Kuzey Rönesansı, yaklaşık olarak 15-16. yüzyıllar arasında Avrupa'nın kuzey bölgelerinde başlamış ve İtalyan Rönesansı ile benzer fikirler ve sanatsal paralellikler ortaya koymuştur. Hümanizm fikrinden yola çıkan Kuzey Rönesansı, kadının rolünü hem gelenekten etkilenen hem de reformcu bir düşünce yapısıyla ele almıştır. Kadınlar ve farklı imgeler arasındaki çağrışımlar, yüzyıllar boyunca kadın algımız için bir kaynak noktası haline gelecektir.
Kuzey Rönesansı'nda Kadınlar
İtalyan Rönesansı gibi Kuzey Rönesansı da eski inançların ve saklı kalan bilgilerin yeniden doğuşuyla ilgilidir. Hem bir ilerleme hem de köklerin yeniden keşfiyle ilgili bir dönem olduğu için bir yenilik duygusunun yanında aynı zamanda kayıp bir geleneğin çevresinde döner. Hem Yunan hem de Roma'ya ait antik bilgiler Rönesans insanları tarafından ön plana alındığı için, bu durum kadınların algılanma şekillerini de büyük oranda etkilemiştir. Yani kadınlar, antik metinlerden ve antik felsefelerin etkisine girmiştir. Bu da Rönesans'ın hem yeni bir kalıplaşma hem de kalıpları kırma dönemi olduğu paradoksal bir durum yaratmıştır.
Kuzey Rönesansı'nda kadınlar, hareketin tamamının büyük bir bölümünde yer almışlardır. Metinler, sanat ve günlük yaşamları yoluyla, önceki tarihsel dönemlere kıyasla daha görünür olmuşlardır. Bu dönemde kadınlar hala ön yargılara ve tipik baskılara maruz kalsalar da, bir miktar bağımsızlık elde ettiler.
Kuzey Rönesansı'nda Kadınlar ve Kadınlık
Kadın cinselliği, kadınların gücü, bedenleri ve genel olarak kadınlıkla ilgili tüm konulara hiçbir zaman Kuzey Rönesansı'ndaki gibi dikkatle değinilmemiştir. Kuzey Rönesansı kadınlığı, cinselliği ve toplumsal cinsiyet rollerini çok daha geniş bir şekilde değerlendirmiş, toplumların bu konuları ve sonucunda ortaya çıkan güç dengelerini nasıl belirleyeceklerini açık bir şekilde belirlemiştir.
Kuzey Rönesansı dönemindeki kadın tasvirleri bir önceki Orta Çağ dönemindekilerle yan yana koyulduğunda çok açık farklılıklar dikkat çekmektedir. Her şeyden önce, Kuzey Rönesansı sırasında kadın tasvirleri büyük bir hızla artmıştır. Birkaç duvar halısı ve bazı mezar heykelleri, ortaçağda kadınlar yalnızca bir aziz olduklarında ya da azizlerin yaşamlarıyla ilgili olduklarında tasvir edilirdi. Yani kendileri tek başına bir konu olamazlardı. Bu durum Kuzey Rönesansı'nda tamamen değişti ve kadınların tasvir edilmesi için artık kutsal birileri olma şartı kaldırıldı. Bundan sonra sanat, kadınlık gibi konuları ele almaya başlar ve bir bütün olarak kadın varoluşuna artan bir yönelim başlar.
Cinsellik ve Kadınlar
Çıplak kadın, sanatçıların ve izleyicilerin kadın bedenini ve kadın cinselliğini keşfetme, eleştirme ya da bilgilendirme biçimidir. Bununla beraber, birçok ilerleme sinyaline rağmen, Rönesans hala Orta Çağ düşüncesine bağlıydı. Bu da kadın çıplaklığını temsil edilmesinin genellikle bir tenkit olduğu anlamına geliyordu. Kültürel bir açıdan bakıldığında, çıplak beden şüphesiz cinsellikle ilişkilidir. Bu da bir tehlike duygusunu ortaya çıkarır; Kuzey Rönesansı sırasında kadın cinselliğinin sapkınlık anlamına geldiğini düşünülmüştü. Bu sapkınlık kadınları tehlikeli kılıyordu çünkü cinsel arzuları kadınların nasıl davranması gerektiğine dair kalıplara uymuyor, geleneksel olarak kadınların rolü olarak alışılmış şeylere karşı şüphesiz karşı çıkıyordu.
Önceki dönemlerle karşılaştırıldığında sanatta ilginç bir değişiklik yaşanmış; Rönesans döneminde sanatçılar çıplak kadınları bakışları izleyiciye dönük olarak resmetmeye tercih eder. Görsel olarak konuşursak, bu değişim birkaç şeyi ima eder. Şöyle ki, eğer kadınlar çıplak ve bakışları yere bakıyorsa, bu uyumlu ve itaatkâr bir tonu anlatır. Rönesans'ın yeniliği, bir anlamda, kadınların daha cüretkar olarak tasvir edilmesidir – örneğin doğrudan izleyiciye bakış, kadınların nasıl davranması gerektiğinin dışında bir sapkınlığa işaret eder ve tasvir edilen kadının toplum normlarına uymadığını anlatır.
Kadınların Gücü (Weibermacht)
Kadınların Gücü (Weibermacht), hem tarihten hem de edebiyat alanında tanınmış erkeklerin kadınlar tarafından domine edildiğini gösteren bir Ortaçağ ve Rönesans sanatsal ve edebi ütopyasıdır. Bu kavram, tasvir edildiğinde, izleyicilere erkekler ve kadınlar arasındaki alışılmış güç dinamiğinin tersine çevrilmesini sağlar. İlginçtir ki, bu döngü her zaman kadınları eleştirmek için değil, toplumsal cinsiyet rolleri ve kadınların rolüne ilişkin tartışmalı fikirlerin altını çizmek ve bir tartışma yaratmak için vardır.
Phyllis'in Aristoteles'in üstüne binmesi (Phyllis riding Aristotle), Judith ve Holofernes ve Pantolon İçin Savaş (Battle for the Trousers ) motifi bu döngüdeki anlatılardan birkaç tanesidir. İlk örnek olan Phyllis ve Aristoteles hikayesi, en parlak zekanın bile kadınların gücüne karşı savunmasız kaldığına işaret eder. Aristoteles kadının güzelliğine ve gücüne kapılır ve onun adeta oyuncağı haline gelir. Judith ve Holofernes'in hikayesinde Judith güzelliğini kullanarak Holofernes'i kandırır ve başını keser. Son olarak, son örnekte, Pantolon Savaşı motifi ev içinde kocalarına hükmeden kadınları temsil eder. Kadınların gücü (Weibermacht) döngüsü Rönesans döneminde Kuzey bölgesinde son derece ilgi gördü. İnsanların kadınların rolü ve güçleriyle ilgili genel zihniyetini değiştirmiştir.
Sanatçı Olarak Kadınlar
Bazı özgürleşmelerin bir sonucu olarak, kadın sanatçılar Kuzey Rönesansı'nda, özellikle de yakında kurulacak olan Hollanda Cumhuriyeti'nde kendilerini var ettiler. Bununla birlikte, rolleri hem toplum hem de onları gülünç ve uygunsuz gören sanat eleştirmenleri tarafından sürekli eleştirilmiştir. Kadın ressamları hedef alan bir söz, "kadınlar fırçalarını ayak parmaklarının arasına koyarak resim yapar" der. Erkeklerin her zaman eğitim görmeleri ve kariyer yapmaları teşvik edilir ve buna izin verilirken, kadınlar çoğunlukla evin içinde, ev kadınlığı kariyerinden ileri gidemezdi. Bir ressam olmak, başka bir tecrübeli ve bilinen ressam tarafından eğitilmek anlamına geliyordu ve kadınlar nadiren bu kişiler tarafından kabul ediliyordu.
Peki kadınlar nasıl sanatçı oldu? Bu noktada iki seçenekleri vardı. Ya sanatçı bir ailede doğacaklar ve bir aile üyesi tarafından eğitilecekler ya da kendi kendilerini eğiteceklerdi. Her iki seçeneğinde zorlukları vardı, çünkü biri şansa bağlıyken diğeri kişinin yeteneklerine ve disiplinli çalışmasına dayanıyordu. Bu süreçte tanıdığımız bu tür kadınlardan birkaçı, her şeye rağmen resim yapmayı başaran Judith Leyster ve Maria van Oosterwijck'tir. Üzülerek belirtmeliyiz ki, daha önce de bu tür kadınların var olduğu şüphesizdir, ancak akademisyenler onların sanat dünyasındaki izlerini kaybetmişlerdir.
Cadı Olarak Kadınlar
1486 tarihli Malleus Maleficarum (Cadı Çekici), 1486 yılında Almanya'da cadılar hakkında yayınlanan ve okültizm korkusuna esin kaynağı olan cadı imajını yaratan bir incelemeydi. 15. ve 16. yüzyılların sanatı, kadınlara ve onların toplumdaki yerlerine ilişkin sosyal fikirleri cadılık ve okültizm ile bağlamıştır. Cadılar, dindarlığa karşı olan kadınlar olarak bir tehlike imgesiydi. Ünlü sanatçı Albrecht Dürer de çeşitli cadı imgeleri yarattı. Popülerliği nedeniyle, tasvirleri Avrupa çapında oldukça hızlı bir şekilde yayıldı ve cadıların görsel imajını belirledi.
Muhtemelen en meşhur olanı, dört çıplak kadının bir daire oluşturduğu Dört Cadı (Four Naked Women)'dır. Yanlarında, içinde bir iblisin olduğu bir kapı bulunurken, dairenin ortasında bir kafatası yer görünür. Bu eser, dört kadın çıplak olduğu için cinsellik ve büyücülük arasında sağlam bir bağ kurmaktadır. Modern bir okuyucunun fark edebileceği gibi, söz konusu eserde yer alan unsurların birçoğu bugün bile cadılıkla ilişkilendirilmekte ve genel cadı imajımızı ortaya koymaktadır.
Kuzey Rönesansı'nın Kadınları
Kuzey Rönesansı'nın kadınları sade, sessiz ve mütevazı olduklarında saygı görüyorlardı. Reformasyonun etkisiyle Kuzey Rönesans düşüncesi, en azından teoride, giysilerde ve dış görünüşte alçakgönüllülüğü ve sadeliği tercih etmeye başladı. İdeal kadın sessiz, mütevazı görünümlü, karakteriyle erdemli, dindar ve kendini ailesine adamış biriydi. Bu durum Hans Holbein gibi sanatçıların kadın portrelerine bakılarak da görülebilir; zira bu portreler sadece birer portre olmayıp, kadının toplum ve aile içindeki rolüne işaret eden ve çoğu zaman İncil'e atıfta bulunan ince mesajlar barındırmaktadır. Bir başka harika örnek de, Kuzey Rönesans çiftinin cinsiyet rollerini ve beklentilerini sembolizm yoluyla gösteren ünlü Arnolfini'nin Evlenmesi (Üstteki resim) eseridir.
Kadınların rolüne ilişkin bir başka çarpıcı örnek de, Macaristan Kraliçesi Mary'nin portresini dahi yaparak adını büyük kesime duyuran kadın ressam Caterina van Hemessen'e aittir. Ancak, günümüze ulaşan eserlerine dayanarak, evlendiğinde kariyerinin sona erdiği görülmektedir. Bu da bir kadının başka her şeyi bir kenara bırakarak kendini kocasına ve evliliğine adamasının beklendiğinin açık bir kanıtıdır.
Sonuç olarak, ortalama bir Kuzey Rönesans kadınının hayatı evine sıkı sıkıya bağlıydı. Kuzey Rönesansı'nda kadınların rolü, önceki dönemlerdeki kadınlarınkinden önemli ölçüde farklı değildi. Bununla beraber, zihniyet, cinsellik ve kadın bedenine ilişkin yeniliklerin yanı sıra ressamlık gibi bir kariyer için biraz daha fazla şanslarının olması, bazı şeylerin değişmeye başladığını göstermektedir.