Depresyon üstüne okuyabileceğiniz en detaylı içeriği hazırladık. Daha önce sitemizde çok sayıda depresyon ve onunla ilişkili anksiyete ve sosyal kaygı yazıları hazırlamıştık. Bu sayfadaki yazı üç bölümden oluşuyor. İkinci bölümde geçtiğimizde bilinen tarihten günümüze kadar depresyona olan bakış açısının değişimini anlatıyoruz. Üçüncü bölümde ise kitap okuma ile depresyon arasındaki ilişki hakkında bilgiler edinebilirsiniz.
Depresyona giriş
Uzun zamandır üzgün bir haldeyim,
Çarem yine bende saklı.
– Fury Lewis (1893-1891)
Yukarıdaki şarkı sözleri, klinik depresyonu, sadece üzgün olma halinden çıkarıp, bu alana yeni bir bakış açısı getirmektedir. Bu kısa nakarat, depresyon teşhisi için gerekli bir dizi klinik kritere de gönderme yapmaktadır; bunlardan bazıları üzüntülü ruh hali, boşluk hissi, umutsuzluk ve bu belirtilerin uzun süre devam etmesi. Klinik depresyon, trajik olaylar ve zorluklar karşısında duyulan üzüntülü ruh halinden öte bir durumdur. Milyonlarca insanın yaşadığı yaygın bir tıbbi hastalık olan depresyon, kişiye büyük kayıplar yaşatabilmektedir.
Depresyon, yüksek tansiyondan sonra dünyada en sık görülen hastalıktır. Her vakanın teşhisi uzman bir hekim tarafından yapılmalı ve tedavi süreci deneyimli hekimlerin kontrolünden sürdürülmelidir. Bu hususlar oldukça büyük önem taşır. Bunun nedeni, bazı ağır depresif hastalıkların beyinde meydana gelen kimyasal dengesizliklerden kaynaklanmasıdır. Bu ajanlar tek başına ya da diğer ilaçlarla birlikte alındığında ya da psikoterapi ile kombine edildiğinde, günümüzde birçok insan bu hastalığı yenmekte ve eski ruh sağlığına kavuşabilmektedir. Bu gelişme, şüphesiz tıp tarihindeki en büyük gelişmeler arasındadır.
Depresyon konusunda yaşanan en büyük sorun, tedavisi mümkün olduğu halde, birçok insanın böyle bir hastalıktan haberi olmamasıdır. Amerikan Ulusal Akıl Sağlığı Enstitüsü, bireyin depresyon nedeniyle yaşadığı kişisel ve toplumsal acılarına merhem sürecek tıbbi yardım ve eğitim programı başlatmıştır.
Depresyon tedavisinde kullanılan birçok ilaç bu bölümün kapsamı dışında kalmaktadır. Bununla birlikte bu konuda vurgulayacağımız önemli bir nokta, en iyi sonuçlar alınana kadar ilaçların ve dozajlarının değiştirilmesi gerektiğidir. Yine de bugün birçok vakada, tedavi sürecinin titiz bir şekilde izlenmesi sayesinde başarılı sonuçlar alınabilmektedir.
Depresyonun tanımı
Amerika'da, her bir yıl içinde yetişkinlerin yüzde 9.5'i ya da diğer bir ifadeyle 18.8 milyon kişi, depresif bir hastalıpa yakalanmaktadır. Hastalık, yüksek maliyetli bir tedavi gerektirse de, insana verdiği zarar rakamlarla ifade edilemeyecek kadar büyüktür.
Depresif bozulukluklar, kişinin genellikle normal faaliyetlerine etki ederek, sadece hastaya değil, aynı zamanda etrafındaki insanlara da acı verir. Ciddi bir depresyon, sadece hasta olan kişiyi etkilemekle kalmaz, aynı zamanda aile hayatını da yok eder. Ancak yaşanan tüm acılar aslında gereksiz yere yaşanmaktadır.
Hafif depresif hastalığı olan çoğu insan, rahatsızlığının hayatına ve işlevselliğine olan etkisini fark edemediğinden ve farkında olduğu halin tedavi ile düzeleceğini bilmediğinden, tedavi gereksinimi hissetmez.
Daha ağır depresif hastalıklarda, kişi durumun ciddiyetinin farkına genellikle daha kolay varır. Yıllar süren araştırmaların verdiği verimli sonuçlar sayesinde, bugün depresyonun etkisini azaltan birçok ilaç ve "konuşma" terapisi, kişiler arası terapi veya bilişsel davranışsal terapi gibi psikososyal terapiler geliştirilmiştir.
Depresif bozukluk nedir?
Depresif bozukluk, bedeni, duygudurumu ve düşünceleri etki altına alan bir hastalıktır. Kişinin yemesini, uykusunu, kendisi hakkındaki hislerini, başka şeyler hakkındaki düşüncelerini etkiler. Depresif bozukluk, büyük bir üzüntüden ya da sıkıntılı bir dönemden çok daha fazlasıdır. Depresif bozukluk, sadece kendini kötü hissetme hali değildir. Depresif bir hastalığı olan kişiler, "yalnız başlarına", iradelerini kullanarak kendilerini toparlayıp daha iyi hissedemezler. Tedavi olmadan, semptomlar aylar hatta yıllarca sürebilir. Uygun bir tedavi ise depresyon şikayeti olan çoğu insana yardımcı olabilir.
Depresyon türleri nelerdir?
Depresyonun tıpkı kalp hastalıklarında olduğu gibi birçok türü vardır. Bu bölümde, depresyonun en yaygın görülen üç türüne kısaca değineceğiz. Bu üç farklı depresyon türünün her birinde görülen semptomların şiddetli ve görülme süresi farklılık göstermektedir.
- Majör depresyon, pek çok semptomla kendini gösterir. Bu semptomlar kişinin günlük işlevlerini, çalışmasını, sosyal ilişki kurmasını, uyku, iştah ve zevk verici aktivitelerden tat almasını olumsuz etkiler. Bu majör depresyon dönemi bir ya da birkaç kez yaşanabileceği gibi, yaşam boyu yinelenen karakterde olup kişiyi yaşamının önemli bir kısmında bu derece işlevsiz hale getirebilir.
- Distimi, majör depresyon kadar ağır olmayan başka bir depresyon türüdür. Distimi, kişiyi depresyon kadar işlevsizleştirmeyen, ancak kişinin fonskiyonlarını olumsuz etkileyen, iyi hissetmesini engelleyen uzun süreli, kronik semptomları içerir. Pek çok distimi hastası, hayatlarının bir bölümünde majör depresyon geçirmiş olabilir ya da geçirebilir.
- Manik depresif yani bipolar bozukluk, diğer depresyon türleri kadar yaygın olmayan bu hastalık, birbirini izleyen ruh hallerinin değişimiyle karakterize edilir. Kişinin duygulanımı çok yüksek duygudurum (mani) ve çok düşük duygudurum (depresyon) arasında dalgalanmalar gösterir. Kimi zaman duygudurumdaki bu değişimler çok dramatik ve ani olabilir.
Depresyon ve Mani'nin belirtileri
Depresif veya manik olan kişilerde bu belirtilerin her biri görülmeyebilir. Bazı kişiler bu semptomların çoğunu yaşayabilirken, kimileri, hastalık dönemllerinde çok az belirtiyle gelebilirler. Semptomların ağırlığı kişiden kişiye değişebileceği gibi zaman içinde de çeşitlilik gösterebilmektedir.
Depresyon belirtileri
- Devam eden üzüntülü, kaygılı ya da "boş" duygudurum
- Umutsuzluk, kötümserlik hisleri
- Suçluluk, değersizlik, çaresizlik hisleri
- Hobilere ve eskiden keyif alınan aktivitelere karşı ilgi ve zevkin azalması
- Yorgunluk ve beden hareketlerinin yavaşlaması
- Uyku düzensizlikleri, sabah erken saatlerde uyanmak ya da aşırı uyuma
- Konsantrasyon, hatırlama ve karar almada zorluk
- İştahsızlık ve/ya da kilo kaybı ya da çok yeme
- Ölüm ya da intihar düşünceleri; intihar girişimleri
- Huzursuz, rahatsız, asabi ve kolaylıkla kızan ruh hali
- Devam eden tedavi edilemeyecek fiziksel semptomları; baş ağrısı, sindirim problemleri ve kronik ağrı gibi
Mani belirtileri
- Anormal ya da çok yoğun mutluluk hissi
- Yoğun heyecan
- Uyku ihtiyacında azalma
- Grandiyöz (kendini büyük görme) turumlar
- Konuşma hız ve miktarında artış
- Düşünce hızında artış
- Cinsel istekte artış
- Enerjide fark edilir derecede artış
- Uygunsuz sosyal davranışlar
Depresyonun nedenleri
Kimi depresyon türleri aileler içinde gözlemlenebilir. Bu da genetik yatkınlık olabileceği ihtimalini akla getirmektedir. Bipolar bozulukta da bu durum söz konusudur. Aile çalışmalarına bakıldığında, her bipolar duygudurum bozukluğu ve depresif bozuklukta, hastalarda benzer genetik özellikler görülmektedir. Duygudurum bozukluklarında nesilden nesle geçen hastalığa yatkınlıktır. Yatkın genetik yapıya sahip herkes hasta olacak diye bir şart yoktur. Gayet tabii gelişimsel ve çevresel faktörler, ev, iş ya da okuldaki olası stres etmenleri de hastalığın oluşumunda etkili olacaktır.
Depresyona genetik yatkınlık göstermeyen bireylerde de depresyona rastlamak mümkündür. Kalıtımın etkisi olsun ya da olmasın, majör depresyonda genellikle beynin yapısındaki ve fonksiyonlarında değişimler olur. Düşük özgüveni olan, kendisini ve çevresindeki dünyayı kötümser bir bakış açısıyla gören ya da yaşadığı stresten bunalmış olan kişiler depresyona daha yatkındır. Bu özelliklerin psikolojik yatkınlık özelliği mi, yoksa hastalığın erken dönemdeki şekli mi olduğu ise belirgin değildir.
Yakın geçmişte yapılan çalışmalar, fiziksel değişimlerin ruhsal değişimleri de beraberinde getirebileceğini göstermiştir. Felç, kalp krizi, kanser, Parkinson hastalığı ve hormonal bozukluklar gibi tıbbi hastalıklar, kişiyi apatik ve kendi fiziksel ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak bir hale sokarak depresif bozukluğa sebep olabilir. Aynı zamanda ciddi kayıplar, zor ilişkiler, finansal problemler ya da stres oluşturacak herhangi bir değişiklik depresif bir epizodu tetikleyebilir.
Çok sık olarak genetik, psikolojik ve çevresel faktörler kombinasyonun depresif bozukluk oluşumunda rol oynadığını görmekteyiz. Hastalığın daha sonraki epizodları yalnızca net bir stres vasıtasıyla ayrıştırılabilir ya da hiç ayrıştırılamayabilir.
Kadınlarda depresyon
Kadınlar depresyonu erkeklerden iki kat fazla tecrübe ederler. Kadınlardaki bu oran fazlalılığının sebebi birçok hormonal faktörle açıklanabilmektedir. Bu faktörlerden bazıları menstrual düzen değişimleri, hamilelik, çocuk düşürme, doğum sonrası dönem, menopoz öncesi ve menopoz olarak sayılabilir. Pek çok kadın, ayrıca ev ve iş sorumlulukları, bekar annelik, çocukların ya da yaşlıların bakımı gibi ek stres faktörlerinden etkilenmektedir.
Son zamanlarda yapılmış bir NIMH araştırmasında, ağır menstruasyon öncesi sendromunda (PMS), PMS'ye yatkınlığı olan kadınların cinsellik hormonları durdurulduğunda fiziksel semptom ve duygudurumlarında bir rahatlama olduğu anlatılmaktadır. Ancak hormonlar serbest bırakıldığında, kadınların tekrar PMS semptomlar gösterildiğinden bahsedilmiştir. PMS geçmişi ve yatkınlığı olmayan kadınlarda ise bu hormonal manüpülasyonun etkisine rastlanmadığı belirtilmiştir.
Pek çok kadın, çocuk doğurduktan sonra da hassaslaştıkları dönemler geçirir. Hem hormonal ve fiziksel değişimler hem de bu yeni canlının sorumluluğu, doğum sonrası depresyonun sebepleri olarak sıralanabilir. Bu durum oldukça uzun sürüyorsa, çok geçmeden müdahale edilmelidir. Sempatik bir hekimin tedavisi ve aile bireylerinin manevi desteğiyle çiçeği burnunda anne, içinde bulunduğu fiziksel ve ruhsal durumu atlatıp, bebeğiyle vakit geçirmekten zevk almaya başlayabilir.
Erkeklerde depresyon
Kadınlara oranla depresyon erkeklerde daha az görülür. Erkekler depresyonu çok fazla dışa vurmazlar. Hekimler bu yüzden erkeklerde depresyondan çok fazla şüphelenmezler. Erkeklerdeki intihar oranı kadınlardan dört kadar fazla olmasına rağmen, kadınların intihar teşebbüs oranı daha yüksektir. Erkeklerdeki intihar oranı 70 yaşından sonra artar, 85 yaşından sonra ise tepe noktaya ulaşır.
Depresyon, erkeklerin fiziksel sağlığını da kadınlardan daha farklı etkiler. Yapılan yeni bir çalışma göstermektedir ki, depresyon, hem kadında hem erkekte yüksek koroner kalp hastalığı riskiyle bağlantılıdır. Ancak ölüm oranı erkeklerde daha fazladır.
Erkek depresyonu genellikle alkol, uyuşturucu ya da sosyal olarak da kabul gören aşırı çalışma alışkanlığıyla maskelenmektedir Depresyon erkeklerde yalnızca umutsuzluk ve çaresizlik hisleriyle değil; hiddet, öfke, cesaretsizlikle de kendini gösterir.
Bu da depresyonun erkeklerde fark edilmesini zorlaştıran bir durumdur. Erkek depresif şikayetlerinin farkına varsa bile, bunlar için yardım arama davranışını kadından daha az gösterecektir. Endişelenen aile bireylerinden gelebilecek cesaretlendirme ve destek hastada bir fark yaratabilir. İş yerinde çalışan profesyonellerin yardımı ya da çalışma ortamları için düzenlenmiş, ruh sağlığı programları da erkeklerin, depresyonun tedavi edilmesi gereken gerçek bir hastalık olduğunu anlamalarına yardımcı olabilir.
Çocuklukta depresyon
Çocukluk çağı depresyonu yalnızca son yirmi yılda ciddi anlamda ele alınmıştır. Depresyondaki çocuk hasta olmuş gibi davranabilmekte, okula gitmeyi, bir ebeveyne bağlı kalmayı reddedebilmekte, okulda başını belaya sokabilmekte, negatif, aksi davranarak kendini yanlış anlaşılmış hissedebilmektedir. Normal davranışlar bir gelişim evresinden diğerine değişkenlik gösterebildiği için de, çocuğun olası bir dönemden mi geçiyor olduğunu ya da depresyonda mı olduğunu söylemek çok zor olacaktır.
Bazen ebeveynler çocuklarındaki davranış değişikliği yüzünden endişeye kapılabilirler ya da öğretmeni, bir sorun olduğu yönünde uyarılarda bulunabilir. Bu tip durumlarda çocuğun doktoruna gidildiğinde ve fiziksel semptomlar incelendiğinde doktorun çocuğu bir de çocuk psikiyatrisine gösterilmesi gerektiğini söylemesi kuvvetli muhtemeldir. Psikiyatr gerekli görürse, ilaç tedavisi başlatabilir. Burada aile, terapistin özellikleri, çocuğun ne tür bir tedavi alacağı, ailenin bu tedaviye tamamen dahil olup olmayacağı, çocuğun tedavisinde antidepresan ilaçların kullanılıp kullanılmayacağı, eğer kullanılacaksa ne gibi yan etkilerinin olduğu konusunda sorular sormaktan çekinmemelidir.
Amerikan Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü (NIHM), çocukluk depresyonunda ilaç tedavisini önemli bir araştırma olarak tanımlamaktadır. NIHM'nin desteklediği Pediatrik Farmakoloji Araştırma Üniteleri, yedi farklı alanda oluşan bir araştırma ağır oluşturmuştur. Bu ağda ruhsal bozukluklarda kullanılan ilaçların etkilerini çocuk ve ergenler için düzenlemek üzere çalışmalar yapılmaktadır. Üzerinde çalışılan ilaçlar arasında depresyonlu çocukların tedavisinde etkili olduğu gözlemlenen antidepresanlar da bulunmaktadır. Tabii buradaki koşul, ilaç kullanımının çocuğun doktoru tarafından dikkatlice izlenmesi gerekliliğidir.
Depresyon tanısı nasıl konur?
Depresyonun uygun değerlendirilmesi sürecindeki ilk adım, bir hekim tarafından yapılacak fiziksel muayenedir. Pek çok ilaç ve pek çok tıbbi durum, depresyona benzer semptomların ortaya çıkmasına sebep olabilmektedir. Hekimin muayene, görüşme ve laboratuvar testleri sayesinde bu tip olasılıkları elemesi gerekmektedir. Eğer depresyonu ortaya çıkaran fiziksel sebep elenirse, psikolojik bir değerlendirme yapılması gereklidir. Bu değerlendirme, ilk aşamada birinci basamak hekimi tarafından yapılabileceği gibi, başlangıcından itibaren psikiyatrist tarafından da gerçekleştirilebilir.
Depresif bozuklukların tedavisinde kullanılan çok çeşitli antidepresan ilaçlar ve psikoterapi türleri vardır. Hastalığı çok hafif yaşayanlar yalnızca psikoterapiden fayda görebilir. Daha ağır durumlarda ise antidepresan kullanımından yarar sağlayabilirler. En iyi çözüm, bu ikisinin de yer aldığı bir tedavi sistemidir. İlaç tedavisi semptomların çok hızlı bir şekilde ortadan kaldırabilirken, psikoterapi de hayattaki sorunlarla baş edebilmek için hastanın daha etkili yollar öğrenmesine yardım eder. Semptomların ağırlığına ve konan tanıya göre, psikiyatrist ilaç tedavisi ve/ya da depresyonda etkili psikoterapi türlerinden birini hastaya tavsiye edecektir.
Tanıya yönelik iyi bir değerlendirme, semptomların geçmişini, semptomların ne zaman başladığını, ne kadar sürdüklerini, ne kadar ağır olduklarını, hastada daha önce de bu tür semptomlar olup olmadığını, olduysa tedavi edilip edilmediğini sorgulamayı kapsamalıdır. Önce hastanın alkol ve madde kullanıp kullanmadığını ya da ölüm / intihar düşünceleri olup olmadığı öğrenilir; daha sonrasında aile üyelerinden depresif bir hastalığa sahip olan kimse olup olmadığı, bunun tedavi edilip edilmediği, hangi tedavi yöntemlerinin kullanıldığı ve hangisinin etkili olduğu da sorgulanır.
Depresyonun tarihi
Depresyonu keşfetme konusunda gösterilebilecek tek bir isim yok. Zira bu hastalığın gerçekte ne olduğuyla ilgili insanlığa katkıda bulunan – ve katkıda bulunmaya devam eden – bir sürü harika düşünür ve bilim insanı bulunuyor. Şimdi depresyon tarihine genel bir bakış atabiliriz.
Bugün depresyon olarak bildiğimiz hastalığa dair ilk yazılı açıklamalar MÖ 2000'lerde Mezopotamya'da bulundu. Bu yazılarda depresyonun fiziksel durumdan ziyade manevi olduğu, bunun yanında şeytani mülkiyete bağlı olduğu düşünülen diğer ruhsal hastalıklardan biri olduğu tartışılmıştır. Bu nedenle depresyon doktorlar yerine rahipler tarafından ele alınmıştır.
Şeytanların ve kötü ruhların neden olduğu depresyon fikri, eski Yunanlılar, Romalılar, Babiller, Çinliler ve Mısırlılar da dahil olmak üzere pek çok kültürde var olmuştur. O nedenle şeytanları kovma çabasıyla sık sık dayak, fiziksel kısıtlama ve açlık gibi yöntemlerle tedavi edildi. Bununla birlikte, antik Yunanlılar ve Romalılar, konuyla ilgili iki fikrin başını çekiyordu: Birçok doktor bunu biyolojik ve psikolojik bir hastalık olarak görüyordu. Bu doktorlar jimnastik, masaj, diyet, müzik, banyo, tedavi edici yöntemler kullanarak hastalarını tedavi etmek için haşhaş ekstresi ve eşek sütü içeren bir ilaç kullandılar.
Depresyonun fiziksel sebeplerine ilişkin eski inançlar
Fiziksel sebeplere gelince, Hipokrat adlı bir Yunan doktor o zamanlar bilindiği gibi depresyon ya da melankolinin mizaç adı verilen dört vücut sıvısındaki dengesizlikten kaynaklandığını düşünüyordu: Sarı safra, siyah safra, balgam ve kan. Açıklamalar spesifikti; melankoli dalaktaki fazla miktarda siyah safra ile ilişkiliydi. Hipokrat'ın tercih ettiği tedaviler arasında kan alma, banyolar, egzersiz ve diyet sayılabilir.
Buna karşın, Cicero adlı bir Roma filozofu ve devlet adamı, melankolinin öfke, korku ve keder gibi psikolojik nedenlerden kaynaklandığına inanıyordu. Milattan önceki yıllarda eğitimli Romalılar arasında bile yaygın olan bir inanç, depresyonun ve diğer akıl hastalıklarının şeytanlar ve tanrıların öfkesinden kaynaklandığı yönündeydi.
Orta Çağ'da depresyon
Cornelius Celsus'un (25 BC-AD 50) akıl hastalığına karşı açlık, zincire bağlama ve dayak gibi sert tedaviler önerdiği aktarılmakta. Bununla birlikte, Rhazes (AD 865-925) adlı bir Fars doktor akıl hastalığının beyinden kaynaklandığını gördü. Banyo gibi tedavileri ve uygun davranış için olumlu ödüller vermeyi içeren çok erken bir davranış terapisi biçimi önerdi.
Ortaçağ'da din, özellikle Hristiyanlık, Avrupa'nın zihinsel hastalık düşüncesine hükmediyordu; insanlar o nedenle bu tarz hastalıkları şeytanlara ya da cadılara bağlamaya devam ettiler. Şeytan çıkarma, boğulma havuzu ve yakmak zamanın popüler tedavileriydi. Birçoğu "akıl hastanesine" kilitlendi. Bazı doktorlar depresyon ve diğer akıl hastalıkları için fiziksel nedenler aramaya devam ediyordu ancak oldukça azınlıktaydılar.
14. yüzyılda İtalya'da başlayan ve 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa'ya yayılan Rönesans döneminde, cadı avı ve akıl hastalarının idamları oldukça yaygındı; Bununla birlikte, bazı doktorlar akıl hastalığının doğaüstü değil doğal olduğu yönündeki fikri yeniden savunmaya başladılar.
1621 yılında, Robert Burton, yoksulluk, korku ve yalnızlık gibi depresyonun hem sosyal hem de psikolojik nedenlerini ana hatlarıyla anlatan Melankolinin Anatomisi adlı bir kitap yayınladı. Bu kitapta, depresyon tedavisinde diyet, egzersiz, seyahat, purgatif (vücuttaki toksinleri temizlemek için), kan alma, şifalı ot ve müzik terapisi gibi önerilerde bulundu.
18. ve 19. yüzyıllarda depresyon
Aydınlanma Çağı olarak da anılan 18. ve 19. yüzyıllar boyunca depresyonlu insanların kapatılması veya kilitlenmesi gerektiği düşüncesiyle, miras alınan ve değiştirilemeyen mizaçta bir zayıflık olarak görülmeye başlandı.
Aydınlanma Çağı'nın ikinci bölümünde, doktorlar saldırganlığın bu hastalığın temelinde olduğu fikrini ortaya koymaya başladı. Egzersiz, diyet, müzik ve uyuşturucular gibi tedaviler yoğun olarak savunuldu. Doktorlar arkadaşlarınızla veya bir doktorla sorunlarınız hakkında konuşmanın önemli olduğunu önerdi. Diğer doktorlar, istedikleriniz ile doğru bildikleriniz arasındaki iç çatışmalardan kaynaklanan depresyon fikrinden bahsettiler. Yine de başkaları bu durumun fiziksel nedenlerini belirlemeye çalışmaya devam ediyordu.
Aydınlanma Çağı sırasındaki depresyon tedavileri, suya batırmayı (insanlar boğulmadan mümkün olduğu kadar uzun süre su altında tutuldu) ve baş dönmesini sağlamak için beyin içeriğini tekrar doğru konumlarına getirdiğine inanılan bir dönen tabure kullanmayı içeriyordu. Benjamin Franklin'in bu süre zarfında erken bir elektroşok tedavisi formu geliştirdiği de bildirildi. Ayrıca ata binme, diyet, lavman ve kusma da öneriliyordu.
Depresyon hakkında son görüşler
1895'te Alman psikiyatrist Emil Kraepelin bugün bipolar bozukluk olarak bildiğimiz manik depresyonu, demans praecox'tan (şizofreninin eski adı) ayrı bir hastalık olarak ayırt eden ilk kişi oldu. Aynı zamanda, psikodinamik teori ve psikanaliz de bu dönemde geliştirildi.
Sigmund Freud 1917'de yas ve melankoli hakkında yazdı. Melankolinin bir kayba – gerçek (ölüm gibi) ya da sembolik (istenen bir hedefe ulaşamamak) – verilen yanıt olduğu teorisini sundu. Freud ayrıca, bir insanın kaybına karşı bilinçsiz öfkesinin kendine nefret ve kendine zarar verme davranışına yol açtığına inanıyordu. Psikanalizin, bir kişinin bu bilinç dışı çatışmaları çözerek kendine zarar verici düşünce ve davranışları azaltmasına yardım edebileceğini hissetti. Bununla birlikte, bu süre zarfında diğer doktorlar depresyonu beyin bozukluğu olarak görmüştür.
Son dönemlerdeki depresyon tedavileri
19 ve 20. yüzyılın sonlarında uygulanan ağır depresyon tedavileri hastalara yardım edecek yeterlilikte değildi. Bu durum birçok insanı acıyı dindirmek için beynin ön kısmının devre dışı bırakıldığı ameliyatlar olan lobotomiye zorladı. Bu ameliyatların "sakinleştirici" bir etkisi olduğu bilinmektedir. Ne yazık ki, lobotomi çoğu zaman kişilik değişikliklerine, karar verme kabiliyetinin kaybına ve hatta bazen hastanın ölümüne neden olmuştur. Suni epilesi nöbeti başlatmak için kafa derisine uygulanan elektrik verme işlemi olan elektrokonvülsif tedavi de bazen depresyonu olan hastalarda kullanılmıştır.
1950'li ve 60'lı yıllarda doktorlar depresyonu "endojen" (vücuttan kaynaklanan) ve "nevrotik" veya "reaktif" (ortamdaki bazı değişikliklerden kaynaklanan) alt türlerine ayırdılar. Endojen depresyonun genetik veya başka bir fiziksel kusurdan kaynaklandığı düşünülürken, nevrotik veya reaktif depresyon tipinin bir şeyin ölümü veya kaybı gibi bazı dışsal sorunların sonucu olduğuna inanılıyordu.
1950'ler, doktorların izoniazid denilen bir tüberküloz ilacının bazı insanlarda depresyon tedavisinde yardımcı olduğunu fark etmeleri nedeniyle depresyon tedavisinde önemli bir on yıldı. Depresyon tedavisinin daha önce sadece psikoterapiye odaklandığı yerlerde, şimdi ilaç tedavileri geliştirilmeye başlandı ve tedaviye dahil edildi. Ayrıca, bilişsel davranışçı ve aile sistem teorisi gibi yeni düşünce okulları, depresyon tedavisinde psikodinamik teoriye alternatif olarak ortaya çıkmıştır.
Günümüzde depresyon
Günümüzde, depresyonun biyolojik, psikolojik ve sosyal faktörler dahil olmak üzere çeşitli nedenlerin birleşiminden kaynaklandığı düşünülmektedir. Nörotransmiterler olarak adlandırılan molekülleri hedef alan psikoterapi ve ilaçlar genellikle tercih edilen tedavilerdir. Ancak elektrokonvülsif tedavi, tedaviye dirençli depresyon veya acil rahatlama gerektiren ciddi vakalar gibi bazı durumlarda da kullanılabilir.
Transkraniyal manyetik stimülasyon ve vagus sinir stimülasyonu da dahil olmak üzere diğer yeni tedaviler de son yıllarda, tedaviye ve ilaçlara cevap veremeyenlere yardımcı olmak amacıyla geliştirilmiştir. Çünkü, ne yazık ki depresyonun nedenleri hala kendi içinde bir miktar karmaşa barındırır. Henüz herkes için tatmin edici sonuçlar veren tek bir tedavi yok.
Kitap okumanın depresyona etkisi
Kitap okumayla depresyon arasındaki iyileştirici bağlantısını konuşalım. Pek çok kitap kurdu, her yerde sosyal medyanın amansızca kullanılmasının kitap okumada düşüşe yol açmasından endişe duymaya devam etmektedir. Ancak bir dizi anket, kitap okuma eğilimlerinin son yirmi yılda sabit kaldığını göstermektedir.
Örneğin, 2017 Gallup Anketi, Amerikalıların yüzde 35'inin 2002 ile aynı seviyede, yılda 10 veya daha fazla kitap okuduğunu keşfetti. Aynı şekilde, bir Pew Research Forum anketi kitap okuma alışkanlıklarının 2012'den 2016'ya kadar büyük ölçüde değişmediğini tespit etti. Ortalama bir Amerikalı yılda 4 kitap okuyor. İlginç bir şekilde, bu anket Amerikalıların yüzde 27'sinin 2016 yılında hiç kitap okumadığını buldu.
Bibliyoterapi
Nispeten bilinmeyen bir zihinsel sağlık desteği de "bibiyoterapi" veya "okuma terapisi" dir. Bu, temel olarak zihinsel sağlık sorunları olan insanlarda iyileşmeyi teşvik etmeyi amaçlayan klinikler, kütüphaneler veya okullar tarafından yürütülen yapılandırılmış kitap okuma programlarını ifade eder.
Bu tür gruplar, yetişkinler ve çocuklar için web sitelerinde bazı bibiyoterapi kaynaklarını barındıran Amerikan Kütüphanesi Birliği gibi kuruluşların çabalarına rağmen, nadir olarak görülmektedir.
Bibliyoterapi terimi, zihinsel hastalığı olan bir bireyin takip ettiği kendi kendine başlatılan kitap okuma sürecine atıfta bulunmak için de kullanılır. Bu, bir klinisyen, aile üyesi veya yaşıt bir destekçi tarafından desteklenebilir veya tek başına takip edilebilir.
Bazı çalışmalar biblioterapinin zihinsel hastalıklardan korunmayı kolaylaştırıp kolaylaştırmayacağını incelemiştir. Klasik bir çalışma bibiyoterapi programından sonra depresif belirtilerde bir düşüş buldu, daha yeni meta-analizlerde ve sistematik incelemelerde de tekrarlanan bir bulgu söz konusu.
Kurgu
İlginç bir şekilde, birkaç çalışma, kurgu türündeki eserlerinin zihinsel sağlık ve depresyon sorunları olan veya olmayan kişiler için özellikle yararlı olabileceğini göstermektedir. Bu çalışmalar, kurgusal okumaların okuyucuların empatisini, sosyal becerilerini ve kişisel görüşlerini ("zihin teorisi" olarak bilinir) artırabileceğini göstermektedir.
Bu araştırma, okuyucuların karakter ve senaryolarla derinden ilgilenebileceğini ve ortak insanlık ve ortak mücadelelerimizi daha iyi anlamalarını sağladığını göstermektedir. Gerçekten de, Toronto Üniversitesi'nden önde gelen uzman Dr. Keith Oatley, "kurgu, sosyal deneyimlerimizi anlamamıza yardımcı olabilir" diyor.
Bu araştırmaya dayanarak, zihinsel sağlık hakkındaki bilinci artırmak için kurgu çalışmalarını sık sık öğrencilere önerebiliriz. İki tavsiye; Nathaniel Hawthorne'un The Scarlett Letter'ı ve okurlara yabancılaşma, yalnızlık, utanma, damgalanma ve zihinsel sağlık sorunları yaşayan kişilerin sık sık yaşadığı sosyal dışlanma hakkında derinlemesine bir bakış açısı sağlayan, Sylvia Plath'ın The Bell Jar kitabı.
Otobiyografi ve hastalık deneyimleri
Zihinsel hastalığı olan bir dizi cesur insan, yaşam deneyimlerini detaylandıran keskin otobiyografik anılarını yayınladı. Bu yazılar genellikle akıl hastalığının neden olduğu acı ve sıkıntı ile iyileşme ve direnç stratejileri yolculuklarını yansıtır.
İlginç bir şekilde, Dr. Mike Slade ve Nottingham Üniversitesi'ndeki meslektaşları tarafından yayımlanan yeni bir inceleme makalesi, zihinsel hastalığı olan kişilerin bu tür "iyileşme anlatıları" ndan nasıl etkilendiğini inceledi. Sonuçlar, bu anlatıları okumanın kişisel tecrübeyi yükseltip, tedirginliği azaltırken iyileşme ile olan bağlılığı ve anlayışı artırabileceğini göstermektedir.
Din ve maneviyat
Son olarak, birçok araştırma dindarlık ve ruh sağlığı arasında güçlü ve tutarlı bir ilişki olduğunu göstermektedir. Dindarlığın ayrılmaz bir parçası, zihinsel sağlık sorunları olan inananlara çok ciddi kolaylık ve destek sağlayabilecek olan kutsal metinlerin düzenli olarak okunmasını içerir.
Bu, Afrikalı-Amerikalılardaki zihinsel hastalıkların iyileşmesi üzerine yapılan bir araştırmayla kanıtlanmaktadır. Bu araştırma sırasında, pek çok katılımcı İncil okumanın, adanmışlık metinlerinin ve diğer dini okumaların iyileştirmeyi kolaylaştırdığını, bir katılımcının "beni gerçekten kendimde tutmamı sağlayan şey" olduğunu hatırlatan bir şekilde dile getirdiğini bildirdi.
Aynı şekilde, kanıtlar, dikkat temelli yaklaşımların akıl hastalıklarından kurtarmayı artırabileceğini göstermektedir. Devam eden çalışmaların birinde, zihinsel sağlık sorunları olan genç erkekler sıklıkla, kendi zihinsel sağlıklarını geliştirmek için bilinçli farkındalık kitaplarını okuduğunu bildiriyorlar. Örneğin Şimdi'nin Gücü gibi.
Sonuç olarak, kitaplar, empatiyi artırabilen, iyileşmeyi hızlandıran ve zihinsel sağlık sorunları yaşayan kişilere ilham veren, paha biçilmez ancak az kullanılan bir kaynaktır. Bu nedenle, resmi bibiyoterapi grupları veya aileden, arkadaşlardan veya klinisyenlerden istifade eden bireyler aracılığıyla, herkes için, özellikle de zihinsel hastalığı olanlar için kitap okuma teşvik edilmelidir.
Sevgili küçük kız kardeşinin ölümü üzerine, ünlü Victorian yazar Lord Thomas Macaulay, "Bu yıkım altında tamamen ezilmemiş olmamı, esas olarak edebiyata borçluyum. Edebiyat hayatımı ve aklımı kurtardı." yazmıştı.