyorlardı. Rönesans'tan beri bilinen camera obscura (karanlık oda), görüntüyü kağıda yansıtmakta kullanılan bir teknikti. Böylece ressam görüntünün üzerinden çiziyor, çok zamanını alan ön çalışma sürecinden kurtulmuş oluyordu.
Niepce'den önce de birçok bilim insanı bu konu üzerinde çalışmıştı. 1725'te Alman anatomi profesörü Johann Heinrich Schulze gümüş tuzlarının, üstüne düşmesine izin verilen ışık miktarına orantılı olarak karardığını bulmuştu. Ancak görüntüyü sabitlemenin yolu yoktu ve Schulze çok geçmeden deney yapmaktan vazgeçti.
Daguerreotype (Dagerotip)
1802'de iki İngiliz bilim adamı, bir porselen üreticisinin oğlu olan Thomas Wedgwood ile kimyager Humphry Davy, bir grup böcek kanadını ve yaprağı, duyarlı kağıt ve derinin üstüne yerleştirip görüntü üretmek için içlerinden ışık geçirdiler. Ancak, onların da tıpkı Schulze gibi "fotogramları" sabitleme olanağı yoktu ve görüntüler kısa zamanda soldu.
Niepce bulduğu tekniğin başarısına rağmen, sekiz saatlik poz süresi onu tatmin etmemişti. 1829 yılında 40 yaşındaki Fransız ressam Louis Daguerre'le ortak oldu ve ikisi birlikte fotoğraf tekniklerini çok geliştirdiler. Schulze'un keşfi üzerinde çalışıp gümüş kaplamalı bakır parçalarını kullanarak resimler çektiler.
Niepce'in 1833'teki ölümünün ardından Daguerre işlem üzerinde çalışmaya devam etti. İki yıl sonra, pozlandırdığı levhaların üzerinde cıva buharı kullanarak resim elde etmeyi başardı, 1839'a varıldığında da daguerreotype (dagerreyotipi) sürecini dünyaya tanıttı: Bir pencere pervazına yerleştirilmiş alçıdan kalıpların görüldüğü ilk deguerreotype aslında iki yıl önce çekilmişti. Daguerre bu yöntemle etkileyici bir dizi portre çekti, ama her resimden yalnızca tek bir kopya olabiliyordu.
Fotoğraf çağ atlıyor
1830'larda İngiliz William Henry Fox Talbot fotoğraf negatifinden istenen sayıda pozitif baskı alınabilmesine olanak tanıyan bir metot geliştirdi. Metal levhayı bırakıp yerine ışığa duyarlı gümüş nitrat emdirilmiş kağıt kullanmaya başladı. Pozlandırmadan sonra resim gallik asit ve gümüş nitrat çözeltisinde banyo ediliyor, sodyum hiposülfitle sabitleniyordu. Sonuçta elde edilen negatifin içinden ışığa duyarlı bir kağıda ışık yansıtılarak istenen sayıda pozitif hazırlanabiliyordu. Fox Talbot 1841'de bu yöntemi geliştirdi ve dünyaya "kalotip" olarak tanıttı.
1850'de İngiliz heykelci Frederick Scott Archer yeni bir sistem geliştirdi. Görüntü, kolodyon isimli düşük akışkanlıkta bir madde ile karışık gümüş iyodo bromür emülsiyonu ile kaplı cam levha üstünde oluşturuluyordu. Pozlama süreci yarım saniye kadar indirilmişti, ancak levhanın ıslakken kullanılıp hemen banyo edilmesi gerekiyordu. Bu zor bir işlemdi, giysiler ve eller lekeleniyordu.
1870'lerde, mucit George Eastman'ın (1854-1932), cam levhaların yerini alacak bir film ortamı keşfetmesiyle fotoğrafçılık daha da yaygınlaştı. Deneyler sonucunda ışığa yüksek oranda duyarlı emülsiyon kaplı esnek rulo film bulundu. Bu buluş, yeniden film takmadan üst üste fotoğraf çekilmesini sağlıyordu. İlk hafif Kodak makinenin piyasaya çıkmasıyla birlikte fotoğrafçılık tarihte ilk kez kitlelere yönelik bir uğraş haline geldi.