Bilindiği üzere 4 Ağustos 2020 tarihinde yaşanan büyük bir patlama Lübnan'ın başkenti Beyrut'un büyük bir bölümünü enkaza çevirmişti. Olayda 220'den fazla kişinin öldüğü ve 7,500 kişinin yaralandığı bilinmektedir.
Lübnan, uzun ve sarsıntılı tarihi boyunca bir dizi felakete maruz kalmış ve bin yıllar boyunca eşi benzeri görülmemiş bir metanetle her türlü felakete, istilalara, mezhepsel nefret olaylarına, iç savaşlara, acımasızca dökülen kanlara ve mantık dışı yakıp yıkmalara göğüs germiş bir ülkenin aldığı en son darbedir. Bu tarih binlerce yıl öncesine, günümüz Lübnan'ının Fenikelilerin ve Kenanlıların ülkesi olduğu dönemlere kadar uzanmaktadır.
Fenikeliler ve Lübnan tarihi
Bu küçük kara parçası kuzeyden güneye 198 km ve doğudan batıya sadece 81 km (toplam alanı 10,452 km²) uzunluğunda olup dünyanın en küçük bağımsız devletleri sıralamasında yerini almaktadır. Bu kıyı bölgesi dünyadaki en eski insan yerleşimlerinden bir kısmına ev sahipliği yapmıştır. Sur (Tyre), Sayda (Sidon) ve Biblos limanları MÖ 3. binyılda ticaret ve kültürün başat merkezleriydi, bununla birlikte günümüz Lübnan devleti ancak 1920'de ortaya çıktı. Lübnan 1926 yılında bir cumhuriyet haline gelmiş, Milletler Cemiyeti manda yönetimi altında Fransa tarafından idare edilmiş ve sonunda 1943 yılında bağımsızlığını elde etmiştir.
Lübnan'ın tüm büyük şehirleri limandır ve sonuçta Fenikeliler en çok ticaret ve denizcilik konusundaki becerileriyle tanınırlar. Kıbrıs'tan İspanya'ya kadar yerleşim yerleri kurarak Akdeniz'in ticari deniz rotalarını kullanmışlar, sedir kerestesi ve yerel endüstrilerini (mor boya ve baharat gibi) ihraç etmişler ve karşılığında diğer malzemeleri ithal etmişlerdir.
Akdeniz kıyısı boyunca uzanan ve diğer tarafta yüksek dağlara doğru yükselen bu dar toprak parçasının çekiciliği, Doğu ile Batı arasında bir kapı olarak doğal konumunun yarattığı kültür, coğrafya, mimari gibi unsurların ve insanların kontrastlarında ve bunların birleşiminde yatmaktadır. Lübnan, Arap dünyasıyla pek çok ortak kültürel özelliğe sahip olsa da kendisini Arap komşularından ayıran niteliklere de sahiptir.
Lübnan'ın sarp ve dağlık arazisi tarih boyunca çeşitli dini ve etnik gruplar ile siyasi muhalifler için bir kaçış noktası olmuştur. Lübnan, küçük bir alanda Maruni, Katolik ve Ortodoks Hıristiyanlara, hem Sünni hem de Şii Müslümanlara, kayda değer bir Dürzi nüfusuna ve 1948'den bu yana büyük bir Filistinli mülteci göçüne ev sahipliği yapmaktadır: Filistin'den kovulan nüfusun ilk dalgası ve Suriye'deki çatışmalardan kaçan son dönem Suriyeli mülteciler. Lübnan gerçekten de Akdeniz bölgesindeki en kalabalık nüfuslu ülkelerden biridir ve okur yazarlık oranı yüksektir. Sınırlı doğal kaynaklara sahip olan Lübnan, uzun süre Orta Doğu için yoğun bir ticaret ve kültür merkezi olmayı başarmıştır.
Lübnan'ın beyaz dağları: Tanrı'nın sedirleri
Modern bayraklarında iftiharla taşınan sedir ağacı ülkenin sembolüdür. Lübnan'ı kuzeyden güneye kesen dağ silsilesinde, Lübnan Dağı'nda antik çağlar boyunca bol miktarda bulunmaktaydı. Lübnan ismi, bu dağlar karla kaplı olduğu ve yılın büyük bir kısmında beyaz olduğu için Aramice labhen "beyaz olmak" kelimesinden gelmektedir. En yüksek zirvesi 3,109 metre (10,200 feet) yüksekliğindedir.
Tanrı'nın eliyle dağlara sedir ağacı dikildiğine inanılır ve İncil'deki birçok referans bu rivayeti doğrular niteliktedir. Şu anda kuzeydeki Kadişa (Kutsal) Vadisi'nde bulunan ve en önemli erken dönem Hıristiyan manastır yerleşkelerinden olan sedir ağacı ormanları, Lübnan Dağı'nda antik çağlarda varlığını sürdüren geniş sedir ormanlarının son kalıntılarıdır. Kadişa Vadisi'ndeki manastırların Hıristiyan rahipleri yüzyıllar boyunca bu ağaçlara saygıyla yaklaşmışlardır.
Yerli Fenikelilerin yanı sıra Mısırlılar, Asurlular, Babilliler, Persler, Yunanlılar, Romalılar ve Türkler gibi yayılmacılar eliyle bin yıllar boyunca yapılan sistemli ormansızlaştırma ve aşırı sömürme, sedir ağaçlarının bir zamanlar bol olan ormanlarını önemli miktarda azaltmıştır. Gemi yapımı için Mısırlılar ve Minoslu Yunanlılar kerestelerine önem vermiş, Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise keresteleri demiryolu inşasında kullanılmıştır.
Lübnan: Fenikelilerin ülkesi
Bugün Lübnan'ın tarihi çok eskilere dayanmaktadır. Burası Fenikelilerin, Kartaca'nın kurucularının, önemli kralların ve kahramanların, büyük şehirlerin ve limanların ülkesiydi ve birçok İncil öyküsüne tanıklık etti.
Bizler genellikle Yakın Doğu'dan uygarlığın başlangıcı olarak söz ederiz. Kent devletlerinin sakinleri Demir Çağı'ndan önce Kenanlılar olarak anılmaktaydı. Kenanlılar Tunç Çağı boyunca güney Suriye ve Lübnan kıyılarında yaşadılar ve Mısırlılar, Persler ve Babil-Asur İmparatorlukları gibi hasım komşularından kaçarak buraya sığındılar. Fenikelilere Yunanlılar tarafından verilen Fenike adı, Fenikelilerin dikenli salyangoz kabuğundan elde ettikleri ve çok kıymetli kumaşlar ürettikleri mor renkli boyaya atfen Yunanca Phoinikes kelimesinden türetilmiştir.
Şunu belirtmek çok önemlidir ki Fenike, büyük Kenan liman kentlerinin bulunduğu bölgeye atıfta bulunmak için kullanılan Klasik Yunan terimidir ve Fenikelilerin kendileri tarafından kabul edilen sosyal ve kültürel kimliğe birebir karşılık gelmez. Uygarlıkları antik Yunan'da olduğu gibi şehir devletleri şeklinde örgütlenmişti, bu nedenle kendilerini tek bir ulusal ve etnik kimlikle tanımlamaları gerekmiyordu. Bununla birlikte, arkeoloji, dil, yaşam tarzı ve din açısından Fenikelileri Kenan'ın diğer Sami kültürlerinden ayıracak çok az şey vardır. Kenanlılar olarak denizcilikteki başarılarıyla müstesna bir yere sahiptiler.
Wellcome Trust Sanger Enstitüsü bilim insanları ve çalışma arkadaşları tarafından yürütülen ve American Journal of Human Genetics dergisinde yayınlanan Yakın Doğu'daki antik kalıntılar üzerinde yapılan yakın tarihli bir tam genom analizi çalışmasında, Tunç Çağı'nda bölgede yaşayan 4.000 yıllık Kenanlı insanların tüm genomları dizilenmiş ve bunlar diğer antik ve günümüz popülasyonlarıyla kıyaslanmıştır. Antik DNA örneklerinin analizi, antik Kenanlıların Neolitik dönemde çiftçilikle uğraşan köylere yerleşen yerel halk ile yaklaşık 5.000 yıl önce bölgeye gelen doğulu göçmenlerin bir karışımı olduğunu gösterdi. Elde edilen sonuçlar ayrıca günümüz Lübnanlılarının antik Kenanlıların neslinden geldiğini de doğruladı.
Buna karşın Kenanlılarla ilgili tarihi kayıtlar sınırlıdır. Antik Yunan ve Mısır metinlerinde birkaç referans bulunabilmekte ve Kutsal Kitap metinleri, Kenan yerleşimlerinin yaygın bir şekilde tahrip edildiği ve halkların yok edildiği konusunda genel bir görüş birliği içindedir. Bu kitapta bölgeye ve halkına detaylı bir şekilde değinilmiştir.
MÖ 3500-2300 gibi erken bir tarihte bölgede büyük kentler ortaya çıkar ve giderek birleşen Mısır krallığıyla gelişen bir ticarete başlarlar. Kuzey ve doğudan gelen gümüş ve aromatik yağların yanı sıra Lübnan dağlarından toplanan kereste, Biblos (Byblos) kentinden deniz yoluyla Mısır'a taşınır. Arkeolojik bulgular Levant'ın kuzey kesiminin Mezopotamya ile yakın bağlar içinde olduğunu göstermektedir.
Fenikeliler MÖ 8. yüzyılın sonlarına doğru Akdeniz'in dört bir yanında ticaret merkezleri ve koloniler kurmuşlardı; en büyüğü Afrika'nın kuzey kıyısındaki Kartaca'ydı (bugünkü Tunus). Neolitik çağlardan beri varlığı bilinen Sur, Sayfa (Sidon) ve Biblos (Byblos) liman kentleri gelişerek bugüne kadar canlı modern kentler olarak varlıklarını korumuşlardır.
Yüzyıllar ve bin yıllar boyunca Lübnan, Doğu ile Batı arasında hayati önem taşıyan ticari ve kültürel bir ticaret noktası olmayı sürdürmüştür; bu küçük Sedirler Ülkesi, doğal güzelliklerin ve arkeolojik hazinelerin harmanlandığı bir yerdir.
Fenike alfabesi
Yazının en eski modelleri MÖ 3. binyıl civarında Mısır'da hiyeroglif sistemi ve Mezopotamya'da çivi yazısı ile karşımıza çıkmaktadır. Çivi yazısının getirdiği büyük buluş, bu çok sayıdaki 700 hiyeroglif işaretini sadece 30 ünsüz işarete indirgemek oldu. İlk tam çivi yazısı alfabesi MÖ 14. yüzyılda Kuzey Suriye'de Ugarit'te bulunmuştur; orijinal tablet Suriye'deki Şam Müzesi'nde, bir kopyası da Beyrut Amerikan Üniversitesi Müzesi'nde muhafaza edilmektedir.
Fenike alfabesi ilk doğrusal alfabedir ve bölgeye yaptıkları en önemli tarihi katkılardan biridir. Dünyanın geri kalanına yayılan tüm alfabetik yazılar bu alfabeden türetilmiştir.
Fenikeliler ilk tam doğrusal alfabeyi MÖ 11. yüzyılda keşfetmişlerdir. Papirüs üzerine mürekkeple yazılması daha pratik, kolay, yoğun tüccarlar için uygun olan bu alfabe, ünlü harfler olmaksızın sadece 22 ünsüz harften oluşur. Aynı Aramice halefleri Arapça ve İbranice gibi sağdan sola doğru yazılmaktadır. Milattan önce 8. yüzyılda Yunanlılar Fenike alfabesini alarak ona sesli harfler eklemiş ve yönünü soldan sağa değiştirmişlerdir. Sonrası gerçekten de bir tarih; hepimiz dil ihtiyaçlarımıza ve kökenlerimize uyacak şekilde evrimleşen aynı alfabeyi kullanıyoruz.
Bununla birlikte Fenike alfabesiyle yazılmış hiçbir büyük edebi eser, hiçbir destansı şiir, hiçbir tarihi vesika bulunamamıştır; sütunlar ve lahitler üzerindeki yazıtlar şimdiye kadar bulunan en iyi örneklerdir.
Yehawmilk ya da Biblos steli olarak adlandırılan taş levha (arkeolojik terimlerle stel) keşfedildiği ilk andan itibaren büyük bir merak uyandırmıştır. Fenike sanatının 1. binyıla ait kusursuz bir örneğidir – çağdaş Mısır tasvirlerine yakın ikonografik özelliklere sahip bir sahneyi, Fenike dilinde yazılmış bir metni tasvir etmektedir. Bu özellikleriyle Biblos kabartması Fenike tarihinin yeniden yapılandırılmasında kilit önem taşıyan belgelerden biridir. Fenike dilinde alfabetik karakterlerle yazılmış 14 satırlık yazıt, stele Sami yazıtları külliyatında ayrıcalıklı bir yer vermiştir. Yine de kısmen karakterlerin sert bir taş üzerine özensizce işlenmiş olması, kısmen de stelin sağ alt köşesinin eksik olması nedeniyle yazıtın okunması zor olmuştur.
Eski Fenike dili 1758 yılında Fransız bir arkeolog olan Jean-Jacques Barthelemy (Abbe Barthelemy) tarafından çözümlenmiştir. Barthelemy şifre çözme araştırmasını iki dilli metinlere, Malta'da keşfedilen Yunanca-Fenikece yazıtlara ve Tyre'deki sikke kabartmalarına dayandırmıştır.
Mevcut metinlerin, kaynakların ve kabartmaların eksikliği Fenike alfabesinin şifresini çözmeyi başlı başına zor bir iş haline getirmiştir. Fenikelilerin bıraktığı çok fazla yazılı belge yoktur. Yapılan arkeolojik kazılarda birkaç kraliyet yazıtı, tanrılara yapılan ithaflar ya da anıtlar üzerinde bulunan ve Fenike alfabesiyle sonsuza dek taşa kazınmış cenaze metinleri ortaya çıkarılmıştır.
Fenikelilerin keşif rotalarındaki ve farklı kolonilerindeki yerleşim yerlerinde rastgele başka yazıtlar da bulunmuştur. Yazı dili Fenikeliler için gezginlere, tüccar ve imalatçılara muhasebe ve iletişimlerinde kolaylık ve fayda sağlıyordu.
Biblos Kralı Ahiram'ın anısına MÖ 1000 yılında oğlu tarafından tekrar kullanılan bir lahit üzerine işlenen metin, tamamen Fenikelilere ait ilk yazıt olarak kabul edilir. Bu,Biblos şehrinde keşfedilen ve MÖ 11. yüzyıla tarihlendirilen en eski Fenike yazı örneğidir. Alfabedeki 22 harften 19'u kullanılmıştır ve kelimeler arasında boşluk bırakılmıştır. Beyrut Ulusal Müzesi'nin başlıca sergileri arasında yer almaktadır.
Güneydoğudaki Sayda şehrinin "Apollo Mağarası" olarak adlandırılan bölgesinde bulunan bu lahit, şehrin kralı II. Eshmunazar'a aittir. Lahdin ikonografisi Mısır'dan ilham alınmıştır. Başı açıkta bırakan bir kefene sarılmış olan ölünün kefeninin üzerinde alfabetik Fenike dilinde yazılmış 22 satır uzunluğunda bir yazıt vardır ve bu yazıt Ahameniş Pers dönemi tarihi için çok kıymetli bir delil niteliğindedir.
Şaşırtıcı bir lahit, firavun dönemi Mısır'ından bir modeli örnek almaktadır, ancak yüzü Yunan tarzında tasvir edilmiştir. Lübnan kıyılarında, Kıbrıs'ta ve Batı Akdeniz'deki Fenike kolonilerinde bulunan çoğu Fenike kentinin nekropollerinde de benzer lahitler bulunmuştur. Büyük olasılıkla Yunan sanatçılar krallar ve aristokrat seçkinler için lahitler yapmakla görevlendirilmiştir.
MÖ 332'de Büyük İskender altı aya yakın süren kuşatmanın ardından Sur şehrini alınca, yazı dili olarak Fenike alfabesinin yerine Yunanca geçmiştir. Bununla birlikte, nadir yazıtlar Fenikece'nin 1. bin yılın sonuna kadar kullanılmaya devam ettiğini doğrulamaktadır. Fenikeliler MS 2. ve 3. yüzyıllara kadar paralarının üzerine kimliklerini korumak için şehirlerinin Fenike isimlerini yazmaya devam etmişlerdir.
Fenikelerin mor imparatorluk boyası
Sur Moru veya İmparatorluk moru (Yunanca, porphyria, Latince: purpura) olarak tanınan mor boya ilk olarak Sur kentindeki antik Fenikeliler tarafından üretilmiştir. Lübnan kıyılarında yaşayan bir tür deniz salyangozu olan üç çeşit murex kabuğundan ekstrakte edilmiştir.
Kullanılan murex cinsine göre ipek ya da yün üzerine tatbik edildiğinde farklı bir renk tonu veren bu boya, kendine has tonu ve dayanıklılığı sayesinde büyük rağbet görmüş, hatta diğer boya çeşitlerinin aksine giderek daha güçlü ve parlak hale gelmiştir. Mor boyanın 1,5 gramını elde etmek için yaklaşık 12.000 deniz kabuğu gerekiyor ve bu da onu son derece masraflı ve pahalı bir ürün haline getiriyor.
Bugün gramı binlerce dolar olan altından 15 kat daha pahalı olan bu antik boya Fenikelileri oldukça zengin tüccarlar konumuna getirmiştir. Öneminden dolayı salyangoz kabuğu, çoğunlukla ihraç edildiği Sur'daki Fenike sikkelerinin üzerinde yer almıştır.
Değeri yüksek olduğu için ancak kraliyet mensupları tarafından kullanılabiliyordu ve bu nedenle İmparatorluk Moru olarak adlandırılmıştır. Helenistik ve daha sonra Roma imparatorluğu döneminde insanların kendisini mora bulama hakkı yasalarla yakından kontrol ediliyordu. Sosyal ve siyasi konumunuz ne kadar yüksekse, kendinizi o kadar fazla ekstrakte edilmiş mor boyayla kaplayabilirdiniz.
Romalı tarihçi Suetonius'a göre, Mauretania'lı Ptolemaios, İmparator Caligula'yı ziyareti esnasında giydiği mor kıyafet Ptolemaios'un ölümüne neden olmuştur. Pers Kralı Kiros ilk olarak kraliyet kıyafeti olarak mor bir tunik giymiş ve ardından Roma imparatorları vatandaşlarının ölüm cezası kapsamında mor giysiler giymesini yasaklamıştır. Mor renge bilhassa Bizans İmparatorluğu'nda itibar edilirdi. Hükümdarları gösterişli mor elbiseler giyer, fermanlarını mor mürekkeple imzalar ve çocuklarını "morlar içinde doğmuş" olarak tasvir ederlerdi.
Yunanlılar mitleri ve kahramanları oldukça sevdiklerinden, efsanevi kahraman Herkül ve köpeğinin Sur şehrindeki bir su perisine yaklaşmak için sahilde dolaştıkları bir efsane yaratmaları kaçınılmazdı: Bu sırada köpek bir deniz salyangozunu çiğnemiş ve salyangozun dışkısı köpeğin ağzını mora boyamış. Bunu gören su perisi kendisinden aynı renkte bir elbise istemiş ve böylece mor boyanın kökeni ortaya çıkmıştır. Kimi antik kaynaklar bu efsaneyi Herkül ile ilişkilendirilen bir Tirya tanrısı olan Melqart'a atfetmektedir.
Fenikelilerin ve Kenanlıların Lübnan'daki mirası
Kenanlılar ya da isterseniz Fenikeliler, bize gelişmemiz için bir alfabe sistemi sundular ve binlerce yıl boyunca bugünkü batı alfabelerimizi oluşturdular. Ayrıca imparatorlarımızı, krallarımızı ve aristokrasimizi gösterişli bir şekilde giydiren boyayı da onlar sağladı. Levant Bölgesi'nde çok daha fazla miras bıraktılar ve karmaşık bir kültürel ayak izi oluşturdular. Yüzyıllar boyunca tüm komşularının, Mısır, İran, Yunanistan, Roma ve Osmanlı İmparatorluğu'nun fetihlerine göğüs gerdiler ve Kenanlılar, Fenikeliler ve modern Lübnanlılar olarak ataları tarafından açıkça belirlenmiş özgün ve yıkılmaz bir kimlikle ortaya çıktılar.