İnsan kadavraları Rönesans ressamları tarafından anatomi öğrenmek için kullanılmıştır. Aslında insanlar Antik Yunan'dan beri kadavralarla anatomi çalışıyordu, ancak bu uygulama Rönesans'a kadar yaygın bir kabul görmemişti.
Birçok Rönesans ressamı, sıklıkla üniversite akademisyenleri tarafından gerçekleştirilen canlı diseksiyonlara katılmıştır. Hatta bazıları anatomistlerle uzun vadeli ticari ilişkiler kurarak kitapları için resim karşılığında onlara özel sunumlar yapmıştır. Konu kanlı ve rahatsız edici görünse de, aslında Rönesans'ın Klasik sanatla rekabetin motive ettiği estetik mükemmellik arzusuna ışık tutmaktadır.
Herophilus & Erasistratus: Antik Dönemde Kadavra Kullanımı
Kadavralar zamanın başlangıcından beri bilim insanları ve sanatçılar tarafından kullanılmıştır. Bilim ve tıbbın gelişimi, kadavraların (hem insan hem de hayvan) diseksiyonunu insan vücudu hakkında daha fazla bilgi edinmek için bir yöntem olarak gören eski Yunan hekimleri ve anatomistleri tarafından oldukça önemsenmiştir.
Kalkedonlu (Kadıköylü) Herophilus ve Ceoslu Erasistratus, klasik antik çağda kadavra kullanımını icat eden iki kişidir. İnsan kadavralarının diseksiyonuna yönelik güçlü ahlaki ve teolojik itirazlara rağmen, bu iki kişi kendi dönemlerinde (MÖ 3. yüzyıl) kadavraların tutarlı ve sistematik diseksiyonunu gerçekleştiren ilk kişilerdir. Özellikle S.K. Gosh tarafından, İskenderiye'nin kurulmasıyla birlikte bilimsel eğitime yönelik tutumda meydana gelen geniş çaplı değişim sayesinde çiftin bu olumsuz tutumlarla mücadele edebildiği düşünülmektedir.
İskenderiye'de bilimsel araştırmalar gelişti ve buradaki birçok akademisyen bilimde kadavra kullanımını desteklemeye başladı. MÖ 3. yüzyılda orada Yunan tıp okulunun kurulmasıyla birlikte insan anatomisini öğrenmenin birincil tekniği vücut diseksiyonu haline geldi.
Herophilus ve Erasistratus, bilimsel bilginin yayılmasını destekleyen güçlü kişilerden de destek almış olabilir.
Ancak araştırmalarda kadavra kullanımı çok uzun sürmemiştir. İki hekimin ölümünden sonra, insan bedenlerinin parçalara ayrılması bir kez daha hoş karşılanmadı. Takip eden birkaç yüzyıl boyunca bu uygulama yavaş yavaş gözden düştü ve MS 389'da tamamen terk edildi.
İskenderiye'nin yakılması ve Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu'nda yayılması genellikle aynı zaman dilimine denk düşer. Galen (MS 129-216) gibi sonraki hekimler, tamamen yasak olduğu dönemde yaşamalarına rağmen, tepkilerden kaçınmak için hayvan kadavralarına yönelmek zorunda kalmışlardır. Domuz anatomisi, Galen'in ölümünden sonraki on yıllar boyunca önemli olan çalışmalarının çoğunun temelini oluşturmuştur. Bu, Galen'in görüşlerinin birçoğu yanlış olsa bile, yine de birkaç yüzyıl boyunca akademik eğitimin temelini teşkil ettiği anlamına geliyordu.
Orta Çağ'da Kadavra Kullanımına Karşı Direniş
Orta Çağ döneminde, insan kadavralarının kullanılmasıyla ilgili damgalama devam etti ve yoğunlaştı. Hristiyan kilisesi, insan vücudunun parçalara ayrılmasını bir tahribat eylemi olarak gördüğü için bu uygulamayı tamamen yasaklamıştır.
Hristiyanlık, bedenin eninde sonunda cennete ya da cehenneme gidecek olan ruh için geçici bir kap olduğuna inanıyordu. Dolayısıyla bedeni bu kadar derinlemesine incelemeye gerek yoktu ve insan bedeni ayıp ve günahla ilişkilendirildiği için bunu yapmak zararlı olabilirdi.
Bazı liderler, Kilise'nin kadavra kullanımını Avrupa çapında yasaklamaya yönelik girişimlerini engellemeyi başardı. Bunlardan biri, anatomi çalışmalarını geliştirmek amacıyla her beş yılda bir insan bedeninin parçalara ayrılmasını emreden Kutsal Roma İmparatoru II. Friedrich'ti (1194-1250). Frederick ayrıca, saha eğitimi almak isteyen herkesin bu etkinliklerde hazır bulunması gerektiğine karar verdi. Kilise'nin uyarılarına rağmen, bu durum diseksiyonun bilime geri dönmesine önemli ölçüde katkıda bulundu.
Nihayetinde, 1280 ile 1350 yılları arasında, diğer Avrupa ülkeleri de anatomi öğrenmek için kalıntıları parçalara ayırma ihtiyacını kavramaya başladı. Hatta bazıları bunun anatomi öğrenmenin tek etkili yolu olduğunu söylemiştir.
Özellikle İtalya'da anatomi derslerinde kadavra kullanımı ön plana çıktı. Örneğin, bir eğitim ve bilim merkezi olan Bologna Üniversitesi, öğrencilerini canlı diseksiyonlara gitmeye çağırdı.
Katolik Kilisesi tüm muhalefete rağmen uygulamaya karşı çıkmaya devam etti. Papalık tarafından 13. yüzyılın sonlarında çıkarılan resmi bir kararname, bilimsel çalışma için kadavra kesilmesini yasaklıyordu.
Rönesans Döneminde Kadavra Kullanımı
Klasik döneme ait kavramların ve başarıların yeniden canlanması Rönesans'a damgasını vurmuş ve onu tanımlamıştır. Sanatçılar Antik Yunan ve Roma'nın klasik sanat formlarını sevdi, inşaatçılar klasik tasarım ilkelerinden etkilendi ve antik yayınlar bilimsel anlayışın gelişmesine yardımcı oldu.
Anatomi, bilimsel araştırmanın yeniden canlanmasının bir sonucu olarak tüm Avrupa'daki üniversitelerde öğretildi ve bir çalışma alanı olarak daha fazla önem kazandı. Bu durum, insan vücudunu daha iyi anlamak için insan diseksiyonunun kullanılmasına yönelik daha güçlü bir baskıya yol açtı.
Sonuç olarak, Kilise'nin diseksiyon üzerindeki kısıtlamalarının devam etmesine rağmen, diseksiyonun bilimsel faydalarına yönelik kabul önemli ölçüde artmıştır.
Antik Yunanlılar ve Romalılar zamanından beri, Mondino de Liuzzi Bologna'da ilk resmi halka açık diseksiyonu gerçekleştirdi. Kısa bir süre sonra, Floransa Sanat Akademisi tüm ressamlarının anatomi dersi almasını zorunlu kıldı.
Rönesans Sanatçıları Neden Kadavra Kullanıyordu?
Anatomi ve sanat arasındaki bağlantı, ürkütücü olmasa da tesadüfi bir bağlantı gibi görünebilir. Ancak Rönesans döneminde bu ikisi iç içe geçmişti. Rönesans ressamları, klasik dönemin büyük sanatçılarından ilham alarak, yapabilecekleri en gerçekçi ve doğru insan tasvirlerini yaratmaya çalıştılar. Elbette, gerçek bir insan vücudunu incelemek, bu derece hassasiyeti sağlamak için tek kesin yöntemdi.
Birçok Rönesans ressamı, canlı modelleri görmenin insan anatomisi konusunda yeterli bir eğitim olduğuna inanıyordu. Ancak diğerleri, özgünlük arayışlarında daha da ileri gittiler.
Bu ressamlar, vücudun nasıl işlediğini ve deriye nasıl nüfuz ettiğini gerçekten kavrayabilmenin değerinin farkındaydı. Birçok sanatçı ve anatomist bu hırsın bir sonucu olarak verimli bir çalışma ortaklığı geliştirdi.
Sanatçılara sık sık anatomistler tarafından kadavralar kullanılarak anatomi gösterileri verilirdi. Bunun karşılığında ressamlar da bilimsel yayınlarında ve broşürlerinde kullanmaları için uygun anatomik resimler yaparlardı. Titian (Tiziano Vecellio, 1488/90-1576) ve Andreas Vesalius (1514-1564) arasındaki ortaklık muhtemelen türünün en iyi bilinen örneğidir.
1430'larda matbaanın gelişmesi ve yazarların eserlerini daha önce mümkün olmayan bir ölçekte yayınlayabilmeleri, bu tür bağlantıları geliştirmiştir. İnsan anatomisinin kesin ve kapsamlı temsillerine duyulan ihtiyaç, daha fazla bilim insanının bulgularını sık sık yayınlamaya başlamasıyla gelişti.
Bazı sanatçılar bunu bir adım daha ileri götürerek kadavralar üzerinde kendi çalışmalarını yürüttü. Bunu başaran ressamların en önemli iki örneği Leonardo da Vinci (1452-1519) ve Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni (Michelangelo, 1475-1564) idi. Gerçekte Michelangelo, sanatsal amaçları için kadavraları incelemeye 17 yaşında başlamıştır.
Bazı raporlara göre Da Vinci ve anatomi profesörü Marcantonio della Torre, 1510-1511 yılları arasında Pavia Üniversitesi'nde 20 kadavrayı inceledi. Ancak Da Vinci, bu tür uygulamalı faaliyetlerin tatsız yönünü anlamış ve "gece saatleri boyunca dörde bölünmüş ve derileri yüzülmüş cesetlerle birlikte yaşamaktan korkmak" konusunda uyarıda bulunmuştur.
Bu sanatçılar insan vücudunu incelemek için o kadar çok zaman harcadılar ki, birçoğu kendi başlarına anatomi uzmanı oldu. Sonuç olarak, hepsi de anatomiye aşina olmanın değerini anlamıştır. Örneğin Michelangelo 1560'ta şöyle yazmıştı: "Figür ve özellikle de anatomi konusunda yeterince ustalaşmamış ya da bu konuda iyi olmayan biri onu anlayamaz."
16. yüzyıl ressam ve tarihçisi Giorgio Vasari, Sanatçıların Hayat Hikâyeleri adlı eserinde "İnsan vücudunun parçalara ayrıldığını gören biri kemiklerin nasıl uzandığını, kasları ve sinirleri ve anatominin tüm koşullarını bilir…" diyerek ressamlar için uygun anatomik çalışmanın önemini vurgulamıştır.
Kadavra kullanımına ilişkin dini bakış açısı bu aşamada biraz değişmişti. Rönesans'ın zirvesinde, bu temsillerin insan bedenini Tanrı'nın yarattığını hatırlattığı düşünülüyordu. İnsan vücudunun bu ressamlar tarafından özenle yeniden üretilmesi, aslında ne kadar karmaşık olduğunu ortaya koyuyordu.
Hristiyanlar için bu sadece Tanrı'nın insanı yaratmış olması gerektiğinin kanıtı olarak görülüyordu.
İnsan cesetlerinin bilimsel olarak parçalara ayrılmasının Antik Yunan'a kadar uzanan uzun bir geçmişi vardır, ancak klasik sanatın yeniden moda olduğu ve büyük bir etki yarattığı Rönesans döneminde gerçekten yükselişe geçmiştir.
İnsan kadavralarının parçalara ayrılması anatomistlerin bilimsel çalışmalarını resmetmelerine ve ressamların daha gerçekçi ve ayrıntılı insan tasvirleri yapmalarına olanak sağlamıştır. İlk bakışta tarihin oldukça korkunç bir yönü gibi görünse de, Rönesans ressamlarının kadavraları kullanması sadece sanatın değil anatominin de gelişmesini sağladı.