Bir kahverengi şişedeki birkaç hap, evli kadınların adet düzensizliklerini yoluna koyabilecek en güvenli yöntem olarak anlatılıyordu. Oysa bu küçük şişenin içindekiler, kendi döneminde adeta bir bomba etkisi yaratacak kadar etki gösterdi. Çünkü şişedeki haplarda, dünyanın ilk doğum kontrol hapı olan Enovid vardı.
Enovid kısa bir süre sonra, kadınların başlatacağı bir cinsel bağımsızlık döneminin fitilini ateşleyecekti. Haplar, üremenin en önemli aşaması olan gebe kalabilmenin kontrolünü kadının eline bırakabilecek, güvenli ve tıbbi yönleriyle test edilmiş bir yöntem olarak satılıyordu. Ancak o dönem ve o dönemden bu zamana çok az kadın, bu hapların kökenlerinin ne kadar karışık bir süreçten geçtiğini fark edecekti.
Bu hapların şüphesiz aydınlık bir geleceği vardı. Fakat ne yazık ki geçmiş hikayesi – öjeni ve sömürgecilik gibi – başka meselelerle doluydu. Klinik testleri Amerika Birleşik Devletleri topraklarında değil Porto Riko'da yapıldı. Bu topraklarda yaşayan yoksul kadınlara bu ilacın testine katıldıkları ya da katıldıklarından sonra karşılaşacakları yan etkilerden hiçbirisi söylenmedi. Ayrıca ilacın güçlü bir versiyonu içiriliyordu. Bu etik dışı test sürecinde üç kadın öldü ve ölüm nedenleri kesinlikle araştırılmadı.
Doğum kontrol hapının hikayesi, özellikle Amerika'daki doğum kontrol dayanışmasının en güçlü isimlerinden biri olan Margaret Sanger ile ilişkilendirilir. Aklındakini söylemekten çekinmeyen, cesur Sanger, kadınların istediği gibi üreyebilme hakkı edinmesi için mevcut yasalara savaş açmıştı. 1916 yılında ülkenin ilk doğum kontrol kliniğini hizmete açtı ve doğum kontrolü hakkında özellikle genç kadınlara yönelik bildiriler dağıtıyordu. Kısa süre içinde tutuklanarak, New York yasalarına karşı gelmekten yargılandı. Fakat Sanger'e açılan bu dava, günümüzde Amerika Birleşik Devletleri'nde doğum kontrolünün serbestleşmesinde bir mihenk taşı olarak kabul ediliyor. Çünkü doktorlara ve klinik araştırmacılara, kadınların kendi gebeliklerini planlamasına veya önlemelerine yardımcı olabilecek daha etkili yöntemler bulmaları için bir itici güç sağladı.
Sanger, kadınların kendi bedenlerini kontrol etme özgürlüğünü elde edene dek, kesinlikle özgür olmayacaklarına inanıyordu. Ayrıca doğum kontrolü konusundaki fikirleri, günümüzün modern kadınlarını rahatsız edebilecek bir felsefeyi de barındırıyordu. Fakat tarihçiler, Sanger'in beyaz tenli olmayan ırkların üremesinin engellenmesi gerektiğine inandığını bir efsane olarak ele alıyorlar. Oysa yine aynı tarihçiler, Sanger'in öjeniyi benimsediği ve araştırmalar yaptığı konusunda hemfikirler. Öjeni, "istenmeyen" ırklara ait nüfusların çoğalmasını kontrol ederek azaltılabileceği ve zamanla ortadan kaldırılabileceğine dair bir teoiridir.
Sanger'in kafasındaki düşünceye göre, bu "istenmeyen" topluluk "zeka ve görünüş olarak eksik" idi. Sanger, o çağın öjenik dilinden de yararlanarak, doğum kontrolünün "medeniyetlerin halihazırdaki en büyük tehdidi" olan geniş çaplı yoksulluk içinde yaşayan ve zihinsel hastalıkları ve bedensel engelleri olan insanları azaltmaya -ya da yok etmeye- destek olabileceğini öne sürdü.
Aşırı yoksulluğu ortadan kaldırma ve dolaylı da olsa siyah nüfusu azaltmaya yönelik bu yönelim, Sanger'ı daha inovatif doğum kontrol yöntemleri bulmaya ve bunlara destek olmaya itti. Seneler boyu hamileliği kontrol altına almanın hemen hemen kusursuz bir yolunu hayal ediyordu. Memeli hayvanların üremesi alanında uzmanlaşmış ve aynı zamanda ihtilaflı bir biyolog olan Gregory Pincus ile bir araya geldi. Pincus'a, kendi çalışmalarının herkesin satın alabileceği bir doğum kontrol hapı üretmek için kullanılıp kullanılamayacağını sordu. Doktor Pincus bunu deneyebileceğini belirtti. Ardından Sanger doktoru, ünlü hayırsever ve aktivist Katharine Dexter McCormick ile tanıştırdı. Katharine, 20. yüzyılın en çok arzulanan fakat bir o kadar riskli bilimsel deneylerinden biri haline gelen bu bilimsel süreci maddi anlamda garanti altına alacaktı.
O günlerde, dişilerin üreme sistemi bilim insanları için henüz büyük ölçüde bir karmaşadan ibaretti. Ayrıca doğum kontrolü üstünde araştırma yapmak ve en önemlisi kadınları bilgilendirmek eyalet yasaları eliyle agresif biçimde yasadışı hale getirilmişti. Örneğin Pincus'un çalışmalarını yaptığı Massachusetts eyaleti 1950'lerde böyle bir yerdi. Kadın doğum alanında uzman olan Pincus ve John Rock sessizce bir çalışma başlattılar. Bu çalışmaya göre gebelik sürecinde vücudun ürettiği önemli bir hormon olan progesteronun, kadınların hamile kalmasına engel olabileceği düşünülüyordu. İlk aşama testlerde tavşan ve fare kullanıldı. Sonuş başarılıydı. Peki kadınlar üstünde de denenebilir miydi?
Bunu anlamanın tek yolu üstünde denenebilecek kadınlar bulmaktı. Fakat ne hakkında araştırma yaptıkları ortaya çıkarsa, Pincus Massachusetts'te hüküm giyebilirdi. Çok az sayıda kadına ulaşabildiği halde bunlar üzerinde test yapabildi. Araştırma konusunu "doğurganlık testi" adıyla kamufle etmişti. İlacı tüm dünyanın kullanımına sunabilmesi için daha büyük bir klinik deney verisinin toplanması gerekiyordu.
Doktor Pincus ve Sanger'ın düşüncesine göre Porto Riko bunun için kusursuz bir topraktı. Çünkü bu bölge bir nüfus patlamasının içinde can çekişiyordu. Dolayısıyla geniş tabanlı yoksulluk vardı. En önemlisi, bir dönem ABD hükümeti tarafından "Yeni Düzen (New Deal)" programı dahilinde finanse edilen doğum kontrol kliniklerine de sahipti. Bu kliniklerin birçoğunu Procter & Gamble (P&G) şirketinin varisi ve Amerikalı ünlü öjenist Clarence Gamble destekleyip, idare ediyordu.
Gamble, Porto Rikoluların ve fakirlik içinde yaşayan diğer ırkların, nüfusa katılabilecek daha "uygun ve güçlü" üyelerine yer açmak için yeryüzünden kazınması gerektiğine derinden inanıyordu. Bu inancı nedeniyle doğum kontrolü yöntemiyle de çok ilgiliydi. Tarihçi Nancy Ordover'ın ifade ettiği gibi, bu bölgedeki doğum kontrol ofisleri Pincus'un klinik araştırması için işe alım görevi görmeye başlamıştı. Gamble ayrıca, Porto Riko yönetiminin, kadınları acımasız bir doğum kontrol yöntemi olan kısırlaştırmaya teşvik etmesine de tüm gücüyle dahil olmuştu. Bu plan dahilinde, Porto Rikolu kadınların yaklaşık üçte biri ikinci çocuklarının doğumundan hemen sonra histerektomi uygulanarak kısırlaştırıldı. Bu işlem rahim yapılarının çıkarılması anlamına geliyordu ve çoğu istemsizce zorlanmıştı.
Bu duygusuz politika, Pincus'un testler için yeni adayların oluşmasına da yardımcı oldu. Çünkü eğitimli kadınlar yan etkilerinden çekindiği için yeni ilacı denemeyi istemiyordu. Fakat daha az eğitimli kadınlar aynı anda hem hamilelikten hem de kısırlaştırmadan kaçınma konusunda o kadar şanslı değillerdi. Pincus, 1955 yılından itibaren San Juan'ın ve diğer şehirlerin en fakir mahallelerinde yapılan klinik deneyler süresince bu eğitimsiz kadın grubuna odaklandı.
İlacı içen kadınlar, hamileliklerinin önlediğini biliyorlardı. Fakat bu hapların henüz test aşamasında olduğundan ve hatta çok yeni bir klinik araştırmaya dahil olduklarından habersizdi. Doktorlar Pamela Verma Liao ve Janet Dolin, ilacın yan etkileriyle ilgili bilgi verilmediğini ve kadınların kan pıhtılaşması ve ağır mide bulantısı gibi ciddi yan etkiler yaşadıklarını anlatmıştı.
Bu riskler gerçekten de ciddiydi: Bu yeni haplar, bugün üretilen doğum kontrol haplarından çok daha yüksek dozlarda hormon barındırıyordu ve önemli yan etkiler gösterdi. Pincus, mide bulantısı veya depresyon gibi olumsuz etkilerin hapın yeniden elden geçirilmesi gerektireceğini hiç düşünmek istemedi. O dönem aklındaki tek endişe ilacın işe yararlığını kanıtlamaktı. Bu klinik deneyler boyunca üç kadın aniden öldü. Fakat bedenlerine otopsi uygulanmadı; Bu ölümlerin ilaçla ilişkili olup olmadığı belirsizliğini koruyor.
Modern değerleri hepimiz biliyoruz. Gizlenmiş tıbbi deneyler hem etik hem de emniyetli değildi. Bu ilaçları içmeyi kabul eden kadınlar çaresizlik içindeydi. Yine de neleri tehlikeye atmış olabilecekleriyle ilgili dürüst açıklamalar duymaya değer görülmediler. Ancak Pincus'un gözünden test bir başarıydı: Yüksek dozda kullandırılan hormonlar deneklerin hamile kalmasını engeledi ve daha geniş çaplı testlerdeyse hap hemen hemen yüzde 100 etki sağladı. Pincus yine de testleri sürdürecekti: İkinci aşama Gamble'ın bütçesinden finanse edildi. Bu defa haplar akıl hastanelerindeki kadınlar ve erkekler üzerinde bu kez hiçbir rızaları olmadan kullandırıldı.
1957 yılında Enovid isimli ilaç onaylandığı gibi tüm dünyayı sardı. Amerikalı kadınlar ucuz ve tamamen işe yarayan doğum kontrolü hapına sahip olmak için, olası yan etkileri yaşamaya çoktan razıydı.1960 yılındaysa aynı ilaç artık doğum kontrol yöntemi kategorisi altında onay almıştı. Bu kadınların cinsel yaşamlarını kontrol altına aldığı yeni bir çağ demekti. İlacın yan etkileri günümüzde hala eksiksiz biçimde çözümlenemedi. Bilim insanlarının en fazla emin olduğu yan etki; doğum kontrolüne dikkat eden kadınlara depresyonunda eşlik etmesi oldu.