Bu yazımızda İsrailoğullarının tarihi hakkında bilgiler bulacaksınız. MÖ 1250 civarında bir gün yaşlı Musa Şeria ırmağı boyunca Horep Dağı'na tırmanıp Kenan'a baktı. Sonunda hayatının amacı gerçekleşmiş, halkını ülkesine geri getirmişti. Solunda Ölüdeniz, 80 km ileride Akdeniz ve 100 km ileride kuzeyinde Celile Denizi'yle çevrelenen bu topraklar, İsrailoğulları'nın çok uzun zaman önce terk ettiği ve Tanrı'nın kendilerine vaat ettiği ülkeydi.
İsrailoğullarının Tarihi
Aslında Hazreti Musa'nın ülkelerine geri getirdiği İsrailoğulları'nın sayısı çok da fazla olmayabilir, ancak dönüşlerinin çarpıcı öyküsü hemen hemen 500 yıl sonra yazıya döküldüğünde, Mısır'dan bu destansı kaçış artık halkın malı olmuş ve Kenan'ın tüm kabileleri onunla özdeşleşmişti. Tevrat'ta (Tora) bu konuda anlatılanlar birbirinden farklıdır ve Kur'an'ı gözardı eden modern tarihçiler bu yüzden bu olayda ne kadar gerçek payı olduğu konusunda fikir ayrılığına düşmüşlerdir.
Ancak, İsrailoğulları'nın kökeni ve göçleriyle ilgili temel gerçekler konusunda tartışma çok azdır. Görünüşe göre onlar da MÖ 2500'de dünyanın en erken uygarlıklarının beşiği Yakındoğu'daki "Bereketli Hilal" boyunca yerleşen pek çok sami gruptan biriydi. Kenan'ın Hiksoslar olarak bilinen Sami hükümdarları bir dönem Mısır'a bile hükmetmişlerdi.
MÖ 1600 civarında Kenan'da (Kanaan) bir kuraklık oldu ve İsrailoğulları'nın lideri Yakup, halkının bir bölümünü yiyecek ve otlak arayışında Mısır'a götürdü. Mısır hükümdarı büyük olasılıkla Hiksos kökenli bir firavun olduğu için onları iyi karşıladı ve Nil deltasının doğusundaki ovalara yerleşmesine izin verdi. Ancak MÖ 15. yüzyıla gelindiğinde Hiksoslu hükümdarların yerini Mısırlılar almıştı ve İsrailoğularına karşı tavırları da değişti.
"Antlaşmamı seninle ve soyundan kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun Tanrısı olacağım. Tekvin 17:7
MÖ XXIII. yüzyılın başlarında, Akdenizin kuzeyinden gelen ve deniz kavimleri olarak bilinen denizci toplulukların oluşturduğu tehdit, Antik Mısırlıların, ülkelerinde barındırdıkları yabancı gruplar hakkında gittikçe daha huzursuz olmalarına neden oldu. İsrailoğulları'na karşı düşmanlık şiddetlendi. Böylece Firavun II. Ramses İsrailoğulları'nı köle olarak çalışmaya zorladı ve yeni doğan çoçukların öldürülmesini emretti.
Musa Peygamber'in Eski Ahit'te anlatılan olayı, işte bu buyrukla ilintilidir. Musa'nın annesi bebeği nehir boyunda sazdan örülme bir sepet içinde saklayarak ölümden kurtarmak istedi. Kutsal metinler, bebeği orada firavunun kızının bulduğunu ve sarayda kendi oğlu gibi yetiştirdiğini anlatır. Öykünün bu kısmı doğru ya da yanlış, Hazreti Musa'nın Mısırlı hükümdar aileyle yakın ilişkisi bulunduğu kesindir. Ancak bebekken ona dadı olarak kim olduğunu gizleyen öz annesi baktığı için, kendi halkıyla olan bağlarını hiç kaybetmedi. Vahiy geldiğindeyse İsrailoğuları'nı eski ülkelerine götürmeye karar verdi.
Musa ve kardeşi Harun bıkıp usanmadan firavuna İsrailoğulları'nı bırakması için ısrar ettiler. Anlaşılan öne sürdükleri gerekçeler kadar, ülkede birbiri ardına gelen salgınlar ve başka felaketler de etkili oldu. Firavun sonunda bu felaketlerin İsrailoğulları'nın tanrısı tarafından gönderilen bir ceza olduğuna ikna olup, esir halkın gitmesine istemeyerek olsa bile izin verdi. Ardından hemen fikrini değiştirdi ve onları durdurmak için askerlerini yolladı. Ancak İsrailoğulları ortadan yok olmuş, belki de Süveyş ile sahil arasındaki gölleri çevreleyen sazlıklara girmişti. İlahi etkiyle ikiye ayrılan Kızıldeniz'den (Saz Denizi) kaçış da böyle bir taktikten kaynaklanmış olabilir.
İnanılmaz Yolculuk
İsrailoğulları'nın çölde izledikleri yol hiç bilinmedi. Bu durumun nedeni belki de, Musa'nın yollarını Mısır'a bildirecek merkezlerden kaçınmış olmasıdır. Sonunda Hazreti Musa halkını, Tanrı'nın ona ilk yanan bir çalıda gözüktüğü Sina Dağı'na getirdi. Tevrat'a göre Musa Peygamber'in uzun süren yokluğu sırasında pek çok İsrailoğlu endişeye kapıldı. Tanrı'ya olan inançlarını yitirdi. Musa Peygamber'in gecikmesini fırsat bilen eski putperes Samiri onlara size eskiden Musa'nın da taptığı bir Tanrı yapayim mi dedi. Mısır'dan çıkarken yanlarına aldıkları altın takıları eritip ortası delik, rüzgar girince ses çıkaran altından bir buzağı yaptılar. İnsanlar buna tapındılar. Hazreti Musa Sina Dağı'ndan Tanrı'nın vahyettiği "on emir"le geri döndüğünde gördükleri karşısında öfkelendi ve inançlarını koruyamayıp puta tapanlara kızdı. Samiri'ye neden böyle bir şey yaptığını sorduğunda Samiri, şeytanın ona bunu güzel gösterdiğini söyledi. Hz. Musa Samiri'yi topluluktan kovdu ve ömür boyu kimsenin kendisiyle konuşmayacağını söyledi.
Bal ve Süt Hikayesi
Hazreti Musa tövbekar İsarailoğulları'nı gene de bağışladı. Hatta yokluğunda emanet ettiği topluluğa sahip olamayan, put yapılmasını engellemeyen kardeşi Harun'u başrahip yaptı. On emir yazıya dökülüp, taşınabilir bir sunağa yerleştirildi, Bu ahit sandığı gezici bir tapınaktaki ayin nesnelerinin en önemlisi olarak ortak inançların, törenlerin ve amaçların sembolü oldu.
MÖ 1250'lere doğru İsrailoğulları yıllar, belki'de onyıllar süren çileli zamanlardan, çok güçlü bir dini inanç etrafında birleşmiş, güçlenmiş olarak çıktılar. Tevra'taki kehanete göre "Süt ve bal dolu" olan vaat edilmiş toprak Kenan'a yaklaşırken kendilerine verilmiş ilahi bir hak olarak gördüklerini almaya hazırdılar.
Musa Peygamber ihtiyarlıktan ve yollardan yıpranmıştı. Vaat edilmiş toprakları görme hakkını elde ettiyse de oraya asla giremeyecekti. Ancak, büyük bir görev başarmış olduğunu bilerek öldü. Halkında bir ulusal kimliğin başlangıcını oluşturmuş ve bir vatan düşünü gerçeğe dönüştürmüştü.
İsrailoğulları Nereden Geldi?
MÖ 3000 civarında Yakındoğu'da bir dizi krallık hüküm sürüyordu. Bunlar Akdeniz kıyısında Mısır'dan kuzeye ve Dicle ile Fırat boyunca güneyde Babil'e uzanan "bereketli hilal" etrafında yayılmıştı.
Hilal çok daha farklı, daha çetin bir dünyaya; çöl göçebelerinin, vahadan vahaya göçen, bazen Kenan gibi daha zengin yörelere yerleşen, ancak her zaman ataerkil bir şef altında kabile kimliklerini koruyan sami halklarının hareketli dünyasına komşuydu.
Tüm göçebeler ticari ve kültürel bağları sayesinde güzel otlakları, iyi sulanan bereketli topraklarıyla, Mısır'ı kuzeyde ve doğuda rakiplerine ve ticaret ortaklarına bağlayan Kenan'ın kıymetini biliyorlardı. Bu göçebe halklar arasında, Hazreti İbrahim'in ataları olarak kabul eden İsrailoğulları da vardı.
Kutsal metinlere göre İbrahim Peygamber MÖ 1800 civarında ailesiyle beraber Kenan'a yerleşmişti. Tarihler belirsizdir. Bazı araştırmacılar Tevrat'ta anlatılanların belki yüzlerce yıl sürmüş olan uzun bir göç sürecini özetlediğini öne sürerler. Ne olursa olsun belli ki kabile zenginleşmişti ve kalabalıklaşmıştı. Tevrat'ta Hazreti İbrahim'in torunları oldukları söylenen Yakup ve Esav da zengin insanlardı, her ikisinin de büyük sürüleri vardı ve yüzlerce insanı yönetip kendi topraklarında hükmediyorlardı.
Yakup belki de kabilenin bu başarısına karşı minnetinin bir ifadesi olarak El Şaday veya El diye bilinen ve ülkenin kendisiyle bir olan Kenan'ın baş tanrısına tapındı. Buna göre de kendine İsrail ismini aldı; isra-El ,"Tanrı'yla kudret" demekti. O günden sonra onun kabilesi olan İsrailoğulları Kenan'ı yani bugünkü İsrail'i kendi vatanları kabul ettiler.
İsrailoğulları'nın Dininde Farklı Olan Neydi?
Bereketli Hilal'in ilk sahipleri doğanın güçlerini kontrol ettiklerine inandıkları tanrılara tapan avcı ve çobanlardı. Çiftçiliğin ve kasabaların gelişmesiyle bu tanrılar insani duygular edindiler ve insan şekline büründüler. Liderler çoğu zaman tanrısal olma iddiasındaydı ve bir insan ancak tanrısı kadar güçlüydü.
İsrailoğulları artan zenginliklerini inandıkları tanrı El'in gücüne bağladılar. O da ataları gibi halkını koruyor ve bir arada tutuyordu. Daha önce hiç olmayan bir unsur, tektanrıcılığın kökleri oluşuyordu. El'e tapınmak, aksi halde birbirlerinden uzaklaşacak olan kabileler arasında bir bağ oluşturuyordu.
Kabileler ile tanrı arasındaki birlik duygusu o kadar güçlüydü ki, Tanrı ile insanoğlu arasında bir sözleşme bir ahit fikrine vardılar. İtaat, yani doğru biçimde tapınmak vatanları Kenan'a sonsuza dek sahip olmakla ödüllendirilecekti. Sosyal açıdan da bu mantıklıydı, zira Kenan'a sahip çıkmaları için birliğe ve güce ihtiyaç vardı. İsrailoğulları açlık nedeniyle Mısır'a gitmek zorunda kaldıklarında da bunlar gerekecekti.
Tanrı'nın Yönettiği Ahlak
Yüzyıllar içinde inançlarına iki kavram daha eklendi ve gerçekten yepyeni bir tek tanrıcı din ortaya çıktı. Öncelikle, başka hiç bir Tanrı onurlandırılmayacaktı. Çünkü başka tanrı yoktu. İkincisi, Tanrı ruhaniydi ve görüntülerle temsil edilemezdi. Hazreti Musa döneminde El, Yahve oldu, ama sonraki devirlerde Tanrının ismini kullanmak saygısızlık kabul edildi ve ona yalnızca "rabbim" anlamına gelen Adonay dendi.
İlk kez yalnızca fiziksel evrenin değil, ahlaki evrenin de gerisinde bulunan evrensel bir güç fikri benimsenmişti. Örneğin Yahve yalnızca zinayı değil, ona yol açan duyguları da yasaklıyordu; "komşunun karısına göz koymayacaksın." Yahve'yi kabul etmek kişinin kendi ahlaki durumunun sorumluluğunu üstlenmesi demek oluyordu. İsrailoğulları bu kavramın önemini biliyordu. Yeni yasalar özel bir sandıkta, yani Ahit Sandığı'nda korunuyordu ve yaşamlarının ölçütü oldu. Yaşamlarını ve ülkelerini borçlu oldukları bir Tanrı'yı ancak bu şekilde yüceltebilirlerdi.
İsrailoğulları'nın Başlıca Düşmanları Kimlerdi?
Yahudiler Mısır dönüşü Kenan'ın Tanrı'nın kendilerine vaat ettiği topraklar olduğunu öne sürdüler. Gerçekte Ürdün'ün güneyi ve doğusundaki yerleşik üç krallığın fethedilerek o toprakların alınması gerekecekti.
Kitap'ta Hazreti Musa'dan sonra gelen Yeşu'nun borazanların sesiyle Eriha'nın duvarlarını yıktığını ve ardından 31 şehri daha fethettiğini yazar. İsrailli göçmenler MÖ 1250'den itibaren bu şehirlere gelmeye başladı ancak ağır gelişen bir süreç oldu.
İsrailoğulları başlangıçta yalnızca ortadaki tepelere yerleştiler; ana yollar Mısır'ın yönetimindeydi ve Kenan'ın bütün şehirleri ele geçirilememişti, Ayrıca, İsrailoğulları'nın gelişinden kısa bir süre sonra Kenan'ın kıyılarına yerleşen Filistiler de artan bir tehdit yaratıyordu.
İsrailoğulları'nın Mısır'dan gelişinden 150 yıl sonra MÖ 11. yüzyılda genel bir çatışma ortaya çıktı ve çok uzun dönemde etkileri görülecek sosyal bir değişime yol açtı.
Vaat Edilmiş Topraklara Yerleştikten Sonra Neler Oldu?
İlk dönemde İsrailoğulları'nı kabilenin yaşlıları yönetiyordu. Bu sosyal yapı, birlikte yaşayan göçebe kabileler topluluğunda oldukça iyi işliyordu. Ancak Kenan'a döndüklerinde, zaman zaman kabileler arasında rekabet doğsa da, ortak geleneklerin ve benzer inançların bir arada tuttuğu 12 kabilelik bir federasyon haline geldiler. Ne varki her bir göçebe bir kabile için çok büyüktü ve çoğu zaman ortak düşmana karşı birleşmeleri gerekiyordu. Yeni bir kabile yapısına ihtiyaç vardı. Ancak bu yapı bağımsızlık geleneğine de ters düşmemeliydi.
Bu durum yeni tipte bir liderin, bir "Yargıcın" doğmasına yol açtı. Bu resmi bir unvandan çok, anlaşmazlıkları çözümleyen ve savaşta geçici liderlik edenlere verilen isimdi. Kenan'a dönüşten sonra ilk 150 yılın kahramanı yargıçlar oldu. Şaşırtıcı bir şekilde, erkek egemen bir toplumda yargıçlar arasında bir de kadın vardı; Deborah. son derece saygı duyulan diğer yargıç da Gideon'du. Gideon, 300 adamla Midyanoğulları ordusunu dağıtmıştı. Geceleri askerlerin eline meşaleler ve boruzanlar vermiş, çok daha kalabalık görünmelerini sağlamıştı. İsrailoğulları Gideon'un becerisinden çok etkilendi. MS 1100 civarında Filistîlerle savaş çıktığında, halkın hayatta kalması birleşmiş bir liderliğe hatta bir krala bağlıydı. Samuel (İsmail) isimli bir Peygamber "Seçkin ve iyi bir genç" olan Saul'un uygun bir aday olacağını söyledi. İsrailoğulları Saul ve ondan sonra gelen Davut ve Süleyman Peygamber'ler devrinde, geleceklerini güvenceye alıp yapılandıracak liderleri bulmuş oldular.
On Emir
Bütün sami dinlerine inen ve dinin temel ilkeleri olan on kutsal emir Musa Peygambere de Tur dağında verilmişti. On emir kutsal kitaplarda şu ortak mesajları içermektedir:
- Tanrı'dan başka herhangi bir tanrıya tapmayacaksın.
- Kendin için oyma put yapmayacaksın.
- Kutsal günleri aklında tut, altı gün çalış bir gün de Rabbini anarak ona çok şükret.
- Dedikodu ve gıybet yapma, tanrının adını boş yere anma.
- Anneni ve babanı sev ve say.
- Öldürmeyeceksin, bir cana kıymayacaksın.
- Zina etmeyeceksin.
- Çalmayacaksın.
- Komşuna karşı yalan tanıklık etmeyeceksin.
- Komşunun evine, eşine hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.