Politikacılar toplumun nasıl kurulması gerektiği ve daha da önemlisi, ideal olarak nasıl işleyeceği gibi temel kanaatlerine göre davranırlar. Muhafazakarlık, liberalizm ve sosyalizmin klasik siyasal kavramlar günümüzde de başlıca partilerin temellerini oluşturduğu gibi, somut siyasal girişimlere ve kararlara yol gösterir. Elbette bu ana ideolojik grupların birçok alt hizbi vardır. Ayrıca son yıllarda alternatif siyasal kavramlar, sözgelimi Yeşil partiler önem kazanmıştır.
Muhafazakarlık ve Geleneğin Gücü
Köklü bir muhafazakar tutum esasen mevcut sosyal düzeni koruyup sürdürmekten yana olmak anlamına gelir. Bir muhafazakara göre devlet, toplum ve kültür tarihsel evrimden geçmiş yapılardır; bunları göreneklerin yanı sıra insanların alışkanlıkları bir arada tutar. Yenilikler ancak siyasal çerçevenin istikrarı için zorunlu olduğunda istenir.
Devlet Gücü ve Bireycilik
Muhafazakarlık 18. yüzyılın sonunda Fransız Devrimi'nin fikirleri karşısında savunmaya dönük tepkiden doğan bağımsız bir siyasal duruş olarak ortaya çıktı. İngiliz filozof Edmund Burke gibi siyasal teorisyenler ayrıcalığa ve dinsel otoriteye dayalı eski sosyal düzeni savundu. Aristokratlar ve mülk sahipleri kıta Avrupa'sında 19. yüzyılın muhafazakar partilerine destek verdi. Sosyal yapıları korumada devlete kilit bir rol yüklendi ve gerekli durumlarda sosyal refah hizmetlerini yerine getirmesi öngörüldü.
Tamamen farklı bir gelişim çizgisinin yaşandığı İngiltere ve ABD'de muhafazakarlar bireyin kişisel sorumluluğunu ilk destekleyen çevreler arasında yer aldı. Geleneksel olarak İngiliz "Toriler" ve Amerikalı "Cumhuriyetçiler" sosyal yardımlara karşı tutum takınırlar.
Günümüzde Muhafazakarlık
Klasik muhafazakarlık İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra aristokratik tabanını kaybetti. Muhafazakar partiler her yerde demokrasiyi ve serbest ekonomiyi destekleyen bir çizgiye yöneldi. Bu arada özellikle İtalya ve Almanya'da Hristiyan yönelim güç kazandı. Ulusal özelliklerin ötesinde modern muhafazakarlık her bakımdan güçlü bir devleti savunmanın yanı sıra belirgin bir anti-sosyalist yaklaşımın damgasını taşır. Günümüzde görülen eski muhafazakar tutumlar esas olarak dinle ve eğer varsa monarşiyle yakın bir ilişki içindedir.
Toplulukçuluk
Toplulukçuluk 1980'lerde ortaya çıkan bir siyasal teori hareketine verilen addır. ABD'li aydınlar Michael Walzer ve Amitial Etzioni en önemli savunucuları olarak kabul edilir. Hareket modern toplumdaki abartı bireyciliği eleştirir.
Liberallerin aksine, toplulukçular kişiyi esas olarak kültür ve geleneğin şekillendirdiği topluluk içindeki bir sosyal varlık sayar. Bireysel tatmin ve bencilce kar güdüsü topluluk dayanışmasını ve onunla birlikte özgür, demokratik bir toplumun temelini yok eder. Siyaset bireyin topluluğa karşı sorumluluğunu geliştirmek amacıyla, ortak yarara daha fazla yönelmeli ve yerel toplulukların bunu belirleme gücünü arttırmalıdır. İngiltere eski başbakanı Tony Blair gibi politikacılar toplulukçu fikirleri kaynak almıştır.
Ek bilgiler
- Muhafazakarlar geleneksel değerleri korumak ister.
- Liberaller bireyin sorumluluğunu ve özgür iradesini öne çıkarır.
- Sosyalistler eşitlik ilkesi temelinde dayanışmanın sergilendiği bir toplum kurmak ister.
- Yeşiller çevreyi korumayı vurgular ve daha geniş bir demokrasi kurmaya çalışır.
Liberalizm – Bireysel Özgürlük ve Tatmin
Siyasal ideolojiler yazısının ikinci bölümündesiniz. İlk bölümde Muhafazakarlık ve geleneğin gücü konusunu açıklamıştık. Liberalizmin en önemli ilkesi devletin müdahalelerine karşı bireyin özgürlüğünü korumaktır. Başta gelen liberal talepler modern demokrasilerde yerine getirilmiştir.
Liberalizm bireyin özgür gelişimini odak alır ve dışsal zorlamaya karlı olumsuz bir tutum takınır. Devletin esas görevini her kişinin kendi yaşamını belirlemesini sağlamak olarak görür. Liberallerin üzerinde durduğu ana noktalar devlet karşısında bireysel yurttaşlık haklarının korunması ve siyasal iktidara anayasal kısıtlamaların getirilmesidir.
Anayasal Devlet
Aydınlanma fikirlerine dayanan bu siyasal düşünce 18. ve 19. yüzyıllarda sosyal bakımdan esas olarak yükselen orta sınıftan destek gördü. Bu kesin mutlakiyetçi iktidar savına karşı koymak için, insanların bütün alanlardaki özel yaşam hakkının ve siyasal katılımının devletçe korunmasından yana bir tutum takındı. Temel hakların ve yurttaş katılımının bağlayıcı ve uygulanabilir bir biçimde belirlendiği bir anayasayla devletin gücünü sınırlamak gerekiyordu.
Liberal anayasal devletler ABD'deki 1776 ve Fransa'daki 1786 devrimlerinden doğdu. Bu devlet biçimi 19. yüzyılın sonuna doğru bütün Avrupa'da geçerlilik kazandı. Güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü modern yönetim sistemlerinin ilkeleri haline geldi.
Kapitalizm ve Sosyal Liberalizm
Klasik ekonomik liberalizm 18. yüzyılda yaşayan İskoç filozof Adam Smith'in öğretilerine dayanır. Ona göre, zorunluluğun yanı sıra bencilce kazanç güdüsü de ortak yarara yöneltici bir unsurdu. Zenginliği ve ekonomik ilerlemeyi sadece serbest rekabet sağlayabilirdi. Devletin ekonomiyle ilgili tek görevi özel mülkiyeti koruma olmalıydı.
Nitekim 19. yüzyılın liberalleşen ekonomisi sahiden olağanüstü zenginlik yarattı; ama sosyal bir saatli bombayı da gizledi. Sanayideki üretim araçlarının sahipleri işçilerin yoksulluğu pahasına çok büyük karlar elde etti. Bunun sonucunda gelişen işçi hareketlerinin atılımlarına tepki olarak, 20. yüzyılda ekonomide devlet müdahalesini savunan güçlü liberal sosyal akımlar ortaya çıktı. ABD'de "liberal" terimi yurttaşlık haklarını gözetmenin dışında, öncelikle ekonomik güçler üzerinde devlet denetiminden ve sosyal yapıyı düzeltmeden yana bir tutumu belirtir.
Zaferle Gelen Bitiş mi?
II. Dünya Savaşı'ndan sonra hukukun üstünlüğü ve şu ya da bu ölçüde dizginlenmiş ekonomi neredeyse bütün demokratik partilerin başlıca kaygıları haline geldi. Örgütlü liberalizm gittikçe etkisini kaybetti. Günümüzde sadece Kanada ve Avustralya'da hala büyük liberal partiler vardır. Halen modern liberalizm dünyadaki çeşitli devletlerin gittikçe artan düzeyde siyasal, kültürel ve ekonomik etkileşime gitmesiyle birlikte küreselleşen bir ekonomide özgürlük değerlerinin ve iktidar üzerindeki denetimin nasıl sağlanabileceği sorusuyla karşı karşıyadır.
Liberal Rehber John Locke
John Locke'un 1689'da imzasız yayımladığı "Yönetim Üzerine İki İnceleme" adlı siyasal broşür liberalizmin kilit eseri olarak kabul edilir; çünkü siyasal ve ekonomik talepler arasında teorik bağlantı kurar. Ona göre, insanoğlu doğası gereği özgürdür ve dolayısıyla emeğinin ürünleri hakkında karar verebilir. İnsanlar kendi özgür iradeleriyle bir toplum halinde bir araya gelir; yürütme ve yasama erklerine ayrılan çoğunluk yönetimi ilkesine göre tercihlerde bulunur.
Devletin görevi bireysel mülkiyeti korumaktır. Eğer devlet bunu sağlayamazsa, birey baş kaldırma hakkına sahiptir. Locke mülkiyeti esas olarak kazancı artırmanın bir aracı olarak değil, her şeyden önce insanın siyasal bağımsızlığının bir güvencesi ve yurttaş katılımının gerekçesi olarak görür.
Sosyalizm – Herkese Eşitlik
Siyasal ideolojiler yazısıın üçüncü bölümündeyiz. İlk yazımızda Muhafazakarlık ve geleneğin gücü, ikinci yazımızda Liberalizm hakkında yazmıştık. Sosyalistler bütün toplum katmanlarının kamu yararından eşit pay almasını sağlayan toplumsal dayanışma üzerine kurulu bir sosyal düzene ulaşmaya çalışırlar.
Genelde liberal ekonomik sosyal sistemleri eleştirmeye dönük girişimler ve öğretiler için sosyalist terimi kullanılır. Sosyalistlerin amacı eşitlik ve dayanışma ilkeleri üzerine kurulu daha insanca bir toplum yaratmaktadır. Liberalizmin tersine, bireyin sosyal sorumluluğunu vurgularlar. Onlara göre, kapitalizme dayalı ekonomik sistem küçük bir azınlığı zenginleştirmeye yarar ve sosyal eşitsizliği getirir. Bu bakımdan kaynaklanan adil üretimi ve ortak yarara dönük paylaşımı için şu ya da bu ölçüde devlet denetimi altına alınması gerekir.
Reformculuk ve Devrim
19. yüzyıldaki sanayileşme döneminde sosyalizm işçi sınıfının yoksullaşmasına ve siyasal hayatın dışında tutulmasına karşı bir hareket niteliğine büründü. Avrupa'nın her yanında işçiler sendikalarda birleşerek hakları için mücadeleye giriştiler. Sosyalist partiler kitlelerden büyük destek gördü ve parlamentoya temsilciler göndermeyi başardı. Sosyalist düşünce yalnızca ABD'de bir taban bulamadı.
Siyasal başarılarla birlikte işçi hareketi içinde reformcu ve devrimci diye anılan iki ana akım belirdi. Bunların arasındaki görüş ayrılıkları gittikçe kesinleşti. Bir daha iyi sosyal koşullar yönünde kademeli bir dönüşüme yönelirken, diğeri hemen sonuca varmak üzere çabuk ve gerekirse şiddet yoluyla bir devrimi savundu.
Sosyal Demokratlar ve Komünistler
İşçi hareketi 20. yüzyıl başlarında sosyal demokratlar ve komünistler biçiminde temelli bir bölünmeye uğradı. Komünistler 1917'de Rusya'da iktidara geldi ve sosyalizm adına bir rejim kurdu. Vladimir Lenin'in ardından Josef Stalin'in diktatörce yönetimi altında ekonomi devlet denetimine girdi. Totaliter sosyalizm II. Dünya Savaşı'ndan sonra birçok ülkeye yayıldı. Bu "reel sosyalizm" ile anlaşmazlığa düşen demokratik sosyalizm akımı ise bireysel yurttaşlık hakları ve bütün sosyal alanlarda demokrasi olmaksızın insanca bir toplumun kurulamayacağını vurguladı.
Avrupa'daki sosyal demokrat partilerin çoğu 1945'ten sonra piyasa ekonomisini temelde benimsedi ve sadece belli alanlarında gelir eşitliğini ve mülkiyet paylaşımını sağlamaya çalıştı. Açık bir sosyal refah devletinin kurulması esas olarak sosyal demokratların eseriydi. Batı demokrasilerinin günümüzde yaşadığı sosyal refah devleti krizi, Avrupa'da birçok sosyal demokrat partiyi öne çıkarmış bulunuyor. Büyük Britanya'da "Yeni İşçi Partisi"nin belirgin bir piyasaya ekonomisi çizgisine geçişi başardığı söylenebilir. Buna karşılık, Latin Amerika'da eski sosyalist fikirlerin bir dirilme süreci yaşadığı görülüyor.
Karl Marx ve Komünizm
Alman Filozof Karl Marx, "bilimsel sosyalizm"i kurdu. Friedrich Engels'le birlikte 1848'de yazdığı "Komünist Manifesto"da 20. yüzyılda komünizmin ideolojik temelini oluşturan bir tarih-felsefe teorisi ortaya koydu. Bu ikili proletaryaya insanlığı baskıdan kurtarma ve tahakkümden arınmış bir toplum yaratma yönünde bir tarihsel görev biçmişti.
Marx dünya tarihinin yönetenler ile yönetilenler arasındaki bir dizi sınır mücadelesine dayandığı görüşündeydi. Proletaryanın burjuvazi karşısındaki kaçınılmaz tarihsel zaferinin ardından her bireyin özgür gelişiminin mümkün hale geleceğini ileri sürdü. Bireylerin her türlü baskıdan kurtulmuş olarak yaşaması için, üretim araçlarının kamu mülkiyetine girmesi zorunluydu. Komünist bir toplumda bütün tahakküm biçimleri ortadan kalkacaktı.
Yeşiller – Alternatif Siyaset
Siyasal ideolojiler yazı dizimiz devam ediyor. İlk yazımızda Muhafazakarlık ve geleneğin gücü, ikinci yazımızda Liberalizm ve son olarak Sosyalizm hakkında yazmıştık. 1980'lerin çeşitli sosyal protesto hareketlerinden doğan Yeşiller yeni bir siyasal akım olarak özellikle Avrupa parlamentolarında kendisine yer bulmuştur.
1960'ların otorite karşıtı hareketleri Batı demokrasilerinde sosyal protesto hareketlerinde bir yükselişe yol açtı. Yerleşik siyasal parti yapılarının dışında kalan bu hareketler belirli alanlarda sosyal değişim talebini dile getirdi. Çevre, barış, yurttaşlık hakları ve feminizm gibi birçok değişik konuda mücadele eden grupların bir araya gelmesiyle 1980'lerden itibaren dünya genelinde ortaya çıkan Yeşil partiler özellikle Avrupa'da siyasal parti yelpazesinin ayrılmaz bir parçası haline gelmiş bulunuyor.
Şimdi Avrupa'da ulusal parlamentolarda temsil edilen 12 Yeşil parti var. Sözgelimi İsveç, Fransa ve Almanya'da bazı Yeşil politikacılar sorumlu yönetim mevkilerinde yer alıyor. İki partili sistemin belirgin olduğu Büyük Britanya ve ABD gibi ülkelerde ise güçlü bölgesel başarılarına karşın, Yeşillerin ulusal düzeydeki etkisi sınırlı kalıyor.
Ekoloji ve Özgürleşme
Bütün Yeşil partilerin alameti fabrikası ve programlarının öne çıkan odak noktası, kapsamlı çevre korumasına ve özellikle çevreyi dost yeni enerji kaynağı biçimlerine dönük tutarlı mücadeledir. Çoğu kez Yeşillerin klasik sol-sağ yelpazesine girmeyen ve yerleşik partilerce yetersiz ya da yüzeysel biçimde ifade edilen konularda da tutum takındıkları görülür.
Bunlar için esas alınan ana değer standartları bireyin sosyal sorumluluğu, isteklerini yerine getirme hakkı ve iktidar mevkilerindeki kişilere kuşkucu yaklaşımıdır. Tipik talepler dünya genelinde barışçı politikalar, bürokratik dayatmaların azaltılması, azınlıkların daha iyi korunması, kadınların daha aktif desteklenmesi ve hepsinden önemlisi, bütün yurttaşlara siyasal söz hakkının tanınmasıdır.
Kendine Özgü Kavgacılık
Bütün siyasal süreçlere daha geniş katılım yönündeki bu çağrı ve protesto kültürü mirası da çoğu Yeşil partinin görece demokratik tabanına ve merkeziyetçilikten uzak örgütsel yapısına yansır. Parti önderliği diğer partilerin çoğuna oranla üyelerin oylarına daha fazla bağlı kalır. Cinsiyet kotaları ve görev süreci sınırlaması gibi kurallar da parti içinde Yeşil değerleri sağlamlaştırmaya ve bir yüksek kademe kastından kaçınmaya yöneliktir. Güçlü parti liderleri genelde diğer partiler karşısında şansı arttırmasına karşın, bazı kesimlerce parti ideallerine ihanet olarak görülür.
Otorite Karşıtı 1968 Hareketi
1960'larda ABD'de bir öğrenci protesto hareketi başladı ve bütün Batı dünyasına yayıldı. Vietnam Savaşı için askere alma kampanyası ilk kıvılcımı tutuşturan etkendi; ama kısa sürede hareketin kapsamı genişleyerek mevcut siyasal koşullara karşı temel bir muhalefete dönüştü. Amerikalı öğrenciler Afrika asıllı Amerikalıların yurttaşlık hakları davasına sahip çıkarken, Avrupalı öğrenciler esas olarak düzeni sosyal demokrat bir yapıya kavuşturma talebini öne çıkardı.
Siyasal protestolara "otoriter iktidar yapılar"na toptan karşı çıkış eşlik etti. Birçok genç aykırı giyim ve müzikle geleneksel sistemi kesin olarak reddetmeye yöneldi. Barışçı "hippi" hareketi özgür seksi ve uyuşturucu kullanımını yücelterek, orta sınıf değerlerinin yanı sıra her türlü baskıya karşı isyan etti.