Tarihin akıl hastası kral ve kraliçelerini ele alalım. Günümüzde akıl hastalığının tedavisi için daha modern ve gelişmiş yöntemler uygulanıyor. Bu hastalığa sahip olan insanlara karşı bakışımız daha yumuşak ve çözüm odaklı olmuş durumda. Fakat eski çağlarda bu durum günümüzdeki gibi değildi. Bu hastalığa sahip olan insanların aileleri bu durumu utanç verici ve kabul edilemez olarak algılardı. Onları, tedavi etmek yerine odalara kilitler ve toplumdan dışlarlardı, bir çoğu da kapatıldıkları odalarda ölüme terk edilirdi.
Fakat, o tarihlerde aynı durum akıl hastası olan bir kral veya bir kraliçe için geçerli değildi. Tarihte zihinsel bozuklukları olan kralların kendine teşhis koyan tıp adamlarını öldürttüğünü biliyoruz. Bu yüzden tarih, bir tıp uzmanı tarafından akıl hastası olarak teşhis edilememiş ancak eylemleri ve davranışları sonucu "deli" olarak nitelendirilen hükümdarlar ile dolu. Bu makalemizde size tarihin en çılgın krallarından bahsedeceğiz.
Babil kralları Nabonidus ve Nebukadnezar
Nabonidus MÖ 556'dan 539'a kadar hüküm süren Babil'in Nebukadnezar'dan sonraki son kralıydı. Babil kaynaklarında "kral" olarak adı geçmiyor olsa da, tarihçiler onun delirip halkını terk eden Nebukadnezar'dan sonra tahta gelen kişi olduğunu söyler.
Nebukadnezar rahatsız edici bir rüya görür ve yorumlayıcısı Danyal'dan tercüme etmesini ister. Danyal şöyle der: "Dünya üzerinde bulunan bütün krallardan daha büyük bir kral olduğun zaman, vahşi hayvanlar gibi delirip ormana gideceksin. Yedi zaman boyunca Cennet'ten düşen çiğ taneler ile ıslanmış otları öküz gibi yiyeceksin". Bir gün büyük kral ortada hiçbir neden yokken halkını terk eder ve ormana kaçar.
Ancak bazı Babil yazıtları farklı bilgiler sunmakta. "Ölü Deniz Yazmaları"ında bulunan kayıtlar da bu durumun, Nebukadnezar için değil ondan sonra tahta gelen Nabonidus için geçerli olduğunu, akıl sağlığı yerinde olmadığı için hükümdar olamadığını söyler. Bu çelişkinin yaşanmasına neden olan iki farklı sebep var. Birincisi, Nebukadnezar Kudüs'te bulunan ilk tapınağı yıkan büyük bir kraldı ve Nabonidus ise kendinden önceki krala kıyasla daha vasıfsız ve aklı yerinde olmayan bir liderdi. Özellikle dini konular yerine anıt ve heykellere önem veriyor olması halkını rahatsız ediyordu.
Bu kadar yüce bir kralı o dönemin tarihçileri yaşadığı bu çılgınlıkla tarihe kazımak istemediler ve delirenin Nabonidus olduğunu kaydettiler. İkinci neden ise, günümüz tarihçilerinin bu yazıtların yanlış çevrildiğini ifade etmeleridir. Bütün parşömenler bir araya getirildiğinde neredeyse 500 adet kitaba denk gelmişti ve çoğu kitap tarihsel sıralamaya sadık kalınarak arşivlenememiştir.
İngiltere Kralı III. George
Kral III. George'un ölümüne yakın zamanlarda tamamen çıldırdığı, etrafında olan biteni algılamakta zorluk çektiği söylenir. Son zamanlarında sıra dışı hareketleri olduğu söylenen kralın, idrarının kırmızı ve/ya mavi renk aldığı, Prusya Kralı olduğunu düşündüğü ağaç dalıyla el sıkıştığı rapor edildi.
Kral III. George 1760'dan 1820'ye kadar hüküm sürdü ve tek şöhreti çıldırması değildi. Hükümdarlığı zamanında Amerikan Bağımsızlık Savaşı'nı kaybetti ve Birleşik Krallığın kontrolü altında olan on üç Amerikan Kolonisine bağımsızlıklarını vermek zorunda kaldı. Hükümdarlığının son dönemlerinde akıl hastalığı yüzünden çok fazla acı çekti ve artık krallığı yönetemez duruma geldi.
Kralın deliliğinin modern teşhisi şizofreni, bipolar bozukluk, cinsel isteksizlik, kalıtsal kan bozukluğu porfiria içerir. Porfiria, akıl hastalığı etkileri ile aynı özellikleri gösterir; kırmızı renkli idrarın nedeninin bu olduğunu düşünebiliriz. Tedavi süresince kendisine verilen arseniğin hastalığı ilerlettiği tahmin ediliyor.
Kralın gerçekten akıl hastası olduğuna inanan akademisyenler, yazı ve davranışlarındaki farklılıklara dikkat çekiyor. Ruh halinin dengesiz olduğu dönemlerde bunu yazılarına ve konuşmasına yansıtırdı. Öyle ki ağzından köpük gelirdi. Mavi idrarın gentiyan bitkisinden kaynaklandığı düşünülüyor.
Ölümüne yakın dönemde, hastalığının son ve en şiddetli krizini yaşadı ve hastalığında naibi olarak görev yapan oğlu Galler Prensi George hemen ardından tahta geçti ve ölümüne kadar IV. George olarak anıldı.
Fransa Kralı VI. Charles
Tarih Kral Charles'ı iki isimle kayıtlara geçmiştir: "Sevilen Charles" ve "Deli Charles". Peki iki unvanı nasıl aldı? İlk unvanını Fransayı, İngiltere hegemonyasından kurtarıp ülkesine özgürlüğünü kazandırdığı zaman aldı. 1368 yılında 11 yaşında iken kral oldu fakat yasa gereği 21 yaşına gelene kadar amcaları tahtta söz sahibi kaldılar. Amcaları ülkenin mali durumunu kötüye götürdü ve birçok isyana sebep oldu. Charles 21 yaşına geldiğinde görevi devraldı, amcalarını gönderdi ve babasının eski danışmanları ile beraber ülkesini parlak dönemlere taşıdı.
Ne yazık ki bu durum dört yıl kadar sürdü. Tahtının parlak döneminin dördüncü yılında ikinci unvanını kazandı. O dönem baş danışmanlarından birine suikast girişimi oldu. Bu olayı çözmek için araştırma içine giren kral, aslında asıl hedefin kendisi olduğu fikrine vardı. Bu süreçten sonra, bulunduğu her ortamda düşmanları tarafından gözetlendiğini ve her an bir saldırıya maruz kalacağı fikrini kafasında kurmaya başladı.
Gün geçtikçe bu fikre inanan ve bu durumu zihninde büyüten kral bir seferinde kendisini öldüreceğini düşündüğü bir şövalyesini haksız yere idam etmişti. Son zamanlarda ortada bir neden ya da tehlike yokken sarayın koridorlarında kaçarcasına koşmaya başlayan kral, hastalığının son evresinde kendi ailesinden kuşkulanmaya başladı. Kendi karısını ve akrabalarını bile huzuruna kabul etmemeye başlayan Charles her an öldürülme korkusu ile uzun süre banyo bile yapamadı.
Günümüz kriterlerine göre bipolar bozukluk teşhisi konulan Kral Charles hastalığının son evresinde kendisinin camdan yapıldığını ve bu nedenle kimsenin kendisine dokunmamasını istiyordu. Kendisini güvende hissedeceği bir kıyafet tasarlanmıştı; bu kıyafeti giydiği zaman kırılmayacağını düşünüyordu. 1422 yılında hayatını kaybetti. Zamanın zihniyeti hastalığının nedeninin Tanrı'nın kendisini cezalandırmış olduğu yönündeydi. Çünkü antipapa VII. Clement'i desteklemişti.
Portekiz Kraliçesi I. Maria
Kral Charles gibi Kraliçe Maria'nın da iki farklı ismi vardı, "Dindar Maria" ve "Deli Maria". Portekiz'de naiplik almadan tahta geçen ilk kraliçeydi. 1777'de başlayan saltanatı tam 39 yıl sürdü. Maria 1786 yılına kadar iyi ve kudretli bir hükümdardı ta ki kocası ve aynı zamanda amcası olan III. Peter ölene kadar. Bu durum ruhsal dengesini tamamen bozdu. Kendisi için büyük yıkım olan bu ölümden sonra 1791'de oğlunu kaybetti ve artık kendini de tamamen kaybetmişti.
Bu dönemden sonra kendini lanetlenmiş olarak görmeye başladı. Çığlık atarak sinir ve öfke nöbetleri geçirdi ve neredeyse her gün feryat ederek ağlıyordu. Kraliçenin teşhisi konulamayan hastalığının tedavisi için sıklıkla vücudundan kan çekiliyor ve lavman (müshil tedavisi) yapılıyordu. Kraliçe haklıca bu tedavilere razı olmuyordu.
O dönem III. George'u tedavi etmek için görevlendirilen Dr. Francis Willis, kraliçenin tedavisi için Portekiz'e geldi ve konsül toplantısında kraliçeye "deli" teşhisi koydu. Francis'in tedavi amaçlı uyguladığı yöntemler daha kötüydü. Deli gömleği, buz banyosu ve bunaltıcı sıcaklık gibi teknikler uyguluyordu.
Bizans İmparatoru II. Justinus
Kraliçe tedavi için İngiltere'ye götürülmek istendi fakat konsül bunu kabul etmedi. Kraliçenin bu durumundan dolayı tahta oğlu Prens João getirilmek istendi. 1799 yılında ilk olarak naip olarak atandı fakat başarılı olamayınca taht kavgaları başladı ve hemen arkasına Fransa, Portekiz'i işgal etti. Brezilya'ya sürgün edilen ve burada "Deli Maria" olarak anılan kraliçe 1816 yılında hayata gözlerini yumdu.
Antik çağın deli imparatoru II. Justinus da ilginç bir hikayeye sahip. Şüpheli durumlarla tahta geçen II. Justinus 565 yılından 578 yılına kadar tahtta kaldı. Amcası I. Justinus ölürken kâhyası onun II. Justinus'u kral seçtiğini söyledi. Callinicus, Justinus ailesi ile politik müttefik olmayı istediğinden bu seçimi uydurduğu da söylenir.
II. Justinus tahta çıktığı ilk dönemde ülkesinin çıkarlarını göz önünde bulunduruyordu. Finansal açıdan istikrarı sağlamış ve her ne kadar sonradan sürgün etse de Katolik Hristiyanlara baskı uygulamamıştı. Daha sonra beklenmedik bir şekilde, ateşkes anlaşması yaptığı ülkelere barışı bitirmek pahasına bile olsa vergi ödemeyi kesti. Bu durum İtalya'nın bir bölümünün kaybedilmesine ve Persler ile savaşa neden oldu.
Bu başarısızlıkların akıl sağlığını bozduğu tahmin edilir. Zira 571 yılında sağlığı geriledi. Ayakta duramıyor ve eklemlerini kullanamıyordu. Demirden yapılmış küçük bir tekerlekli taht üzerinden sarayın içinde hizmetçileri tarafından taşındığı söylenir.
574'e gelindiğinde kararları karısı Sophia alıyordu. Karısı, öz oğlu Tiberius'un ordu generali yapılmasını dahi sağladı. II. Justinus ölene dek ismen kraldı ve ölümünden sonra Tiberius ile annesi ülkeyi ortak yönettiler.
II. Justinus hayatının son yıllarına doğru daha da kötüleşti. Bir keresinde kendisini sarayın camından atmaya çalıştı. Bu nedenle pencereler demir plaka ile kapatıldı. Diğer zamanlarda ise mırıldanıyor, insanlara saldırıyor, kahyasını ısırıyor, çığlık atıyor ve uluyordu. Halk arasında iki kahyasını yediğine dair hikayeler bile yayıldı.
Kendisini yatıştırmak isteyen hizmetçileri onu bir vagona bağlar ve saatlerce org müziği çalarak çekerlerdi.
Kastilyalı Juana
Tarih, bu kraliçeye "Juana la Loca" ya da "Deli Juana" lakabını verdi. Ama bugün birçok kişi onun gerçekten çılgın olup olmadığını sorgular. Juana, 1496 yılında Burgonyalı Phillip (Yakışıklı Philip) ile evlendi. Juana ona derinden aşık olmuştu fakat Phillip'in çok sayıda metresi vardı ve Juana kıskanç bir mizaca sahipti.
Karanlık ve bulanık bir zamanda tahta geçmeye başarmıştı. 1504'te annesi I. Isabella'nın ölümünden sonra Kastilya'nın naibi olarak tahta çıktı ancak babası Aragonlu II. Ferdinand bunu kabul etmedi ve konsülü Juana'nın ruhsal hastalıkları olduğu konusunda ikna etti. Böylece babası onun yerine hükümdar olmuştu.
Bunun üzerine, alınan karara karşı çıkan halk Philip'in kontrolünde ayaklandı. Ağır sonuçlara sebep olan ayaklanma sonucunda konsül tahtın hem Juana hem de babası Ferdinand ile beraber yönetilmesine karar verdi.
Juana gençliğinde çok zeki bir kadın olarak anılırdı fakat evlendikten sonra akıl sağlığından şüphe edilmeye başlandı. Araştırmacılar o döneme ait davranışlarını baz alarak kendisinin melankoli ve psikoz olduğunu söyler.
İstemeden evlendiği fakat sonradan aşık olduğu Phillip tarafından defalarca aldatıldı. Kendine ait olan mücevher ve kıyafetlerin Phillip tarafından metreslerine verildiğini fark edince çılgına döndü ama bu olay bile ona olan takıntısının azalmasına neden olmadı. 26 yaşında iken kocasını kaybetti ve akıl sağlığı tamamen yok olmaya başladı.
29 yaşında babası tahtın tek hakimi olmak için kızının delirdiğini ilan etti ve onu İngiltere'deki bir kuleye kapattı. Kapatıldığı hücrede ölen kız kardeşinin adını verdiği kızı ile tam 7 sene yaşadı. 36 yaşına geldiğinde kızı elinden alındı ve tek başına bulunduğu kule benzeri şatoda yaşamaya mahkum edildi. Yıllarca dövüldü, darp edildi öfke nöbetleri geldiğinde elleri ve ayak bilekleri bağlanarak hücreye tıkıldı ta ki sakinleşene kadar. 76 yaşında hayata veda etti. Aslında Juana için delirmiş demek yerine "delirtilmiş" demek daha doğru olacaktı.
İsveçli XIV. Erik
İsveçli XIV. Erik 1560'da tahta çıktı ve ülkeyi sekiz yıl yönetti. Aydın ve zeki olmasıyla bilinen Erik yıllar süresince Kraliçe I. Elizabeth dahil çeşitli soylu kadınlara evlilik teklif etmişti. 1567'de metresi olan Karin Månsdotter ile evlendi.
XIV. Erik tutkulu biriydi ve o zamanki genel yaklaşımın aksine topraklarını genişletmek istedi. Üvey kardeşi Dük John da kendi topraklarını genişletmek isteyince Erik 1563'te kendisini yüksek ihanetten hapse attı. Bu zamanlarda kralın delilik belirtileri başlamıştı. Kendisine komplo kurduklarını düşündüğü beş Sture ailesi üyesini hapsetti ve ardından öldürülmelerini emretti. Nils Svantesson Sture'u bizzat hançerledi.
XIV. Erik'in bu davranışlarından rahatsız olan soylular 1568'de onu tahttan indirdiler. Hapse attığı üvey kardeşi Dük John, III. John olarak İsveç'in kralı oldu. John, Erik'in hapisten kaçabileceğinden şüphe duyduğundan gardiyanlara herhangi bir denemede onu öldürmeleri emrini verdi. Ne var ki kendisine bir gün arsenik zehirli bezelye çorbası verildi.
Danimarkalı VII. Christian
Danimarka Kralı VII. Christian her ne kadar 1767 – 1808 arasında ülkenin başında kalmış olsa da ismen kraldı. Gece hayatına aşırı düşkün olan kral genelevlerde fahişelerle içki alemi yapardı. Ancak zayıf yöneticiliğinin tek nedeni bu değildi. Ruh hali çabuk değişir, paranoya gösterir, halüsinasyon görür ve kendine zarar verdi. Günümüzde hastalığının şizofreni olduğu düşünülüyor. Bazıları ise porfiri der.
Mahkeme kağıtlarını damgalamak dışında pek bir işle ilgilenmezdi. Kral olduğu dönemde Kral III. George'un (evet, Deli Kral George) kızıyla evlendi (Caroline Matilda). Doktoru Johann Friedrich Struensee kral ile yakın ilişkiler kurdu ve epey güç elde etti. Kral ona Devlet Kurul Üyesi unvanı verdi (1768). O da birçok reformlar yaparak ülkeyi modernleştirdi. Ancak Caroline Matilda ile ilişki yaşamaya başladı ve Matilda 1772'de kraldan boşandı. Struensee o yıl idam edildi.
Her iki hamle de kralın güce aç annesi Kraliçe Juliane Marie tarafından yapılmıştı. Anne Kraliçe 1772 – 1784 yıllarında ülkeyi yönetti. Bu dönemde Christian'ın oğlu Prens VI. Frederick saltanat vekili oldu. VII. Christian'ın nasıl öldüğü bilinmiyor. İddialar arasında düşman olduğunu zannettiği İspanyol gemilerinin ufukta belirişiyle kalp krizi geçirdiği var.
Mısır Kralı I. Faruk
Konu çılgın kral ve kraliçeler olduğunda Avrupa başı çeken tek yer değil. Misofobi hastalığı olduğu söylenen Kral Faruk hastalık kapmaktan çok korkar ve hayali kir taneciklerini temizlerdi. Yolda durdurulmamak için ülkede yalnızca kendisi ve saray yetkilileri kırmızı arabaya binebilirdi. Kendisini geçmeye çalışan arabaların lastiğine ateş ederdi. Mısırlı Faruk ayrıca bir kleptomaniydi (çalma hastalığı). Bu yüzden bir keresinde Winston Churchill'in saatini çaldı.
Faruk, yönetimiyle ilk yıllarda soyluların beğenisini aldı ancak bu fazla uzun sürmedi. Alışveriş hastalığı, akıl almaz derecede yüksek harcamaları, büyük bir yeme çılgınlığı ve de yolsuzlukları vardı. Soylular ayrıca 1948 Arap – İsrail savaşında Mısır'ın İngilizlerce işgali sonucu Filistin'in çoğunun kaybedilmesinden memnun değildi.
1952 Mısır Devrimi sırasında tahttan indirildi ve yerine bebek oğlu geldi. Ancak ülke aslında milliyetçi Mısır ordusunca yönetiliyordu. Monarşi 1953'de dağıtıldı. Bir düzine istiridye, ıstakoz, haşlanmış patatesli çift porsiyon kuzu kızartma ve büyük bir pandispanya tatlısı yedikten sonra 1965'te İtalya'da kalp krizinden öldü.
Çin İmparatoru Zhengde
Tarihin en çılgın ve kaçık kral ve kraliçeleri listesini Zhengde ile bitiriyoruz. Elbette bunlardan çok daha fazlası bulunabilir. Zhengde Houzhao Ming Hanedanı'nın 10. imparatoruydu. Tahta 1505'de geldiğinde bu ismi aldı. Ne var ki devlet işlerine hiç ilgisi yoktu. Asıl ilgisi haremleydi.
Haremi kendisine yetmeyince sokaktaki fahişeleri saraya getirmeye başladı. İçkiyi seviyor, dil öğrenmekten hoşlanıyor, halktan biri gibi gizlenip geziyor ve kılık değiştirerek seyahat ediyordu. Avlanmayı sevdiği kadar insan avlamayı da seviyordu. Ne var ki bu insanlar hayali de oluyordu. Hatta bir keresinde ehlileştirmeyi denediği hayali bir kaplan tarafından neredeyse avlandığı hikayesini anlattı.
Zhengde tahttayken ülkenin yönetimi hadımlara ve arkadaşlarına kalmıştır. Onlar da halka büyük vergi getirmiş ve kamu ofislerini en yüksek parayı verenlere satmışlardır. Zhengde'nin akıl sağlığına işaret eden garip hareketlerini sorgulayan herkes ya sürgün ediliyor ya da öldürülüyordu. Mahkum ettiği yedi devlet yetkilisi sırf kırbaçlanmaktan öldü.
Bu pervasızlığı fazla uzun sürmedi ve 31 yaşında kürek çekerken yaşadığı kazadan bir yıl sonra öldü. Zhengde'nin tümüyle deli mi yoksa eksantrik mi olduğu bilinmez. Ancak normal davranışları olan bir yönetici olmadığı açıktır.