İslam mühendisliğinde altın çağ dönemi neydi ve bu mühendislik hangi yollarla Avrupa toplumlarına taşındı? Ayrıca İslam bilimi Avrupa'ya nasıl ve nereden aktarılmıştır? İslam biliminin Avrupa'ya aktarımı genelde yazılı kaynaklar üzerinden gerçekleşir. Aktarımın geniş çaplı olduğu yadsınamaz ve günümüzde kütüphanelerde mevcut eserlerden belirli bir bilim dalının İslam kaynaklarından ilk olarak Latinceye ve daha sonra Avrupa dillerine çevrildiği söylenebilir.
Ancak bu etkileşimi izlemek kolay değildir ve izleyenin öncelikle söz konusu bilim dalında yeterli bilgi sahibi olması, ayrıca Arapça, Latince ve çok sayıda modern Avrupa dili konusunda uzmanlaşmış olması gerekir. Sayısı fazla olmasa da bu yolu izleyen geniş kapsamlı çalışmalar yapılmıştır.
İslam Mühendisliği Avrupa'ya Nasıl Aktarıldı?
Mühendislikte durum farklıdır. Teknoloji yazılı aktarımla üretilmez, bir bölgede sosyal ve ekonomik isteklere yanıt verdiği sürece geniş çapta hızla gelişir (günümüzde bile teknoloji sadece kitaplardan öğrenilmez). Mühendislik konusundaki Arapça eserlerin sayısı çok azdır ve mevcut olanlar da, son yıllar dışında, hiçbir zaman Latinceye ya da herhangi bir Avrupa diline çevrilmemiştir. Bu nedenden dolayı teknolojinin İslam'dan Batı'ya nasıl aktarıldığını incelemek zordur. Bu amaca yönelik olarak, belirli bir yapıt türü geniş bir alanda genel kullanılmadan önce ilk kez nerede ve ne zaman ortaya çıktığını belirlemek gerekir. Ancak bu belirlemeyi hatasız yapmak oldukça zordur. Çoğu kez coğrafyacı, seyyah ve tarihçilerin kısa ve karanlık aktarımlarına, yazıt ve yazmalarda bulunan çizimlere ve nihayet bazı arkeolojik buluntulara başvurulur. Bu tür veriler çok ender durumlarda mevcut teknik belgelerle desteklenir.
Verilerin kullanımında dikkatli olmak gerekir. Daha önce İslam'da görüldüğü için Avrupa'ya aktarımda yapıtın hep aynı yolu izlemiş olabileceğin varsaymak yanıltıcıdır. Aktarılan düşünceler örneğin Bizans yolunu da izlemiş olabilir ya da yaşamla ilgili bazı Klasik Dönem alışkanlıkları, Karanlık Dönemler süresince saklı kalarak, tekrar gün ışığına çıkabilir. Bilgi ayrıca zanaatkarların geçmişe ilişkin yapıtlarının incelemesi ve gözlemlerini çalışmalarına uygulaması yoluyla da aktarılabilir. Nihayet, çeşitli kültür bölgelerinde her zaman bağımsız buluşların yapılabileceğini de göz önünde bulundurmak gerekir.
Yukarıda belirtilen nedenlerden mühendislikle ilgili teknolojilerin aktarım incelendiğinde her zaman tatmin edici bir sonuca varılamadığına şaşmamak gerekir. Yeni yazılı, görsel ya da endüstri arkeolojisi konusundaki bulgular, aktarım varsayımının tekrar gözden geçirilmesini gerektirebilir. Bazı soruların nihai yanıtı verilebilir, diğerleri ise kademeli sonuca doğru yönlendirilebilir. Günümüzde edinilmiş bilgilerin ışığı altında bazı önemli mühendislik yapıtlarının gelişimi özetlenebilir.
SU KALDIRMA MAKİNELERİ
Geleneksel su kaldırma makineleri içinde şaduf, İslam'ın doğuşundan kısa bir süre önce Eski Dünya'da geniş kullanım alanı bulmuş ve Doğu Asya, Hint alt kıtası, Orta Doğu ve Avrupa'nın çeşitli bölgelerinde, o dönemden günümüze kadar sürekli kullanılmıştır. 1960 gibi geç bir tarihte bile Touraine (Orta Fransa), Macaristan ve Bosna'da hala kullanılan örneklere rastlanır. İslam mühendisliği denildiğinde suyun gücüne yönelik icatlar oldukça önemli bir yer kaplar.
Sakiya ve bölmeli çark ya da nauraya gelince, Ortaçağ ve günümüz yazarlarının her iki terim konusunda yaşadığı karmaşıklık, bu makinelerin yayılma bölgelerini belirlememizi zorlaştırır. İncelemelerde günümüz Suriye'sinde geçerli tanımlar kullanılacaktır, buna göre sakiya bir çeki hayvanı, naura ise bir akarsu tarafından tahrik edilen bir su kaldırma makinesidir. Pek çok yazar iki terimi karıştırarak birini diğeri yerine kullanır. Ayrıca yakın tarihlerde her iki makineye Acem çarkı ismini yakıştıranlar olmuştur. Konuyu daha karmaşık hale getiren bu ifade, bazı yazarların makinenin Acem kökenli olduğuna inanmasından kaynaklanır.
Aslında her iki makine Orta Doğu'da İslam'dan önce de kullanılmaktaydı. Kanıtlama güçlüğüne rağmen, günümüzde sakiyanın İber Yarımadası'na dışarıdan geldiği ve buradan tüm Avrupa ülkelerine yayıldığı kuşkusuz kabul edilir. 15. yüzyılda İtalya'da ve 17. yüzyılda Avrupa'nın diğer bölgelerinde bulunan örnekler bunu kanıtlar. 18. yüzyıldan itibaren seyyahlar sıklık Avrupa, Orta Doğu, Hindistan ve Yeni Dünya'da bulunan sakiyalardan bahseder.
Nauralar
Daha az tanınan nauranın yayılım hikayesi benzer bir yol izler. Çalışması için bir akarsuya ihtiyaç duyulan ve büyüdükçe tesis masrafı artan bu makine, Ortaçağ süresince İslam dünyasında çok yaygındı. Genellikle sözü edildiği gibi, Suriye Hama'da Asi Nehri üzerindeki büyük bir örneği günümüzde dahi görülebilir, Murcia'da ise hala çalışan bir örneği vardır. 11. yüzyılda Fransa'da nauraların bulunduğu aktarılır ve 15. yüzyılda Alman yazmalarında çizimlerine rastlanır. Avrupa'nın bazı bölgelerinde, Bavyera'nın ücra köşelerinde ve Bulgaristan'da, yakın zamana kadar bazı örneklerin çalıştığı bilinir.
Sakiya gibi Atlantik'i aşmış ancak Yeni Dünya'da genel kullanıma girmemiştir. Orta ve Güney Amerika'da tekil çark örneklerine rastlanır; bunlara Jamaika Falmouth'daki zarif demir İspanyol su çarkı, Şili Güney Santiago'daki kaba çark ve Brezilya'daki aşağı Sao Francisco Nehri'ndeki çark örnek olarak gösterebilir. ABD'de 19. yüzyılda Superior Gölü'nde bakır sülfat işleyen ve seksenli yıllarda buharla çalıştırılan çarklar her bir devirde 2000 galon (yaklaşık 8000 litre = 8m3) su kaldırmaktaydı.
El-Cezeri'nin su kaldırma düzenleri ya da makinelerindeki düşüncelerin Avrupa'ya aktarımıyla ilgili bir kanıt bulunmamaktadır. Özellikle dördüncü su kaldırma düzeninde yer alan krank mili, beşinci su kaldırma düzeninde dönel hareketin karşılıklı bir harekete dönüştürme şekli ve gerçek bir ikili emme-basma pompa sisteminin oluşturulması gibi konular makine tasarım tarihi yönünden önemlidir. Avrupa'da 15. yüzyılda pistonlu emme-basma pompalar Taccola (yaklaşık 1450) ve Martini (yaklaşık 1475) yazmalarında görüldüğünde, emme fazının pistonun hareket mesafesinden biraz daha fazladır. Söz konusu mühendislerin el-Cezeri'nin eserinden haberdar olma olasılığı yok gibidir. Önerilen makinelerin kaynağı yapılacak olan yeni incelemelerle açıklığa kavuşabilir.
Geleneksel su kaldırma düzenlerinin Avrupa'ya İslam'dan aktarıldığı kesinleşmiştir. Su gücünden yararlanma konusunda aynı şey söylenemez. Temel üç tür su çarkı ve bu çarkların değirmenlere uygulanış şekli Avrupa'da Klasik Dönemden beri bilinir. Su değirmenleri geleneği 19. yüzyılda buhar gücü kullanılıncaya kadar sürmüştür. Şüphesiz ki aynı durum İslam değirmen teknolojisi için de geçerlidir. Daha önce bilindiği gibi, İslam ve Avrupa'daki endüstriyel uygulamalarda su gücünün kullanılması yaklaşık aynı döneme rastlar. Günümüzde aktarımın hangi yöne doğru gerçekleştiği bilinmemektedir. Benzer şekilde yel değirmenleri konusunda da belirsizlik vardır. İran'daki dikey eksenli değirmenler, Avrupa'daki yatay eksenli değirmenlerden bağımsız gelişir. Rüzgarın güç kaynağı olarak kullanabileceği fikrinin İslam'dan Avrupa'ya aktarıldığı tezi de büyük olasılıkla sadece bir varsayım olarak kalacaktır.
İslam Mühendisliği ve İncelikli Teknolojiler
Son dönem hariç, ince teknoloji ile ilgili İslam eserlerinin Avrupa dillerine çevrildiğine ilişkin hiçbir kanıt bulunmamaktadır. Beni Musa ve el-Cezeri'nin düzenlerinde Avrupa teknolojisinin gelişmesinde önemli olabilecek makine elemanları bulunur. Batı'da daha sonra ortaya çıkan İslam düşüncelerinin bir listesi oluşturulabilir. Örneğin buhar makinelerinin kontrolü için gerekli geribeslemeli kontrol sistemleri ile yağmur ölçü kaplarında kullanılan devrilme kapları 18. yüzyılda tekrar keşfedilmiştir, kapalı bir kutu içinde yeşil kumla döküm tekniği ilk kez 1540 tarihinde Vannoccio Biringuccio'nun Pirotechnia'sında görüldü.
Bu tür listeler bir anlam taşımaz, çünkü bunlardan türetilebilecek hükümler (post hoc) bizi hatalı sonuçlara yöneltir. Geç Avrupa Ortaçağ'ında icat edilen bir makinede bulunan elemanlar arasında, İslam'da daha önce bilindiğine bakarak, hangilerinin Avrupa'ya aktarıldığına bakmak gerekir. Burada mekanik saatin özellikle ele alınarak incelenmesi gerekir. Varılan sonuç hala varsayımlara dayanır, ancak kabul edilebilir bu varsayım daha sonraki incelemelere temel oluşturabilir.
İlk mekanik saatlerde en önemli elemanlar şöyle özetlenebilir; ağırlıkla tahrik, dişli çark dizisi ve çubuk paletli salma düzeni. Mekanik salma düzeni teknoloji tarihinin en önemli buluşlarından biridir. Bu yöntemde yatay salınan bir kolun merkezine tutturulan dikey bir çubuğun üzerinde yer alan ve ağırlıkla tahrik edilen bir milin üzerinde bulunan bir taç çarkının dişleri arasına sırayla giren iki palet, bir ağırlığın yer çekimi kuvvetiyle hızla aşağı inmesini önler. Saatin salınım periyodunu ayarlamak için, kolun her iki ucuna konumu merkeze yaklaştırılabilir ya da uzaklaştırılabilir biçimde, iki adet seyyar ağırlık asılır. Saatin değişimini belirleyen bir düzene ihtiyaç duyulduğunda, kule tipi Orta Çağ Avrupa saatlerinde kadran haricinde biyolojik ve gökbilimsel otomatlara da yer verilir. Bir çanı çalarak saatleri işaret eden mekanizmalar genellikle kısmi dişli dizileriyle tahrik edilerek gerçekleştirilir.
Rıdvan ve el-Cezeri saatlerindeki ağır şamandıralar ağırlık olarak değerlendirilir. Ancak bu saatlerde salma işlemi temelde hidrolik bir geribesleme sistemiyle kontrol edilir. Libros del Saber'de betimlenen cıvalı saat gerçekten de bir ağırlıkla tahrik edilir. 11. yüzyıldan beri İslam'da kullanılan bu tür saatlerin salma düzeni çok etkin olmakla birlikte prensibi temelde hidroliktir. Bazı kalıntıları günümüze kadar ulaşan Fas'ın Fez şehrindeki su saatinde usturlap türü bir kadran bulunur. İslam su saatlerinde saati belirleyen çeşitli otomatlar dışında, zillerin (simbal) üzerine düşürülen toplar şeklinde işitsel işaretler üreten düzenler de bulunur.
Her ne kadar bazı usturlap ve takvim emsali İslam aletlerinde dişli kullanılmış olsa da, karmaşık dişlilerden yararlanan ve büyük momentler aktaran ilk örnek el-Muradi'nin 11. yüzyılda İslam İspanya'sında yazdığı risalede görülür. Bu dişlilerin arasında, mekanik saatlerde uyarma düzenini tetikleyen sistemlerde kullanılan, kısmi dişli çarklar da bulunur. Görüldüğü gibi İslam su saatlerinde, mekanik saatlerdeki çubuk paletli salma düzeni dışındaki tüm makine elemanları kullanılmıştır.
Avrupa'da İlk Su Saatleri
Şimdi dikkatimizi Avrupa'ya yöneltir ve su saatleri ile ilgili en eski belgeyi araştırırsak, bunun Pirene Dağları'nın dibinde Ripoll Santa Maria Benediktin manastırındaki Ripoll 225 no'lu yazmada bulunduğunu görürüz. Yazma 10. yüzyıl ortaları ile 11. yüzyıl arasına tarihlendirilir. Ana su tahrik düzeninin anlatımı kayıptır, ancak yazmada uyarma mekanizmasının betimi eksiksizdir. Anlatımda açık olmayan ifadelere rastlanmakla birlikte, bir su saatinin tahrik ettiği çarkın üzerindeki kamların belirli zamanlarda bazı ağırlıkları düşürdüğü ve bunlara bağlı demir kolları çevirerek çanları çaldığı anlaşılır. Yaklaşık 1285 tarihli başka bir minyatürlü yazmada bir kuzey Fransa manastırında bulunan bir su saati betimlidir. Çizimden saatin çalışma şekli tam olarak belirlenemez. Ancak saatin altında yer alan haznede batmalı türden bir su saatinin asılı olduğu görülür. Batmalı türden saat kabına bağlı bir zincir ya da ip, bir çarkın ekseni etrafına sarılır. Çark 15 dilime ayrılır, çarkta her iki dilimin arasında bir oyun ve çevresinde eksensel çubuklar yer alır.
Horologium kelimesi bir su ya da mekanik saati ifade edebilir, oluşan belirsizlik mekanik saatin keşfedilme tarihini belirlemede güçlük yaratır. Bu tarihin 1271'den daha erken olma olasılığı yoktur, çünkü bu tarihte Robert Anglicus'a yazılmış olan bir yazıda horologia yapımcılarının ağırlıkla tahrik edilen bir saat imal etmeye çalıştıklarını belirtir ve cümlesini "… ancak, görevlerini henüz tamamlayamadılar, bunu başarırlarsa gerçekten doğru bir horologium olacak" ifadesiyle sonuçlandırır. Bu tümceye göre salma mekanizmasının keşfi yaklaşmış görülmektedir ve keşfi yapan kişi su saatleri yapımında uzman bir kişidir.
Libros del Saber'deki cıvalı saatten ve el-Muradi'nin aktardığı düzenlerden İslam İspanyası'nda gelişmiş saat düzenlerinin inşa edildiği bilinir. El-Muradi eserinin başında eserini unutulma tehlikesi ile karşı karşıya kalan bir konuyu canlandırmak amacıyla yazdığını belirterek aslında bu teknolojinin İslam İspanyası'nda uzun süredir bilindiğini kanıtlar. Buna göre İber Yarımadası'nda karmaşık su saatlerinin yapılmakta olduğu ve Avrupa'da bilinen en eski su saati tasvirinin, usturlap bilgisinin de Kuzey Avrupa'ya aktarıldığı, Ripoll Manastırı kökenli olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız.
Ayrıca usturlab bilgisinin, büyük bir olasılıkla 967'de Ripoll'u ziyaret eden ve daha sonra Papa II. Sylvester olarak tanınan, Gerbert d'Aurillac tarafından Avrupa'ya yayıldığı da bilinmektedir. Kilise zamanı belirleyecek bir araca ilgi duyduğundan, yeni İslam su saati ile ilgili bilginin bir din adamı Gerbert'in kendisi ya da daha sonraki bir Ripoll ziyaretçisi tarafından, Avrupa'nın diğer bölgelerine taşındığı söylenebilir.
Eğer Avrupa saat yapımcılarının, 10 ila 12. yüzyılları arasında İslam zaman belirleme yöntemlerinin tümünü öğrendikleri varsayılırsa, geç 13. yüzyılda Kuzey Avrupa'da ismi bilinmeyen yetenekli birinin mekanik salma tertibatını keşfettiği ve o güne kadar saat yapımcıları tarafından geliştirilen mekanik düzene uyguladığı düşünülebilir. Bu varsayım gereği mekanik saat, İslam zanaatkarlarının ve onların Helenistik öncülerinin yüzyıllar boyunca geliştirdikleri sisteme, Avrupa'da hayati bir tek makine elemanı ekleyerek gerçekleştirdikleri anlaşılır.
İslam Mühendisliği ile Avrupa'da Yapılan İlk Köprüler
Kiriş ve dubalı köprülerin Avrupa'ya aktarımı konusunda tartışılması gereken bir durum yoktur. Tüm kültür bölgelerinde engelleri aşmak için kiriş köprülerden yararlanılır. Klasik dönemde dubalı köprülerin kullanıldığı bilinmekle birlikte Avrupa Ortaçağı'nda birkaç örnek dışında yaygın uygulanmamıştır. Bunların arasında örneğin 13. yüzyılda Venedik'te inşa edilmiş olan ilk Rialto Köprüsü dubalıdır.
Villard de Honnecourt (yaklaşık 1235) Leonardo'nun da yaptığı gibi çok sayıda kiriş köprü çizmiştir. M.S. 104'te Trayan'ın Tuna Nehri üzerine inşa ettiği köprünün çok katlı ve çıkmalı olduğu varsayılır, ancak bu Klasik Batı'da tekil bir uygulama olarak kalır. Orta Çağ süresince Savoy Alpleri'nde basit çıkmalı köprüler inşa edilir. Eğer tek bir yer isminin verilmesi söz konusu ise, Orta Asya bu köprülerin kaynağı olarak verilebilecek en olası merkezdir.
Asma köprü Avrupa'da ilk kez Fausto Veranzio (Latince:Faustus Verantius)'nun 1595 tarihli Machinae Novae eserindeki biri çizimde görülür. Bu örnek demir çubuklara bağlı düz bir tabliyenin asılı olduğu bir köprü şeklindedir, ancak benzeri bir köprü bu ve bundan sonraki yıllarda Avrupa'da inşa edilmemiştir. Demir zincirlerden yararlanan Çin asma köprülerinin bulunduğu haberi Avrupa'ya 17. yüzyılda ulaşsa da, katener türünden en eski demir zincirli asma köprü, ancak 1741'de İngiltere'de inşa edilir. Üzerinden arabaların da geçtiği ilk asma köprü Massachusetts Marimac Nehri üzerine ancak 1809'da kurulur. Bu tarihten sonra Avrupa ve ABD'de çok sayıda asma köprü inşa edilir. Bu köprülerin inşa edilmesiyle ilgili dürtünün Çin'den geldiği bilindiği halde, aktarımın nasıl gerçekleştiği tüm aşamalarıyla henüz açıklığa kavuşmamıştır.
İSLAM MÜHENDİSLİĞİ ve TAŞ KÖPRÜLER
Bazı İslam taş köprülerinin sivri kemerli oluşu mimarlık tarihi yönünden önemlidir. Sıklıkla belirtildiği gibi Batı İran'da bu tür köprü kalıntıları bulunmaktadır, örneğin Kashkan Köprüsü'nün 1936 tarihli bir fotoğrafında yan yana bu tür 5 adet kemerin ayakta olduğu görülür. Köprünün üzerindeki kitabede 1008/9, Kalhor Köprüsü'nde ise 984/5 tarihi yazılır. Dokhtar Köprüsü (Kız Köprüsü) yaklaşık aynı tarihlerde inşa edildiği bilinmekle birlikte kesin inşa tarihi belli değildir. Köprüler daha önce mevcut Sasani köprülerinin üzerine inşa edilmiştir. Köprüler yeniden inşa edilmediğine göre, mevcut özgün ayaklardan yararlanıldığı ve bu nedenden dolayı Sasani köprülerinin de sivri kemerli olduğu kabul edilebilir. Ancak tarih kanıtlanmayan varsayımlar üzerine kurulmaması gerektiğinden burada öncelikle kesin tarih belirten İslam kitabelerini temel almak gerekir.
Sivri (ya da ogival) kemerlerde temele aktarılan yatay kuvvetler azaldığından, mimarlar, yarı dairesel kemerlerle inşa edildiğinde çok güçlü olması gereken duvar ve payandaları, gotik katedrallerinde hafifletmek ister. Ayrıca, yarı dairesel kubbelerle düzensiz alanların örtülmesinde güçlüklerle karşılaşıldığından, sivri kemerlerle büyük kiliselerin temel planı daha etraflı işlenebilir bir hale gelir. Buna göre gotik mimari büyük bina boyutlarında yüceliğini sivri kemerlerin kullanımına borçludur.
Sivri kemer MS 561'de Suriye'de bilinmekteydi. Creswell 561-879 yılları arasında inşa edilmiş bir dizi sivri kemerin listesini verir, bunların içinde ilk yedisi Suriye'de, diğerleri Mısır ve Irak'ta bulunur. Bu tür kemerlerde kemer iki farklı dairesel yay parçasından oluşur ve yayların merkezi birbirlerine yaklaştıkça kemerin sivriliği azalır. Creswell listesine göre, merkezler arasındaki mesafe ayak aralığının üçte biri olan en sivri kemer, 862'de tamamlanan Kahire nilometresinde bulunur. Pul-i Kaşgan kemeri bundan biraz daha sivridir.
Büyük teknoloji tarihçisi Lynn White Jr. sivri kemerin Avrupa'ya nasıl aktarıldığını incelerken özgün çıkış yeri olarak MS 2. yüzyıl Budist Hindistan'ı işaret eder, buna göre sivri kemer Sasani İran'ı üzerinden Suriye ve Mısır'a aktarılmış olmalıdır. Yaklaşık 1000 yıllarında, bu sıralarda Mısır'la ticari ilişkiler içinde bulunan İtalya Amalfi'de uygulanır. White, sivri kemerin bundan sonra kilise yapımcıları tarafından benimsendiğini ifade eder. İlkin 1071'de Monte Cassino Manastır'ında, sonra Fransa'da 1120 yılında tamamlanan yeni büyük Cluny Kilisesi'nin 196 adet sivri kemerinde görülür. Saint-Denis Fransız Kraliyet Baş Rahibi Suger, 1130'da Cluny'yi ziyaret eder ve 1135 ila 1144 yılları arasında mühendisleriyle birlikte, günümüzde ilk gerçek gotik kilise olarak kabul edilen, Saint-Denis kilisesini inşa ettirir.
White tezindeki bazı hususlar, özellikle sivri kemerin Hint kökenli olduğu savı tartışılabilir. Ayrıca, Sasaniler'in bu kemeri gerçekten kullanmış oldukları varsayımı henüz kanıtlanmamıştır, günümüzde yürütülecek incelemeler konuya açıklık getirebilir. Diğer taraftan Cluny kilisesinden önce sivri kemerin yük taşıyan bir elemen olarak kullanılmadığı ifadesi de doğru değildir, İran köprülerindeki kemerlerin büyük yükler taşıdığı açıktır. Gotik mimarının, Roman tavanlardaki yapısal sorunların üstesinden gelmek üzere, Ortaçağ mühendislerinin gayretleri sonucu ortaya çıktığı gerçeği, Avrupa için geçerliliğini korur. İran köprülerinin varlığı ile White tezini çürütmek kolay değildir.
İslam Mühendisliği ve Avrupa'da Sulama Yöntemleri
İslam bentlerindeki bir dizi inşa tekniği Hristiyan İspanya'da kopya edilmiştir. Bunların arasında mil boşaltma savakları, nehir debilerini belirleme yöntemleri ve bentlerin hidrolik gücünü kullanma gibi konular vardır. Günümüzde kemerli bentlerin İran'dan Batı'ya aktarıldığı konusunda hiçbir kanıt yoktur.
Kanat teknolojisi 7 ila 12. yüzyıllar arasında Müslümanlar tarafından Kuzey Afrika üzerinden İber Yarımadası'na taşınır. İspanya'da İslam döneminde inşa edilen iki kanat sistemi incelenmiştir. Bunlardan ilki günümüzde hala görevini yerine getiren Madrid sistemi Guadarrama'dan şehre su akıtır. Valencia eyaletinde daha az tanınan Crevillente sistemi yaklaşık 1400 metre uzunluğundadır ve 19 havalandırma bacasından oluşur. Müslümanların öğrendikleri bu tekniği İspanyollar kendileri Yeni Dünya'ya uygular. Meksika'daki Tehuacan ve Parras sistemlerinin kesin kaynağı İspanya'dır. Şili ve Peru'daki benzer yapılar ise Kolomb öncesine atfedilir. Ancak İnka kaynaklı olduğu varsayılan bu sistemlerin incelenerek kesin karar varılması gerekir.
İspanya'da Hristiyan geri kazanımı ilerledikçe İslam sulama sistemi de İspanyol Hristiyanların eline geçer ve bu tesislerin büyük bir kısmı hiçbir değişikliğe uğratılmadan günümüze kadar işletilir. İspanyollar, İslam sulama yöntemlerini Yeni Dünya'ya taşır. Yoğun yağış nedeniyle Kuzey Avrupa ziraatında sulama tekniği hiçbir zaman önem taşımaz.
Orta Çağ süresince Avrupa'da, Romalıların uygulamaya yönelik olarak geliştirdiği basitleştirilmiş bir yer ölçüm yöntemi yaşamaya devam eder. Diğer taraftan nirengi tekniği İspanyol Müslüman gökbilimcilerinden Madridli Mesleme (ölümü yaklaşık 1007) ve İbnu'ş-Şâtır'ın (ölümü 1035) usturlap incelemeleriyle Doğu'dan aktarılır. Genellikle usturlab konulu eserler Latinceye çevrildiğinde aletin yer ölçümlerinde kullanımını ele alan kısımlar atlanır ve Hristiyanlar uygulamalarını Roma geleneğine uygun olarak sürdürmeye devam eder. 10. yüzyılda, büyük bir olasılıkla Ripoll Manastırı'ndaki Araplaşmış bir heyete borçlu olduğumuz ve İspanyol-Arap eserler incelenerek derlenen Geometria incerti auctori bu konuda bir istisna olmuştur.
Geometria'nın 10. bölümünde usturlabla gerçekleştirilebilir bir dizi nirengi yöntemi ele alınır. İslam ve Hristiyan İspanya'da basit nirengi ve Roma yer ölçüm yöntemlerini kullanırken, meslekten ölçü memurlarının yönettiği ölçümle görevli müesseseler nirengi yöntemlerini kullanırdı (bu uygulama 10. yüzyılda çok sayıda arazi hibe edilen Ripoll Manastırı için de geçerlidir). Orta Çağ Avrupa'sının diğer bölgelerinde yer ölçümlerinin tarihi gelişimi konusunda çok az bilgi sahibiyiz. Roma İmparatorluğu'nun doğu eyaletlerinde agrimensoreslerin uygulamalarına devam ettiği varsayılabilir. Nirengi tekniği kilisenin teşviki ile Kuzey Avrupa'ya yayılmış olmalıdır.
Avrupa'ya Madencilik Teknolojilerinin Aktarılması
Avrupa Ortaçağ yazımında, görünürde madencilikle ilgili eserler bulunsa bile, konuyla ilgili bilgi edinmek kolay değildir. Bu yazım İslam kökenlidir ve genellikle simya tarafından gölgelenir. 11. yüzyıl Theophilus Risalesi ve Kastilyalı X. Alfonso tarafından hazırlatılmış (1279'da tamamlanmış) Lapidario isimli geç dönem eserleri kısmen İslam kökenli özgün metinlerden esinlenerek yazılır. Sonucunda taşlar hakkında etraflı ayrıntı yer alır, ayrıca İspanya ve Portekiz'e birçok yerde işlenen gümüşlü antimonun işlenişi konusunda bilgi aktarılır. Bu malzemenin ana ekonomik kullanım alanı, 8. yüzyıl gibi erken bir dönemde başlamak üzere, cami kandillerinin camındaki harika altın rengini elde etmekti.
Avrupa erken Orta Çağı'nda madenlerin üretimi konusunda çok az bilgi aktarılır. Madencilik önem kazanmaya başladığında merkezi Avrupa en faal bölge olur. Bu konuda Sakson madenciler sadece kendi ülkelerinde değil, Ortaçağ süresince neredeyse tüm Avrupa'ya öncülük eder. Madencilik onlar tarafından 745 gibi erken bir dönemde Çekya'daki Schemnitz'de başlatılmış, 970'de Harz bölgesindeki Goslar'a, 1170'te Saksonya'daki Freiburg'a ve 1516'da Bohemya'daki Joachimsthal'e yayılmıştır.
Madencilikle ilgili en önemli ders kitabı Agricola lakaplı Georg Bauer'in De re metallica (1556) isimli eseridir. Bu Saksonyalı İtalya'da tıp tahsil ettikten sonra ünlü madencilik merkezi Joachimsthal'e yerleşir. Kitap madenciliğin her yönüyle ilgilenir, en önemli bölümlerinden biri maden ocaklarındaki suyun çeşitli pompa türlerinden yararlanılarak, dışarıya çekilmesidir. Almanların madencilikte ilerlemeleri ve maden teknolojisini geliştirmeleri yöresel bir olaydır. Ancak erken Sakson madencilerin Roma ve İslam madencilik tekniklerinin varisleri oldukları yadsınamaz.
Sonuç
İslam bilimsel birikiminin Avrupa'ya aktarımı özellikle yazılı ortamda gerçekleşir, farklı amaçlara yönelik aktarımların izlediği yolla göreli kolay izlenebilir. İslam'ın Avrupa'ya çeşitli bilimlerin gelişmesinde verdiği ivme ve 16. yüzyıldan itibaren bilimsel evrimin gerçekleşmesinde oynadığı rolün değerlendirilmesi bu yazının amacını taşır.
İslam mühendisliği konularındaki aktarımlarla ilgili soruların yanıtı, yazılı kaynakların kıtlığı nedeniyle, genellikle varsayımlara dayanır. Bu sorunların bir kısmı yazılı, görsel ve arkeolojik malzemeler ortaya çıktıkça aydınlanacaktır. İslam mühendisliğini sadece Avrupa'daki etkiler yönünden değerlendirmek hatalı olur. İslam dünyasında mühendisler topluluğun ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır ve özellikle sulama, taş yapıların inşaatı ve değirmencilikle ilgili alanlarda çok başarılı olurlar. Bunun en önemli kanıtı gerçekleştirilen eserlerdir.