Uluburun batığı, Türkiye'nin Kaş açıklarında keşfedilen Tunç Çağı'na ait bir gemidir. Muhtemelen Finike/Kenan kökenli olan gemi MÖ 1330 ile 1300 arasına tarihlenir yani şaşırtıcı derecede eskidir. Tahminler ticari mal yüklü antik geminin Likya'nın güney kesimindeki bir limandan geldiği ve Yunanistan'a giderken battığı yönündedir. Deniz arkeologları 1984'ten başlayarak 11 yıl boyunca alanı kazdılar ve 17 tondan fazla eser çıkardılar. Bu hazinelerce mal antik Tunç Çağı Akdeniz'indeki ticaret ve kültürel etkileşime dair bilgiler sunan bir zaman kapsülü gibidir.
Uluburun batığının tarihlenmesi
Radyokarbon tarihleme teknikleri ve tanımlanabilir çanak çömlek türleri enkazın battığı zamanı MÖ 14. yüzyılın sonuna veya MÖ 1330 ile 1300 arasına yerleştiriyor. Ne yazık ki geminin büyük kısmı yok ancak omurga ve kalasın bazı kısımları ve içinde bulunan toplam mal miktarı geminin yeniden inşasına yardımcı oldu. Uluburun batığının bir zamanlar yaklaşık 15 metre uzunluğunda, 5 metre genişliğinde ve 20 tona kadar yük taşıma kapasitesine sahip olduğu tahmin ediliyor. Gövde ve omurga meşe demirbaş ve bağlantılarla Lübnan sedirinden yapılmış.
Uluburun batığının keşfi ve taşıdığı yükü
Sünger dalgıcı Mehmet Çakır 1982'de 15 metre uzunluğunda bir gemi batığı kalıntısı ile karşılaştığında şaşkına uğradı. Çok uzun zamandır denizin dibinde durduğu anlaşılan geminin sedir gövdesinin çoğu yoktu. Ancak batığı araştıran Çakır birkaç seramik kavanoz, yüzlerce cam, bakır ve kalay külçe buldu. Enkazın 44-61 metre derinliğinde olması yağmalanmasını önlemişti. ABD'nin Teksas Üniversitesi olaya dahil oldu ve sualtı arkeologları Uluburun enkazını incelemek için hayatlarından bir ömür harcadılar.
Yüksek derinliğin bir sonucu olarak dalgıçların enkazda geçirebilecekleri zaman sınırlıydı ve 17 tondan fazla eserin çıkarılması için 22.400'den fazla dalış yapıldı. Ek bir zorluk ise enkazın dik bir yamaçta bulunuyor olması ve yükünün 250 metrekare alana yayılmış olmasıydı. Geminin ana kargosu hammaddeydi. En büyük parçası 348 tanesi toplam 10 ton ağırlıkta olan bakır külçelerdi. Külçeler Tunç Çağı Akdeniz'inde yaygın olan yayılmış 'öküz derisi' şeklindeydi. Kurşun izotop analizi külçelerin saf bakır olduğunu ve Kıbrıs'tan geldiğini ortaya çıkarmıştır. Denizdeyken hareket etmelerini en aza indirgemek için külçeler gemi ambarının uzunluğu boyunca balıksırtı şeklinde dört sıra halinde yerleştirilmişti.
Bir sonraki en büyük yük olan bir tonun üzerindeki 120 saf kalay külçenin Türkiye'deki Toros dağlarındaki madenlerden ve Afganistan'daki bir kaynaktan geldiği analiz edilmiştir. Gemiye dair belki de en büyük buluntu yaklaşık 150 Kenan kavanozu menengiç reçinesidir. Reçinenin içindeki polenin analizi, polenin İsrail'den geldiğini gösterir. Bunun yanı sıra Kıbrıs'a özgü büyük kavanozlarda nar ve zeytin yağı vardı.
Uluburun batığındaki diğer mallar arasında tek bir fil dişi, 24 abanoz ağacı kütüğü ve 14 su aygırı dişi var.
Disk şeklinde cam külçeler bulunması da dikkat çekiciydi. 175 parçası 350 kg ağırlığındaydı ancak çoğu aşınmıştı. Koyu mavi, turkuaz, mor ve sarı renkte olmaları aynı renkteki daha pahalı maddelerin (sırasıyla lapis lazuli, turkuaz (taşın adı), ametist ve kehribar) taklidi olduklarını gösteriyordu. Muhtemelen boncuk haline getirilecek veya kuyumculukta dolgu olarak kullanılacaktı. Ayrıca 70.000 kadar boncuğa ve fayansa rastlandı. Gemide bir ton ağırlığında yol taşı balastı vardı.
Altın, gümüş, tunç, kalay, fayans ve camdan yapılmış birçok mücevher parçası olması ve aynı malzemelerden heykelcik, kap ve silahlar bulunması hayranlık vericiydi. Ahşap eşyalar bozulmuştu ancak yüksek kaliteli kutu kalıntıları vardı. Gemideki daha egzotik eşyalar arasında Baltık kehribarı, İtalyan kılıcı, üç devekuşu yumurtası kabuğu ve Mezopotamya'dan silindir mühürler yer alıyor. Gemide taşındığı bilinen çabuk bozulan mallar arasında baharat (kimyon, sumak), ot (kişniş, adaçayı), çeşniler (aspir), zeytin, badem, üzüm, incir, tahıl, iskerlet kabuğu ve boya olarak kullanılan suda bulunan sarı bir mineral olan orpiment geliyor.
Bir bütün olarak ele alındığında Uluburun batığının yükü çok yüksek değere sahipti ve malların türü itibariyle batı Asya ile Mısır hükümdarları arasında ticareti yapıldığı bilinen hediyeliklere çok benzer.
Dört ticari teraziye rastlanması gemide dört Fenike / Kenan tüccarı olduğunu göstermiştir. Hayvan şeklinde pahalı bir ağırlık setinin ve fildişi ve abanoz işlemeli kulplu Fenike kılıcının varlığı içlerinden birinin kıdemli hatta kaptan olduğuna işaret ediyor. Miken mallar, özellikle mühürler ve çift baltalar ve Yunanistan'dan gelen kişisel eşya çiftleri gemideki en az iki kişinin Miken olduğunu gösteriyor.
Uluburun gemisinin rotası
Geminin yapım tekniği, mürettebat tarafından kullanılan çanak çömleğin analizi ve Suriye-Filistin veya Kıbrıs tipi 24 taş çapa, geminin ana limanının Akdeniz'in doğu sahilindeki Levant'ta ve muhtemelen Tell Abu Hawam'da olduğunu düşündürmüştür (günümüz Hayfa, İsrail'i). Bu liman söz konusu dönemde ticarette özellikle aktifti ve bölgedeki buluntular Uluburun batığındakilere çokça benzer.
Araştırmacılar geminin batmadan önce batıya gittiğini ve muhtemelen Likya'da (Türkiye'de Teke Yarımadası) bir limandan yeni çıkmış olduğunu belirtir. Çanak çömleğin çoğunlukla Kıbrıs türünde olması ve çok az Ege malının bulunması Uluburun'un batmadan önce Likya'dan ayrıldığının kanıtı olabilir. Gemideki çanak çömleğin çoğunda kullanılan kilin kimyasal analizi ve Minet-el Beida'daki (Suriye koyu) depolarda bulunan eşyalara benzerliği Uluburun gemisinin Ugarit'e (Suriye'nin Akdeniz liman şehri) bağlı bir limandan çıkmış olabileceğini öneriyor.
Her şeye rağmen Uluburun batığına dair birçok yaklaşım teorilerden ibarettir. Zira Tunç Çağı'nda tüm Kıbrıs, Mısır, Anadolu ve Levant'ta Akdeniz malları bulunuyordu. Kıbrıs gibi kozmopolit noktalarda geniş çapta stoklama ve yeniden satış yapılıyordu. Bununla birlikte gemideki Kıbrıs seramiklerinin çoğunun farklı tipte olması geminin doğrudan Kıbrıs'tan kalkmadığını düşündürüyor. Zira aksi halde tek bir üretim merkezinden gelen daha homojen bir yüke sahip olurdu. Daha ziyade çeşitli kaynaklardan yüklerin stoklandığı bir limandan çıkmış olabileceği öne sürülür.
Eğer gemide elit statüde iki Mikenli varsa Uluburun gemisinin nihai varış noktası Yunanistan olabilir. Antik zamanlarda elitler sık sık ticaret gemilerine eşlik ederdi. Amaç kraliyet yükünün söz verildiği gibi ulaşmasını sağlamaktı. Uluburun'un yükü döneme göre oldukça değerliydi. Eğer bir hükümdardan diğerine gönderilmiş diplomatik hediyelerse alıcısını epey zenginleştireceği ve önemli bir prestij kaynağı olacağı kesindir. Bu kadar değerli bir sevkiyatın nihai hedefine ulaşmamasının mali ve politik sonuçlarının ne olduğunu tahmin etmek zor değil.
Uluburun gemisinin neden battığı muhtemelen asla bilinmeyecek ancak enkaz kayalık bir burnun yakınında yer aldığından rüzgarın gemiyi kayalara sürükleyip batırmış olması muhtemel. Gemide silah olması deniz ticaretinin korsanlıkla tehdit edildiğini hatırlatıyor ancak geminin kaderi Tanrı'nın eliyle çizilmiş gibi. Olay hem gemi mürettebatı hem de yükün parasını ödemiş zengin tüccarlar için tam bir trajedi olmuştur. Yine de Uluburun batığı insanlığa antik bölgesel etkileşimlere dair büyüleyici bir bakış sunmaktadır. Uluburun batığı geçmişten gelen bozulmamış bir zaman kapsülü gibidir ve son derece nadirdir.