Çin topraklarında 12 milyondan fazla nüfusa sahip Uygur Türklerinin Çin hükümetinin diktasıyla maruz bırakıldığı zorunlu eğitim kampları, Çin vatandaşları ile aynı haklara sahip olmaması, dayatılan ağır çalışma şartları ve kısırlaştırma eylemleri tüm dünya ülkelerinin gözü önünde yaşanmaya devam ediyor. Dünya genelinde hükümetlerin "hak, özgürlük ve eşitlik" ilkelerini kişilerin inandığı din, sahip olduğu etnik köken ve ekonomik varlığına göre dağıtması Uygur Türkleri gibi azınlıkları zulüm altında yaşamaya mahkum ediyor. Bugüne kadar yaşanan olaylarda 100.000'lerce Uygurlunun öldürüldüğü, binlerce çocuğun kaçırıldığı ve sayısız insanın kayıp olduğu bildirilir. 1 milyon Uygurlu Sincan yakınındaki kamplarda hapsediliyor.
Çin neden Uygurlara zulmediyor?
Çin hükümetinin Uygur Türklerine uyguladığı kötü muamele uzun yıllardır sürüyor. Trajedi yalnızca yakın zamanda uluslararası gündeme taşındı ve başta Müslüman ülkelerdeki sivil toplum örgütlerini harekete geçirdi. Çin'de en fazla Müslüman çoğunluğa sahip olan Türk kökenli Uygur halkı Çin'in kuzey Sincan (Xinjiang) bölgesinde yaşıyor. Çin hükümeti, dikta ettiğini kabul ettiği bu yaptırımlar için cihatçı milis grupların yasa dışı eylemlerini ve Çin topraklarında yaşayan farklı etnik kökenden ayrılıkçı grupların ayaklanmasını sebep gösterse de operasyonlarını tüm Müslüman nüfusu kapsayacak şekilde gerçekleştiriyor.
Çin, Sincan'ı stratejik olarak önemli görüyor ve bu nedenle Uygur nüfusunu ve kültürünü bölgeden etkili bir şekilde silmeye kararlı. Kısırlaştırma, yeniden eğitim kampları, kitlesel gözetleme ve zorla çalıştırma Çin'in milyonlarca Uygur'un hayatını zindana çevirme yollarından biri. Ülke "etnik sıfırlama" çalışmalarını sık sık uluslararası suç ortaklığı ile gerçekleştiriyor.
Çin'in Sincan'ı önemli görmesinin nedenleri arasında Sincan'ın Çin'in Türk cumhuriyetlerine açılan tek kapısı olması ve bu bölgede çoğunluk olan başka bir Türk kökenli milletin büyümesini ve gelişmesini istememesi; bunu uzun vadede bir tehdit olarak algılaması var. Hükümet bölgeyi Uygurlardan temizleyip etnik yapıyı Çin kökenli vatandaşları ile devşiriyor.
Uygur Türkleri kimdir?
Uygurlar 1921 yılının sonlarında dönemin Çin Komünist partisi tarafından "tanınan" ve Çin devleti sınırları içerisinde yaşayan 56 farklı etnik kökenden biri. Yaklaşık 12 milyon nüfusu bulunan ve Çin'in Sincan bölgesinde çoğunluk olarak yaşayan bir Sünni Müslüman topluluğudur. Ancak yakın geçmişte Çin hükümeti tarafından yürütülen asimile operasyonları ile bölgeye "Çin Han" etnik kökenine sahip tarım insanları yerleştirildi ve Uygurlar bölgedeki çoğunluğunu kaybetti.
Çin'e göre "Uygur sorunu" ile başlatılan ırkçı yıkımın nedeni "Sovyetler Birliği'nin çöküşünün ardından ortaya çıkan ayrılıkçı hareketler. Çin, Kafkasya'daki birçok ulusun bağımsız olmasıyla Sincan'daki Uygur Müslümanlarının ısrarla bağımsızlık talep etmeye başladığını ve bunun da Pekin yönetimi ile gerginliğin artmasına neden olduğunu iddia ediyor.
Ancak yapılan bu baskıların asıl nedeni Çin devletinin Sincan bölgesini enerji kaynağı zenginliği ve Çin'i Türkistan (Orta Asya) ve Orta Doğu'ya bağlayan stratejik konumu nedeniyle ekonomik ve jeopolitik anlamda önemli bulması var.
Yönetim, bölgeyi farklı etnik kökenden gelen insanların hakimiyetine bırakmaktansa "Çin Han" kökeninden gelen insanlara bırakmanın uzun vadede "daha güvenli" olacağını düşünüyor. İzledikleri politikadaki devşirme yöntemi ve kültürel yıkım bölgedeki Uygur halkının üzerine kabus gibi çöktü.
İslam'a karşı savaş ve yeniden eğitim kampları
Çin hükümetinin artan baskıları 1997 yılında ayrılıkçı milislerin Çin hükümetine karşı "Doğu Türkistan İslami Hareketi" gibi grupları kurmasıyla sonuçlandı (şimdiki adı ile Türkistan İslam Partisi). Grup, Uygur bölgesinde birkaç saldırı gerçekleştirdi ve bu saldırılar ile Sincan bölgesindeki etnik çatışmalar derinleşmeye ve katliam derecesinde ölümlere sebep olmaya başladı. Çin 2015 yılında Sincan'da terörist oluşumları hedef aldığını söyleyerek büyük bir operasyon başlattı.
Ancak çok geçmeden kapsamın çok daha geniş olduğu anlaşıldı. Pekin, terörle mücadele adına yerel halkın İslamiyetten arındırılmasına başladı ve Uygur kültürünün etkin bir şekilde bastırılması için bölgedeki asimilasyon sürecini sıkı şekilde yükseltti. Bu faaliyetler Çin devletinin uyguladığı sansür nedeniyle uzun süre uluslararası medya tarafından büyük ölçüde fark edilmedi ancak son iki yılda birçok insan hakları örgütü Sincan'da olup bitenlere dikkat çekmeye başladı.
Bazı Avrupa Birliği ülkeleri bugün yaşanmaya devam eden katliama artık ilgi gösteriyor olsa da yıllardır yaşanan iç çatışmadan dolayı öldürülen Uygurların sayısı 100.000'ler ile ifade ediliyor. Bunun yanında kaçırılan binlerce çocuk ve kayıp insan var. O dönem yaşanan çatışmalardan sonra kaybolan ve bulunamayan Uygur Türklerinin aileleri hala kaybolan akrabalarını arıyor.
Yaşanan iç çatışmalardan sonra Çin hükümeti Sincan bölgesini "Polis devleti" haline getirdi. Bölgede yaşayan insanlar ve hatta bölgeye geçici olarak ziyarete gelenler telefonlarına Çin polisinin belirlediği GPS uygulamasını kurmak ve açık tutmak zorunda. Şehrin bulunduğu her sokak ve köşe başında yüz tanıma sistemine sahip kameralar bulunuyor (Bu yüz tanıma teknolojisini Huawei geliştirmiş ve şirketin Danimarka İletişim Müdürü Tommy Zwicky olayı öğrenmesinin ardından "yapamam" diyerek istifasını vermiştir).
Bölgede bulunan Uygur vatandaşları polis amirlerinden izin almadan şehirden çıkamıyor ya da tekrar evine dönmek için şehre giriş yapamıyor. Bölgedeki halkın telefonlarının dinlenmesi alışılmış bir uygulama. Çin hükümeti tüm bunları "terörle mücadele" olarak adlandırıyor. Ancak hükümet sadece tespit ettiği cihatçı terör mensuplarını değil bölgede bulunan tüm Müslümanlara baskı uyguluyor ve amacı etnik kimliklerini giderek aşındırmak.
2017 yılına kadar sayıları 24.000 gerileyen camiler bugün 15.000 düştü. Çin hükümeti camilerin mimari yapısının bozuk ya da yıkılma tehlikesi olduğunu öne sürerek yıkım kararı alıyor. Silahlar ve ölümlerle başlayan katliamlar bugün kültürel asimilasyon ile devam ediyor. Camilerin yıkılmasındaki amaç inancı kırmak, insanların bir araya gelmesini engellemek ve onları kültürel miraslarından mahrum bırakmak.
Bu sistemin katliam niteliğinde olduğuna farklı bir örnek, 2018 yılı itibari ile bölgede yaşayan insanların Arapça yazı yazmasına ve tabela kullanmasına yasak getirilmesi. Bu yasaklara karşı gelen vatandaşlar toplama kampına götürülüp işkencelere maruz kalıyor, çocuk yaşta olanlar zorunlu eğitim okullarına gönderilip etnik yapılarından ve inançlarından arındırılmak için Çin Han felsefesi, Çin Kominist yönetim anlayışı ve inançları ile beyinleri yıkanıyor. Çin bu merkezlere "teröristlerin topluma kazandırılma" merkezi diyor ancak bizzat kampta bulunmuş insanlardan gelen artan sayıda kanıt suç geçmişleri olmayan Uygurların hapsedildiğini, zorla pamuk tarlasında çalıştırıldığını ve beyin yıkamaya maruz kaldığını gösteriyor.
İnsanların kaçırılarak mahkum edildiği ve "yeniden eğitime" maruz bırakıldığı kampları Çin hükümeti "teröristlerin rehabilite edildiği yer" olarak adlandırıyor. Çin yönetimi için tüm Uygurlar birer terörist.
Demografik soykırım
Çin, baskı ve beyin yıkama yoluyla Uygur kültürünü, gelenek ve göreneklerini yok ederken geleceğe hazırlık yapıyor. Zira Çin'in "Uygur sorunu"na getirdiği çözümler bu azınlığın doğum oranının kademeli olarak yok edilmesini amaçlar. Giderek artan sayıda uzmana göre 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi uygulamanın bir "demografik soykırım" olduğunu açıkça söylüyor.
Çinli yetkililerin Uygurlara uyguladığı soykırım eylemleri arasında kitlesel kısırlaştırma, zorunlu doğum kontrolü ve kürtaj var ve Uygurların doğum oranının zorla düşürülmesi programının bir parçası. Kadınlar cerrahi bir prosedür olmadan çıkarılamayan rahim içi araçlar (RİA) takmaya veya başka türden kontraseptifler yutmaya veya enjekte etmeye mecbur. Ayrıca, bazı tanıklar rutin kontroller için hastaneyi ziyaret eden hamile kadınların kürtaj işlemine zorlandığını bildiriyor. Son olarak, yeni doğan bebeklerin öldürüldüğü vakalar var.
Antropolog Adrian Zenz, Sincan'daki kısırlaştırılmış kadın oranının 2016'da yüzde 0,04'ten 2018'de yüzde 0,25'e yükseldiğini bildirir. Ayrıca, bölgedeki doğum oranı son yıllarda çarpıcı şekilde düştü. 2015 yılına kadar Uygur nüfusu 1.000 kişi başına 22 doğumla ülkedeki en yüksek doğum oranına sahipti. Sadece 2018'de bu rakam 1000'de 8'e düştü.
Uluslararası tepkiler
Trump yönetimi görevdeki son günlerinde Uygur soykırımına karşı konuştu. Eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo "ÇKP'nin [Çin Komünist Partisi] yönetimi ve kontrolü altındaki ÇHC'nin [Çin Halk Cumhuriyeti] Sincan'daki çoğunluğu Müslüman Uygurlara ve diğer etnik ve dini azınlık gruplarına karşı soykırım yaptığını belirledim" dedi. Biden yönetiminde ise halefi Anthony Blinken bu görüşe destek verdiğini söyledi.
ABD'nin Uygur zulmüne karşı duruşu uluslararası toplumun da giderek kabul görmeye başladığı bir mesele. Avrupa Birliği konuya dair görüşünü eski Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini ile dile getirdi. Ayrıca birçok ülkenin büyükelçisi halihazırda Birleşmiş Milletler'e Çin'in Uygur azınlığa muamelesini kınayan mektuplar gönderdi. Ancak yaptırımların şimdiye kadar varsayımsal bir aşamada kalması ve Çin'le yeni ticaret anlaşmalarının imzalanması ekonomik çıkarların galip gelmesini sağladı.
Bu tutum Uygur halkıyla dini yakınlığa sahip olmasına rağmen Çin ile ortaklığa daha çok önem veren ve daima Çin devletinin tarafını tutan birçok Orta Doğu ülkesinde daha belirgindir. Uygur nüfusu ile ortak köklere sahip Türkiye buna iyi bir örnek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın duruşu Çin'den yana. Bir süre önce Çinli yetkililerin eylemlerini eleştirerek ve Pekin'den açıklama talep ederek Türk azınlık nüfusunu desteklediğini belirtirken çok sürmeden işler değişti. Çinli mevkidaşı Şi Cinping ile yaptığı zirvede "Sincan'daki tüm insanlar ve etnik kökenler mutlu bir şekilde yaşıyor" dedi. Bu U dönüşü Çin ile Türkiye'nin daha yakın bir ticaret ortaklığı kurduğu zamana denk geliyor. Kurbanlar, bir kez daha, kültürel ve demografik soykırımdan kurtarılmayı hak edecek kadar ekonomik önem taşımayan Sincan'ın 12 milyon Uygurudur.