Avrupa'nın hasta adamı ifadesi, Osmanlı İmparatorluğu'na yönelik, 18. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar olan son iki yüz yılı için yapılan bir tanımdır. Osmanlı İmparatorluğu, 16. ve 17. yüzyıllarda gücünün doruğundayken Güneydoğu Avrupa, Irak, Suriye, İsrail, Mısır, Kuzey Afrika'nın bazı bölgeleri ve Arap Yarımadası'nın çoğunu elinde tutan bir İslam devletiydi. Osmanlı İmparatorluğu 13. yüzyılda bir sınır emirliği olarak yaşamına devam ederken, kısa zaman diliminde Arap topraklarını fethederek, güçlü bir İslam devleti oldu.
Kanuni Sultan Süleyman'ın seferleri sayesinde Orta Avrupa'dan Hint Okyanusu'na kadar Akdeniz'in ve hatta Avrupa'nın en büyük kara gücü haline ulaştı. Elbette her imparatorlukta olduğu gibi zamanla gerilemeye ve zayıflamaya başladı ve Avrupa'nın hasta adamı olarak alay konusu olmaya başladı.
Osmanlı İmparatorluğu'nda kriz
18. yüzyılın sonunda Osmanlı İmparatorluğu'nun krizi, askeri sistemindeki problemlerle açıkça kendini gösteriyordu. Osmanlı ordusu (düzen ve donanım olarak) hala büyük Avrupa ordularının şaşırtıcı (bkz: Barut İmparatorlukları) ölçüde gerisindeydi. Bunun yanı sıra, bölgesel yöneticilerin boş vermiş yönetim biçimi ciddi ekonomik ve sosyal sonuçlara neden oldu. İmparatorluk giderek karmaşaya sürüklendi ve devletin mali kaynakları sıfırlanmaya yakındı. İmparatorluğun en zeki ve olgun yöneticileri için geniş çaplı ve derin reformlara ihtiyaç olduğu açıktı.
Fakat reform konusu tartışmalıydı. Düşünceye göre, herhangi bir reform hamlesi önceden kazanılmış bölgesel çıkarı tehlikeye atabilir ve dolaylı olarak elde edilmiş birçok ayrıcalığa son verebilirdin. Reform düşüncesi, toplumdaki çok sayıda farklı gücün direnişiyle karşılaştı.
Osmanlı İmparatorluğu'ndaki krizin en temel nedenleri, imparatorluğun sütunlarının günden günde olarak yıkılmasında yatıyor. İmparatorluk, devletin askeri ve ekonomik yapısının çıkış noktası olan feodal sistemden güç alıyordu. Hem iç faktörler hem de Avrupa'nın önlemez ekonomik büyümesinin yavaş ama dikte edici etkisi, bu eskimiş sistemi 16. yüzyılın sonlarından itibaren yavaş yavaş yıkmaya başladı.
İmparatorluğun Doğu sorunu ve reform hareketi
Doğal olarak Avrupa'nın gözünde, "Avrupa'nın hasta adamı"nın bölünerek yıkılması artık çok yakındı. Bu durumda kendileri içinde bir sorun söz konusuydu: Pastadan kendi paylarına düşeni fazlasıyla isteyen büyük güçler.
Bu nedenle Doğu Sorunu başından sonuna kadar (Osmanlı İmparatorluğu'nun bölünmesi olarak adlandırılır) 19. yüzyıla ayaklanmalarla damgasını vurdu. Doğu Sorunu'yla en yakından ilgilenen ülke doğal olarak Rusya'ydı. Rusya, 1774 barış anlaşması sırasında Osmanlı İmparatorluğu'ndaki Ortodoks Hristiyanları himayesi altına almayı elde etmişti. Oysa diğer yandan İngiltere ve Fransa ise Akdeniz'deki ekonomik çıkarları nedeniyle Osmanlı İmparatorluğu'nun ayakta kalmasın gerektiğini savunuyordu.
Osmanlılar hem savaşlardaki yenilgilerle hem de Hristiyan ayaklanmalarıyla alt üst olmuş durumdayken, 19. yüzyılın başlarında büyük reform hareketi denedi. Reform hareketinin başında padişah III. Selim vardı. Selim'in reforma olan ilgisi, özellikle Fransız Devrimi'ne denk gelmesiyle ilginç bir durum kazandı. Osmanlı en başından beri devlet hazinesini güçlendirmek ve sonrasında orduyu modernleştirmek istedi. Ordunun modernleşmesi için Batı güçlerinden örnekler alındı. Gelinen sonuçta efsanevi Yeniçeri Ocağı ve süvariler ordudan çıkarıldı. Artık kalıcı askerlik hizmeti olmalıydı. Son aşamada elbette yeni bir yönetim yapısı da gerekiyordu.
II. Mahmud'un reform çabası
Elbette Osmanlı'nın sorunları birkaç değişiklik ile iyileşecek değildi. Yeni padişah II. Mahmud, ayaklanan Yeniçerileri 1826'da bir ordu ile yenerek tamamen tarihe gömmeyi başardı. II. Mahmud ayrıca Osmanlı İmparatorluğu'nda devlet ve askeri teşkilatı yenileyerek yeni tedbirler duyurdu. II. Mahmud Osmanlı'nın en büyük reformcuları arasındadır. Büyük bir modernleşme yanlısıydı. Avrupalıların kıyafetleri giyer, yabancılarla konserlere, operalara ve baleye davet edilirdi. Bu davranışları özellikle herkese örnek olması için yaptı. II. Mahmud'un sosyal yaşama yönelik örneklendirmeli reform hamlesi Türk dünyası için de çok değerli olmuştur. Diğer yandan İstanbul genelinde Fransızca dili bir kültürel ayrıcalık olmaya başladı. Ancak tüm bu değişim birçok Ortodoks Müslümanı rahatsız etti ve dini kurumlar reformların dışında bırakıldı.
Son iki padişahın çabaladığı reformlar ne kadar batıcı olursa olsun, Osmanlı İmparatorluğu'nu her seferinde gerileten bir şeyler oldu. II. Mahmud gibi öngörülü liderler bile, yaşanmak üzere olanın önüne geçemedi. Öyleyse Osmanlı İmparatorluğu artık yıkılmalıydı. Peki, yerine ne gelecekti?
Balkanlar'daki ayaklanmalar ve yeni ülkeler
Osmanlı İmparatorluğu ele geçirdiği toprakları Avrupa uluslarının aksine asimile etme çabasına girmedi. O nedenler asırlar boyu Osmanlı yönetimi altında yaşayan Balkan halkları, etnik ve manevi özelliklerini hiçbir zaman kaybetmediler. Diğer yandan feodal Müslüman yöneticiler ve Hristiyan nüfusu arasında da sosyal ve inanç engelleri hep vardı. Fakat bunu çözmek yerine birbirlerinden uzak durmaya devam ettiler. Doğu Sorunu denilen süreç 19. yüzyılın tamamına hakim oldu. İlk ayaklanan Sırbistan oldu. Ardından Yunanistan, Romanya ve diğer bölgelerde 1878'e kadar devrimci ayaklanmalar devam etti.
1875 yılında Hersek köylülerinin ayaklanmasıyla, Doğu Sorunu'nun etkileri Avrupa güçlerinin tekrar dikkatini çekmeye başladı. Ayaklanmalar Bosna'yı sarmışken, Sırbistan ve Karadağ, Osmanlılara karşı mücadele eden Bosna'ya yardım eli uzatmak istedi. Tam bu noktada Doğu Sorunu artık Doğu Krizi olmuştu. Çünkü Avrupa ülkelerinin sınırları da söz konusuydu. Osmanlı bu savaşta Sırbistan ve Karadağ'a karşı toprak kaybetti. Rusya Mart 1878'de Osmanlıların önüne San Stefano Barış Antlaşması'nı getirdi. Antlaşma acı verici istekler barındırıyordu. Ruslar Balkanlar'da Bulgar devletinin oluşturulmasını istemişti.
Berlin Kongresi'nin sonuçları
Ancak Avrupa güçleri San Stefano'da alınan kararlardan rahatsızlık duyuyordu. Tekrar bu defa Berlin'de yeni bir barış anlaşması yapılacaktı. Berlin Kongresi 13 Haziran-13 Temmuz 1878 tarihleri arasında gerçekleşti ve Almanya, Avusturya-Macaristan, Fransa, İngiltere, İtalya, Rusya ve Osmanlı İmparatorluğu temsilcileri katıldı. Berlin Kongresi'nde alınan kararlar, Doğu Sorunu'nun uzun süreli çözümünün önemli bir parçası olan Büyük Doğu Krizi'ni sonlandırdı.
Ana sorunlar en geniş anlamda Kongre tarafından çözüme kavuşturulmuş olsa da, Kongre'nin gidişatında kimi zorluklar söz konusuydu. Bazı hükümler yeniden belirlenmiş olsa da, ortaya çıkan sonuçlar Osmanlı İmparatorluğu için kesinlikle iyi olmadı. Topraklarının büyük bölümü kaybedildi ve etki alanı artık kalmamıştı. İmparatorluk yavaş yavaş erirken kimse önüne geçemedi.
II. Abdülhamid ile baskı dönemi
Yeni padişah II. Abdülhamid bu kararların hepsine karşı durdu ama artık etkisizdi. Yeni padişahın etrafına olan güvensizliği, ülkesini casuslarla doldurmasına neden oldu. Hemen hemen her gün idam cezaları uygulanıyordu. Ülkedeki bu ağır baskıcı yönetim, genç ilerici milliyetçi Türklerin (daha sonra Jön Türkler denilecek) yurt dışına gitmesine neden oldu. Oysa II. Abdülhamid'in uğraşması gereken konular bunlar olmamalıydı.
Osmanlı devleti hangisiyle başlayacağını bilmediği sorunlarla boğuluyordu. Yine de sorunlarından en büyüklerinden biri yabancı ülkelere olan borçlarıydı. Ne yazık ki bu durum, yarı sömürge durumuna getirilen Türkiye'nin ekonomisini Avrupalı güçlerin yönetimine bırakmasına neden oldu. II. Abdülhamid despotça ve giderek daha gaddarca bir yönetim izlerken, ilerici gençlerin liderliğindeki toplumun direnişi de artıyordu.
1891 yılına gelindiğinde, bir grup Türk aydını ve subayı Cenevre'de İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni kurdu. Hedefleri padişahı devirmek ve ülkeye demokratik bir yönetim getirmek için yapılacak olan mücadeleye öncülük etmekti. Komiteye çoğunluğu Makedonya'da görev yapan genç subayların yanı sıra Makedonlar, Ermeniler ve Araplar gibi ezilen toplumların temsilciler de alındı. Jön Türk Devrimi olarak bilinen ayaklanma II. Abdülhamid'in tahttan devrilmesine yol açtı.
Yeni savaşlar, eski sorunlar
Osmanlı İmparatorluğu artık anayasal bir monarşi olmuştu. Yeni atanan padişah, anayasaya saygı duyacağına, şeriata uygun çalışacağına, vatanına ve halkına sadık kalacağıyla ilgili Meclis'in önünde yemin etmek zorundaydı. Ancak tüm bu hamleler beklenen sonucu vermedi, çünkü Türk egemenliği altında yaşayan diğer toplumlar artık Osmanlı tarafından yönetilmek istemiyordu. Sırplar, Bulgarlar, Araplar, Ermeniler ve Arnavutlar Osmanlı devletinden ayrılmaya hazırdılar.
Bir ayaklanmayla beraber Arnavutluk bağımsız oldu. I. Balkan Savaşı imparatorluğun başına yeni sorunlar saracaktı. Çünkü Sırp, Bulgar, Yunan ve Karadağ orduları müttefik olmuşlardı. Bu müttefiklerin hedefleri arasında Makedonya'yı parçalamak, Trakya'yı ele geçirmek ve Edirne ile İstanbul'a saldırmak vardı. Türk ordusunun can kaybı binlerle ifade ediliyordu. Bulgarlar Edirne'yi ele geçirdi ve Trakya'daki Müslüman nüfusa soykırım uyguladı. Ülke kaosa sürüklendiğinde, padişahlık makamının hiçbir etkisi kalmamıştı.
Avrupa'nın hasta adamı daha kötü olamazdı
I. Dünya Savaşı yeni zorluklar ve kritik sorunlar getirdi. Bu alınan yenilgi yine tek bir şeyi işaret ediyordu: İmparatorluk artık varlığını sürdüremezdi. I. Dünya Savaşı'nın sonunda "Avrupa'nın Hasta Adamı" kaybedenler tarafındaydı ve galip devletler Türklerin ne olacağını belirledi. Osmanlı İmparatorluğu, İstanbul'un Fransız ve İngiliz orduları tarafından işgalini izledi. Ayrıca kentin ve tüm boğazlar bölgesinin Osmanlı'dan alınarak uluslararası yönetim altına verileceği duyuruldu.
Sözde barış anlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu'nun büyük toprakları Fransa ve İngiltere tarafından adeta yağma edildi. Osmanlı İmparatorluğu için tüm bunlar kesinlikle aşağılayıcıydı. Fakat bir konu tüm ülkelerin gözünden kaçmıştı: Çökmüş Osmanlı İmparatorluğu'nun orduları, bir zamanlar karşı konulamaz olan ülkelerinin böyle ele geçirilmesini ve yıkımını kabullenmek istemeyecekti. Artık bu yeni düzene karşı çıkmanın vakti gelmişti.
Osmanlı İmparatorluğu: İmparatorluktan Cumhuriyete
1920'de, küçük bir çıkarcı grubun padişahı desteklediği, padişahın da Büyük Britanya tarafından desteklendiği bir iç savaş yaşandı. Diğer tarafta ise Mustafa Kemal Atatürk liderliğindeki Türkçü milliyetçiler vardı. 23 Nisan 1920'de Ankara'daki Büyük Millet Meclisi Mustafa Kemal'i cumhurbaşkanı olarak seçti ve Ankara o yıldan beri Türk ülkesinin başkenti durumunda. Bolşevik Rusya'nın silah desteğini de alan Mustafa Kemal, padişahın ordusunu engelledi.
Ancak bu yeni hükümet sistemi, İstanbul'da Osmanlı Sultanı VI. Mehmed (Vahdettin) tarafından yönetilen paralel bir hükümet olduğu sürece çalışamazdı. Ankara ve İstanbul'daki her iki hükümet de birbiriyle çatışan arzularıyla ülke üzerinde egemenlik iddia ediyordu. Atatürk, 1 Kasım 1922'de 1299'dan beri var olan Osmanlı İmparatorluğu'nu ortadan kaldırarak ve iktidarı açıkça Büyük Millet Meclisi'ne devrederek bu çatışması ortadan kaldırdı.