Viyana Kongresi ve Napolyon Bonapart arasında önemli bir ilişki var. 1813 yılının Haziran günlerinde, Bonapart'a artık yeni bir savaşın yaşanmaması için diplomatik çağrılar yapılıyordu. Fakat büyük lider bu çağrıya kışkırtıcı bir cevap verdi: "Benim gibi bir adam bir milyon insanın yaşamına dair çok az endişe duyar!" Napolyon'dan bu yanıtı aldığını iddia eden kişi, kendisiyle görüşen, Avusturya diplomasinini zeki lideri Klemens von Metternich'ti. Dresden'deki Marcolini Sarayı'nda Bonapart ile baş başa kalmış ve imparatorun bu alaycı cümlesini, ilerlerleyen günlerde yaşanacakların bir örneği olarak değerlendirmiştir.
Bu tarihlerde, bütün Avrupa ülkelerinin Napolyon'u yıkmak için ittifak kuracağı kesinleşmiş değildi. Elbette Napolyon'un 1812 Rusya seferinde 600 bine yakın askerini kaybetmişti fakat polisler ve bürokratların bu açığı kısa sürede doldurdu. En önemlisi Fransa'dan uzaklarda, Orta Avrupa ülkelerinde de güçlerini koruyordu.
Napolyon'u daima huzursuz hissettiren İngiliz altını, İspanya'daki bir seferin devam etmesini sağlıyor ve Rusya ile savaşan Prusya Krallığı'nı sübvanse ediyor olabilirdi ama Avusturya en azından sadık bir müttefik olma konumunu koruyordu. Ayrıca Napolyon, kayınpederi olan Kral Francis'in her zaman boyun eğeceği düşüncesine sahipti. Diğer yandan Avusturya diplomasinini başındaki Metternich, Fransa ile Rus-Prusya orduları arasında Haziran'ın ilk günlerinden 10 Ağustos'a kadar devam eden ve devletlerin istekli olması durumunda genel bir barışla da sonuçlanabilecek bir ateşkes ayarladı.
İmparatorun karakteri nedeniyle bunlar gerçekleşmedi. Napolyon'un iki yıl içinde iki defa sürgün edildiğinde, Fransa'yı da işgale açık hale getirmişti. Ayrıca kıta genelinde bir nesli kıskacına alacak olan muhafazakarlık saplantısının önü açılmıştı. Tüm bunlar kesin biçimde Napolyon'dan kaynaklandı. Napolyon 1813 yılındayken istisnası olmayan bir otokrattı. Kendi gücüne o kadar güveniyordu ki, Metternich'in barış çabalarında yer almak yerine normal bir vekilini göndermişti. Napolyon aslında ateşkes günlerini gücünü artırmak için kullandı.
Çarpışmalar yeniden başladığında Napolyon'dan fazlasıyla saygısız davranışlar gören Avusturyalılar, artık Fransa'ya cepte açmıştı. Ekim ayında Leipzig'de yapılan "Uluslar Muharebesi (Battle of the Nations)"inde sayısız insan can verdi. Muharebenin amacı Napolyon'u geri çekilmeyi zorlamaktı. Fakat imparatorluk ordusunun büyük bölümü savaşta değil hastalık yüzünden ölecekti.
Napolyon Bonapart inancını sürdürmeye devam etti. O nedenle 1814 yılında, her zaman olduğu gibi bir güç pekiştirme yolunun işe yarayacağını düşünmüştü. Tek bir zafer bunun için yeterliydi. Ancak kendi ordusu ve özellikle mareşal sınıfı ona olan desteğini çekti. Napolyon Elba adasına sürgün edilirken, Rus Çarı Alexander ve yalancı Fransız diplomat Talleyrand arasında bir anlaşma imzalandı. Buna göre yenilmiş olan Napolyon, İngiliz ve Avusturyalıların tercihine göre Avrupa'nın merkezine uzak olmayan bir yere bırakıldı. Çar Alexander kendi kendini kurtarıcı olarak tanımlayarak, verilen sözleri tutmakta ısrar etti. Yıllarca süren Fransız askeri işgali nedeniyle içinde büyük öfke biriktirmiş Prusya Krallığı'nın talepleri de aynı şekilde reddedildi.
1814 yazına geldiğimizde Fransa artık kıta için bir problem değildi. Yeniden inşa edilen monarşide, Napolyon'nun mareşalleri, hatta Mareşal Ney dahi, geçmişten kalma bir hareketle Bourbon'lara olan bağlılıklarını ortaya koymuştu. Avrupa kıtasının subayları Paris sokaklarında eğleniyor, Napolyon'un İtalya, İspanya ve Almanya'dan getirdi sanat eserleri yağma ediliyordu. Elbette bunların iade edilmesi için diplomatik temaslar da yapıldı. Fakat bu taleplerin hepsi sakinleştiriliyordu. Sanat eserlerinin iade konusu bu süreçteki en büyük krizlerin başında geliyor.
Viyana Kongresi ve Pastanın Dilimleri
Avrupa orduları neredeyse on yıldır her gün Napolyon'un yok edilmesini istiyordu. Oysa bu dileklerinin sonuçları hakkında hiçbir zaman anlaşma sağlayamadılar. Örnek verecek olursak; İngiltere ve Rusya, 1805'te Avusturya ve Prusya'nın gücünü zayıf düşürecek ve Almanya halkının gözünde aykırı bir görüntü oluşmasına neden olacak hamleleri tartışmıştı. Kuzey İtalya ve Polonya'dan sonra, son 25 yılda farklı şekillerde zaten bölünmüş olan bu halkların geleceği, gücün büyük bölümünü tutmak isteyenler yüzünden tehlikeye atıldı. Almanya düşüncesi, Napolyon'un Kutsal Roma İmparatorluğu'nu ve onun sınırlarındaki küçük bölgeleri ve elbette tüm lordları ortadan kaldırmasıyla değişiklik yaşadı. Bu durumda, Napolyon'un Rheinbund veya Ren Konfederasyonu olarak kategorize ettiği kendisine bağlı devletler yeniden dizayn edilmeliydi.
Bu süreçte bazı konular önceden çözüldü. Avusturya, Fransa'nın 20 yıldır elinde tuttuğu Hollanda (günümüzde Belçika) üzerindeki hak iddialarını bir kenara bırakmış, bu arzusu yerine Hollanda Cumhuriyet eşliğinde, Fransa'nın kuzey doğru genişlememesi için Hollanda Krallığı'nı inşa etmişti. Buna ek olarak Avusturya, eski Venedik Cumhuriyeti dahil olmak üzere kuzey İtalya topraklarını yeniden eline geçirdi. Bu topraklar 1790'da Fransa tarafından işgal edilmişti. Napolyon'un kayınbiraderi Joachim Murat ise Napoli Krallığına devam etti. Fakat Murat'ın bu avantajı elde etmesinin, Napolyon'un kız kardeşi Caroline ve müzakereci Metternich'in sevgili olmasının etkisi vardı.
Bu ortamda kişisel ve politik olarak ayrılması gereken şeyler, büyük ölçüde iç içe karıştı. Örneğin, Çar I. Aleksandr'ın Napolyon'un 1812'de Rusya'yı işgal etmesiyle yaşadığı derin ruhani aydınlama son bulacaktı. Askerlerinin peşinde batıya doğru koşarken, bir anda sosyete konsomatrislerin övgülerini ya da son derece açık olan ilişki isteklerini kabul etmeye başladı. XVIII. Louis'nin sarayına yeni atanan İngiliz büyükelçisi ve Wellington Dükü, Paris'te bir gün dolaşmaya çıktığında (Diplomat Metternich'in yaptığı gibi) ve ünlü bir opera sanatçısı olup, aynı zamanda imparatorun sevgilisi olan Giuseppina Grassini ile cinsel ilişki yaşamıştı. Bu haber Bonapartistlerin sinirlerini alt üst etmiştir.
Öyleyse hiç şaşırtıcı olmayan bir biçimde, Avrupa'nın birçok çıkmazının diplomatik çözümü, ateşli cinsel entrikaların olduğu ortamlarda gerçekleşecekti.
Viyana Kongresi ve Gönüllü Casuslar
Zaferin verdiği heyecanla 1814 baharında Viyana'da bir kongre yapılması planlandı. Eylül ayında delegeler bir araya gelmişti. Elbette Metternich bu süreçi titizlikle takip ediyordu. Hizmetkârlar, iş insanları ve hancılar arasından yüzlerce kişi muhbirlik yapması için işe alınacaktı. Bu kişilerden bazıları gizli yazışmaları yok etmek ya da değiştirmek, şifreleri kopyalamalarının yanında bütün uzaktan takip gibi casusluk sanatları üzerinde eğitim görmüştü. Toplumun üst tabakasından dahi muhbirliğe başvuranlar oldu, posta servislerinde çalışanlar dahi, yolculuk esnasında atlarını değiştirirken, diplomatik konuşmaları bir süreliğini inceleyip yerine koyuyordu.
Bunlar yaşanırken, hükümdarın davetlisi olarak gelecek olan liderler için de bütün ihtiyaçlarının karşılanması için 1500 hizmetçi daha işe alındı. Bu yatırımları yapan Metternich, kongreden çıkacak sonuçların kader belirleyici olacağının son derece farkındaydı.
Viyana'nın devlet kurumları, aylar boyunca bu büyük ulusların pazarlık görüşmelerinin yanında, daha küçük toplulukların talepleriyle dolup taştı. Bu görüşmeler ilk andan itibaren herkesin kendi çıkarını gözetmesinden ibaretti. Diplomatların hepsi, geleceklerini belirleyecekleri milyonlarca popülasyondan "kimseler" şeklinde bahsederken, aynı zamanda vergilerini toplayıp, savaşlarda kullanabilecekleri birer "vücut" muamelesi yapıyordu. Alman soylularının Kutsal Roma İmparatorluğu'nun yıkılması nedeniyle, sahip oldukları bütün unvanlar bu uluslar tarafından bir anda yok edildi. Belki de bütün ülkelerin sorunsuzca kabul ettiği tek hamle buydu.
Napolyon'un Polonya'da kurduğu kukla yönetim Varşova Büyük Dükalığı'nın hepsini Rusya aldı. Oysa bu bölgenin bir kısmı Prusya ve Avusturya'ya aitti ve bu anlaşma 1790'lar yapıldı. Prusya'da Napolyon'un önemli ortaklarından Saksonya Krallığı'nın tamamını topraklara dahil edeceğini söyledi. Saksonya'nın hükümdarına da o an Avusturya'nın elinde olan İtalya'daki papalık bölgelerini vereceğini söyledi. Diğer yandan Napolyon'un akraba düzeyinde ittifak kurduğu Avusturya'nın da istekleri vardı. Onların istediği şey, Bavyera'ya hediye edilen Tirol ve komşu topraklarının geri verilmesiydi. Avusturya tazminat olarak batıdaki topraklardan vazgeçecek ve Ren Nehri'nin kontrolü konusunda karışıklık yaşatacaktı. Çünkü bu noktada Prusya ve İngiltere'nin ciddi güvenlik endişeleri oluştu.
1814 yılının sonlarında masadaki tartışmalar askerlerin sahaya inmesine neden olacaktı. XVIII. Louis'yi temsil eden baş müzakereci Talleyrand sahneye adım atarak, uzun uğraşların ardından Fransa'yı 3 Ocak 1815'te İngiltere ve Avusturya'nın ittifaka dahil etti. Bu gruplaşma Rusya-Prusya yönünde bir savaş çıkma olasılığını neredeyse kesinleştirdi. İngiliz bakan Lord Castlereagh, Orta Avrupa'dan savaşa katılacak olan kişi sayısının 1 milyonu geçeceğini öngörmüştü. Prusya savaş konusunda daha temkinli hareket ederek, beş ulusun yer aldığı görüşmeleri kış mevsimi boyunca devam ettirdi. Görüşmelerde bazı ilerlemeler yaşandı. Örneğin Prusya Saksonya'nın yarısını, Rusya Büyük Dükalığın neredeyse hepsini aldı. Yine de belirsizliği devam eden sayısız talep vardı.
Tam da bu noktada Napolyon Bonapart olaya dahil oldu. Elba'dan kaçmayı başardığı haberi 7 Mart günü Viyana'ya ulaştı. Bu durum ülkeleri oldukça korkuttu. Çünkü Fransa'dan koparılan bölgelerde ayaklanmaların olacağı kaçınılmazdı. Bunların olmaması için, Napolyon'un dönüşüne karşı pozisyon alınarak, 500 binden fazla asker Fransa'ya gönderildi. Fakat Avusturyalı liderler Rusların başkentlerinden geçmesini istemiyordu. Çünkü korkuyorlardı. Bu nedenle orduların rotası incelikle çizildi.
Yine de, Napolyon'a karşı olan çizgileri değişmemişti. Zaten onu "karmaşa ve kargaşa projeleri" ile yeniden ortaya çıkan, "halkın intikamına tabi" birisi olarak vurgulayacaklardı. Bu tutum, 1815'te geri dönen Napolyon'un 1813'ün sert otokratından çok farklı bir mesaj vermeye çalıştığı anlaşıldıkça daha da yoğunlaştı.
Napolyon'un Zehirli Mirası
İmparator Napolyon, Nisan 1815'in sonlarına doğru yeniden kurduğu monarşiyle kendisine verilen liberal politik tavizleri alarak iki katına çıkardı. Bunu da 1815 Ek Yasası veya Şartı olarak bilinen yasayla ilan etti. Bir önceki hükümdarlığının özelliklerinden kesin şekilde ayrılmış görünen Napolyon, kendisini 15 yıl önce yaptığı gibi, Fransız Devrimi'nin Jakoben karakterli koruyucusu olarak gösterdi. Vatandaşların hakları kanunlarla korundu, sansür politikası sonlandırıldı ve uluslararası liberal akıma bir mesaj olarak köle ticaretinden çekildi.
Fakat Napolyon eski gücünde değildi. Çok zaman geçmeden askeri yenilgilerle karşılaştı. Fakat bu süreçte sol görüşü kabullenmesi, aslında hemen hemen alaya alırmış gibi olsa da, arkasında zehirli bir miras bırakmasına neden oldu. Fransa'da bir önceki yıl önlenmiş olan, karşı-devrimci "Beyaz Terör" yüzlerce kişiyi öldürecek ve on binlerce kişinin kamu dairelerindeki işlerinden kovulmasına neden olacaktı. Bu ülke çapında devasa bir katliam ve tasfiye hareketiydi. Bu Fransa'nın tarihindeki II. Terör Dönemi oldu. I. Terör Dönemi'ni Fransız Devrimi zamanında yaşamışlardı.
Napolyon, kendi isteğiyle müzakere ederek teslim olmak üzere batıya doğru geriledi. Şimdi bir milyondan fazla avrupa ordusu, Fransa'yı 1814 yılında olduğundan daha acımasız şekilde işgal etti. O an anlaşıldı ki; bu ordu orada halka karşı da intikam besliyordu. Mareşal Ney yıl sonuna doğru kurşuna dizilerek infaz edildi. Napolyon tarafından İtalya'yı karıştırması istenen iki yüzlü Joachim Murat'ı da ekim ayında infaz ettiler.
15 Haziran 1815'teki Waterloo Muharebesi'nden dokuz gün önce, Viyana Kongresi ile ilgili nihai kararları imzalandı. Napolyon'un kesin olarak teslim olmasıyla kentteki yapılacak işleri de bitirdiler. Bunların ardından Napolyon hukuk kararları olmadan dünyanın uzak bir noktasına sürgün edildi. Avrupa ülkelerinin bu davranışı o günlerdeki korkularını gösteriyordu. Metternich'in Avusturya'sı, 39 eyaletli Alman Konfederasyonu'nda olan bitenlerin son karar vericisi ve diğer yandan İtalyan yarımadasındaki düzeninden sorumlu ülke oldu.
Zaman içinde görülüyordu ki, Avrupa'nın üzerindeki gerici otoriter iklim artık çok yoğun ve stresliydi. Manchester kentinde yaşanan 1899 Peterloo katliamı, İngiliz hükümetinin bütün aşırı sağ liderlerini hapse tıkmasına neden oldu.
Kısa süre sonra Avrupa'da filizlenen gerici otoriterliğin etkisi öylesi kalın ve boğucuydu ki, Manchester'da yaşanan 1819 Peterloo katliamından sonra kendi radikal liderlerini mahkum eden İngiliz hükümeti, liberal hoşgörünün sığınağı gibi görünebilirdi.
Baskı ve Devrim
Görünene göre devrim, hem idealistler hem de baskı altındakiler için kesin ve tek kurtuluş yoluydu. Bu durumda kendilerini, Viyana'daki anlaşmalarla görmezden gelinen önemsiz "uluslar" olarak görmeye başladılar. Kıta, gizli polis örgütü ve akıl karıştırıcı komplolarla uğraşan yasaklayıcı kişiler tarafından büyük baskı altındaydı. Güney İtalya ve Sicilya bölgeleri sonuçsuz kalan 1820 ayaklanmalarıyla sarsıldı; çok zaman geçmeden İspanya, liberal 1812 anayasasının geri gelmesini isteyen radikal devrimlerin avucuna düştü.
Bourbon Fransızlarının başında olduğu hükümet, 1823 yılında Pireneler'de askeri işgal başlatarak yeni otoriter egemenliğini herkese onaylattı. Kendilerine 'Saint Louis'nin Oğulları' diyen yüz bin kişi, Kongre yetkililerinin onayıyla mutlak monarşiyi hızlı bir şekilde yeniden tesis etti.
Fransa 1830'da devrime yenik düştü ancak hızlıca yeni bir anayasal monarşiye geçti ve önceliği gelecek ayaklanmaları önlemek oldu. Aynı yıl Hollanda'nın güney bölgeleri de ayaklanarak kendilerine yeni bir ülke olarak Belçika'yı kurdular. Bu ülkeye güvenilir muhafazakar niteliklere sahip yeni bir Alman hükümdarını I. Leopold adıyla başa getirdiler. Bu kişi Kral IV. George'ün kızının dul eşi ve geleceğin Prens Albert'in amcasıydı. Kendisine 1830'un başlarında yeni bağımsızlığını kazanan Yunanistan'ın tahtı teklif edilmiş olsa da, o dönemler çok riskli olduğuna inanılmıştı. Ardından başka bir Alman prensi olan Bavyera Kralı'nın ikinci oğlu Otto tarafından kabul edildi.
Bu koltuk atamaları, Avrupa'nın monarşik tabakasının, gerçekleşen değişimi durduramadıklarında nasıl uyum sağladığını göstermişti. Ancak bastırabildikleri de her zaman bu yöntemi uygulamaya devam ettiler. Avrupa kıtası, 1848 Devrimleri ile içindeki stresin patlamasını gerçekleştirdi. Fakat yine, cumhuriyetçilikten Bonapartizme geçişin yinelenen serüvenine kapılan Fransa'nın haricinde, 1848 ayaklanmacıları kıtanın her yerinde çok geçmeden susturuldu; Avusturya, Prusya ve Rus birlikleri bunu yapmak için ulaşabildikleri her yerde güç kullandı.
Viyana Kongresi ile tesis edilen zayıf sistemin sonu, alt sınıflardan gelen meydan okumalarla değil, bizzat büyük ulus liderlerinin, milliyetçi duyguları manipüle edip dikkatle yönetmeleri ve gerçekte önemli olan diğer düzenlemelerin, kendileri için daha yararlı olup olmalarıyla ilgilendikleri için geldi.
İngiltere ve Fransa, Osmanlı İmparatorluğu'ndaki etki alanlarına dair artık tartışamayacak duruma geldiğinde, 1853'te Rusya ile savaşa girdi. On yılın sonunda Fransa, bir başka monarşi olan Piedmont-Sardinia'nın kendisini bir İtalya Krallığı haline getirme arzusuna yardım etmek için Avusturya ile savaştı.
1860'ların genelinde Otto von Bismarck'ın yönetimindeki Prusya, Alman Konfederasyonu'nun diğer devletleri üzerinde egemenlik tesis etmeye yönelik önce Danimarka, ardından Avusturya ile çatıştı. Bismarck'ın planları, kendine fazla güvenen Fransa'ya karşı planlanmış bir savaşla sonuca ulaştı. Sonuç olarak, 18 Ocak 1871'de işgal altındaki Versay Sarayı'nın sembolik ortamında yeni bir birleşik Alman imparatorluğu duyuruldu. Böylece bir başka yüzyılın çatışmalarının tohumları bilerek atılacaktı.
Kaynaklar:
- What was the Congress of Vienna? | History Today. (n.d.). What Was the Congress of Vienna? | History Today.
- Rath, Andrew C. The Crimean War in Imperial Context, 1854–1856 (Palgrave Macmillan, 2015).
- Rich, Norman Why the Crimean War: A Cautionary Tale (1985) McGraw-Hill ISBN 0-07-052255-3
- Kozelsky, Mara (2012). "The Crimean War, 1853–56". Kritika. 13 (4): 903–917. doi:10.1353/kri.2012.0047. S2CID 159610919.