İspanyol Reconquista'sının günümüz anlatımları kaçınılmaz şekilde renklendirilmiştir. Münakaşa etmeyi seven polemikçiler İslam kültürü ile Hristiyanlar arasında sürekli bir "medeniyetler çatışması" üstünde durmaktadır. Oysa Reconquista'nın son döneminde yaşananlar bu iddiayi reddetmektedir.
Granada (Gırnata)'nın 1491'de Isababella ve Ferdinand'ın yönetimine geçmesi, İspanyol Müslümanlara yönelik ilk başta gösterilen hoşgörü ve ardından gelen baskı, modern emperyalizm çağının işaretiydi. Isabella ve Ferdinand, ezilen azınlıkların kurtarıcıları olabilecekken, daha sonra yüzyıllar boyunca görülecek bir Hristiyan üstünlükçü akım başlattılar.
Isabella ve Ferdinand'ın İspanyası: Doğu ile Batı arasındaki savaş
İspanya tarihinin çok büyük bir bölümü İslam dünyası ile Roma Katolik Batı Avrupa arasındaki sınır olmakla geçmiştir. Emevilerin M.S. 711 yılında İber Yarımadası'nı ele geçirmesi, İberya'da Reconquista olarak bilinen yönetimsel tarihsel dinamiği ortaya çıkarmıştır. Birçok tarihçi (ve daha küçümseyici düşünenler) "Reconquista "yı, Hristiyan İberyalıların dini ve siyasi özgürlüklerinin peşinde, Müslüman baskısının boyunduruğuna son vermek için gösterdikleri sonu gelmeyen bir mücadele olarak değerlendirir. Ancak İspanya'nın gerçek tarihi önümüze koyulduğunda bunun çok daha karmaşık olduğu ortadadır.
Emevi hanedanının ordularının istilası, Hispanya'daki Vizigot yönetici kademesinin olağanüstü bir hızda yok olmasına ve atanan birçok vali bölgedeki Hispanyalı elitlerin derebeyi olarak İberya topraklarının yöneticisi oldu. Bu gibi olaylar, 12. yüzyıldan itibaren Mağribilere (Morolara) karşı yapılacak bir savaşın nedeni olarak, Haçlılardan esinlenilmiş bir dini paradigmanın yaratılmasına neden oldu.
12. yüzyıldan itibaren, Mağribilere (Morolara) karşı savaşın gerekçeleri daha açık bir şekilde Haçlılardan ilham alan dini bir paradigma içinde ifade edilmeye başlandı. Oysa Müslümanlar ve Hristiyanlar arasındaki düşmanlık hiçbir zaman değişmez ve katı değildi. Hiç de azımsanmayacak şekilde, Kuzeydeki Hristiyan krallıklar ile bölgesel İslam valileri arasında, kendi nüfuzlarını rakiplerinin aleyhine genişletmek için ittifaklar kurulduğu görülmüştür. Öyle ki, 11'inci yüzyılın sonlarında yaşamış İspanyol ulusal kahramanı El Cid bile, Müslüman bağımsız krallıklarından birinde paralı asker olarak epey bir vakit geçirmiştir. Buradan anlaşıldığı gibi Hristiyan krallıklar, Mağribi (Morolar) devletleriyle olduğu kadar birbirleriyle de çatışma içindeydiler.
Fırtına öncesi fırtına
Isabella ve Ferdinand 1480'lerin başında yönetimi ele geçirdiğinde, Reconquista İberya'nın en az dörtte üçünü geri alacak kadar etkili ilerlemişti. Emevi Halifeliği 10. yüzyılda dağılmış ve bir daha asla bir araya gelememişti. Çünkü yeni kurulan bağımsız müslüman yönetimler arasındaki iç savaşlar hiçbir zaman azalmadı. Hristiyan krallıklar 13. yüzyılın başlarında, Las Navas de Tolosa Muharebesi'nde yıkılmak üzere olan Muvahhid Halifeliğine bitirici bir darbe indirecek kadar güçlü şekilde birleşmişlerdi. Böylece M.S. 1236'da Endülüs'ün tarihi başkenti Kurtuba Hristiyanların yönetimine geçmiştir.
Bununla birlikte, Granada'nın konumu, Hıristiyan krallıklarının bölünmüşlüğüne ve sınır anlaşmazlıklarını etkin bir şekilde kullanmasına ve yerel seçkinler arasında bölünmüş sadakatlere bağlıydı.
Nasrîlerin hakimiyetindeki Gırnata (Granada) Emirliği, Nasrî Hanedanının saray yazarı İbn Hüzely'in anlatımıyla "şiddetli bir deniz ve silahları korkunç bir düşman arasında kalmasına" rağmen, güney Akdeniz kıyısındaki mevzisini olağanüstü bir kuvvetle elinde tuttu. Emirliğin düşüşü ve Reconquista'nın başarıya ulaşması önceden hesaplanandan daha belirsiz bir durumdaydı ve Nasrîlerin Endülüsü sanat ve mimaride çarpıcı eserler yaratmaya devam ediyordu. Ancak, Granada'nın pozisyonu Hristiyan krallıklarının kendi içindeki bölünmüşlüğüne bağlıydı. Dolayısıyla sınır anlaşmazlıklarının ve bölgedeki elitler arasındaki parçalanmış sadakatin çözülmesi öncelikliydi. Buna yönelik olarak İsabella ve Ferdinand'ın Kastilya Veraset Savaşı'ndaki zaferi her şeyi değiştirdi: Artık Granada'yı elde etmek isteyen en büyük iki güç birleşmişti ve nihai bir hesaplaşma artık bir zaman meselesiydi.
Reconquista Granada Savaşı (1482- 1491)
Isabella ve Ferdinand'a fırsat vermemek için ilk saldırıyı yapmak isteyen Granada (Gırnata) Emiri Ebu Hasan, 1481 yılında Zahara şehrini ele geçirerek bölge halkına gaddarca davrandı. Katolik hükümdarlar ve müttefikleri Nasrî saldırılarını yavaşlatmak için çabalarken, Ebu Hasan'ın Kastilyalılar tarafından Boabdil olarak bilinen oğlu Ebu Abdullah Muhammed'in ayaklanma başlatması bu noktada büyük oranda yardımcı oldu. Isabella ve Ferdinand bu ayaklanmadan yararlanarak asileri Emirliği tamamen yıkmak için kullanmak istediler.
Boabdil savaşın ilk anlarında babasını ele geçirmiş, onu tahttan indirdikten sonra Granada (Gırnata)'nın bağımsızlığı karşılığında Katolik Hükümdarların hükmünde bir Dük olarak yaşamayı kalmayı kabul etmişti. Fakat Isabella ve Ferdinand, bu sözü hiçbir zaman yerine getirmeyecek şekilde kabul etti ve Ebu Hasan'ın önünde bir engel olarak durması için Boabdil'i serbest bıraktılar. 1485'te ihanete uğrayan Ebu Hasan devrildi. Stratejik Malaga limanı da Hristiyanların eline geçmişti. Bu durumda Emirlik için acı son yaklaşmaktaydı. Uzun soluklu bir çatışmanın ardından Boabdil'in amcası az-Zaghall (XIII. Muhammad) Baza'da esir düştü ve Boabdil, Granada'nın 23. ve son emiri olarak Ebu Abdullah XII. Muhammed ismiyle Granada'daki tahtına yerleşti.
Ancak durum düşündüğü gibi değildi. Boabdil, artık kalıntı olan devletin başına geçtiğinde, kendisine verilecek olan toprakların Katolik Hükümdarların "söz verdiği kadar" bağımsız olmadığını farketti: Artık başkentin çevresindeki bir avuç kasabanın kralıydı ve bu da hiçbir olduğu anlamına geliyordu. Diğer yandan Kastilyalı yöneticiler Boabdil'in yönetimini engelliyordu ve farkında olmadan kendini zincirlediğini anlamıştı. Tüm bunları halkına ihanet ederek yapması da ona ayrı bir acı veriyordu.
Isabella ve Ferdinand'a hakaretler ederek, Avrupa'daki diğer İslam devletlerinin yardımına geleceği umuduyla eski müttefiklerine karşı ayaklanma düzenledi. Fakat hiç kimse yardım etmedi – Isabella ve Ferdinand, Memlükler ve diğer Kuzey Afrika devletleriyle bir takım belirleyici antlaşmalar imzalamış ve ticari ilişkileri çoktan rayına koymuştu. Sonunda Boabdil, kendisine ulaşan suikast planları ve tam bir yönetememe krizinin ortasında, 25 Kasım 1491'de Granada (Gırnata)'yı Katolik Hükümdarlara vermek zorunda kaldı. Reconquista sona ermişti: Henüz üç yüzyıl önce İspanya'nın yarısından azını kontrol eden Hristiyan devletler artık Cebelitarık Kayası'ndan karla kaplı Pireneler'e kadar İspanya'nın tek hükümdarlarıydı.
Granada Antlaşması
Granada Antlaşması, Katolik Hükümdarların yerine göre dini ve ahlaki ilkeleri nasıl kendilerine göre değiştirebileceklerinin kusursuz bir örneğidir. Boabdil, ayaklanmacı bir vasal olsa da idam edilmedi; hatta Alpujarras'ta hayatının sonuna kadar yaşayabileceği küçük bir toprak verildi.
Resmi kayıtlara göre, bundan sonra Katolik Hükümdarların egemenliği altında yaşayan yarım milyon İspanyol Müslüman'a karşı dini baskı neredeyse yok gibiydi, yani din değiştirmeye zorlanmadılar. Hatta bu nüfusa Arapça مدجن "mudajjan" kelimesinin Ortaçağ Kastilyan dilinde "boyun eğen" anlamına gelen "mudéjar" ifadesiyle bir yasal statü sağlandı. Yasal olarak yeni yönetime tabi olsalar da, ibadet özgürlükleri yapılan Antlaşma'da garanti altına alınmıştı. Hatta İslam ezanıyla dalga geçen Hristiyanlar için cezalar bile uygulanıyordu. Tazminat ya da mallara el konulması gibi bir süreç yaşanmadı. Ferdinand'ın Endülüs Müslümanlarını baskıyla din değiştirtmek yerine "inançlarındaki eksikliği görmeleri" için onlara yardım eli uzatmayı tercih ettiği belirtilir ki bu o dönem için fazlasıyla hoşgörülü bir davranıştır.
Isabella ve Ferdinand: Hoşgörüden hoşgörüsüzlüğe dönüş
Ancak bu beklenmedik derecede ilerici politika uzun sürmedi ve yaşanacak olaylar, Granada Antlaşması'nın etkisizliğini açığa çıkardı. Hatta antlaşmanın, Katolik hükümet henüz tam anlamıyla yönetimde güç kazanmamışken, muhalefetin tepkilerini önlemeye yönelik alaycı bir manevra olup olmadığı düşünülüyordu. Granada Antlaşması'nın imzalanmasından henüz üç ay sonra, Isabella ve Ferdinand eski Nasrî sarayından Elhamra Kararnamesi'ni duyurarak, Kastilya ve Leon'daki tüm Yahudileri resmi olarak sınır dışı ettiler. İspanya'da Yahudilere uygulanan eziyetin geçmişi korkunç ve tamamen başka bir yazı konusu olsa da, özellikle Isabella'nın Kraliyet'in merkezinden yaydığı yeni bir dini despotluğu göstermektedir. Hristiyanlığı öncüleyen siyaset sayesinde, Granada'daki Hristiyan yönetimde daha otoriter karakterler ön plana çıktı.
Oldukça kötü hatırlanan Francisco Jiménez (Ximénez) de Cisneros (aşırı dinci olması Isabella ve Ferdinand'ın cezalandırıcı dini kararlarını önemli ölçüde etkilemiştir) 1499'da yeni İspanyol Engizisyonu'nu Granada'ya kadar genişletti ve haklarını savunan önde gelen Müslümanların örneklerini verdi. Granada Antlaşması'nda yazılan hoşgörü, Katolik Hükümdarların eliyle uygulanan dini baskının artması nedeniyle çözülmeye başladı. Karayipli entelektüel Jan Carew, Elhamra Kararnamesi'ni ve Katoliklerin müdeccenlere karşı sertleşen davranışını, İspanyol İmparatorluğu'nun uzak topraklardaki gaddarlığıyla ilişkilendiren ideolojik bir bağlantıya vurgu yapmaktadır:
[Yahudileri sınır dışı eden kanunun] mürekkebi kuruduğu andan itibaren, Mağribilerin kaderi de kesinlenmişti. Zorla sürülme sırasının onlara gelmesi an meselesiydi. Ve bu on yıl sonra gerçekleşti. Bu örnek, İspanyolların ardından gelen tüm Avrupalı sömürgeciler tarafından benimsenen bir ihanet ve ırkçılık geleneği oluşturdu.
Jan Carew
Dini otoriterliğe doğru bu savrulma (ya da geçici hoşgörü maskesinin yere düşmesi), Granada'nın Müslüman halkı tarafından olduğu gibi kabul edilmedi. Mudéjarlar 1499'da silahlı ayaklanmaya başladı ve Katolik Hükümdarların buna tepkisi sert oldu.
Silahlı ayaklanma sonlandırıldıktan sonra 1491 Granada Antlaşması resmen ortadan kaldırıldı ve Granada'daki tüm Müslümanlara ya din değiştirme ya da ülkeyi terk etme şeklinde iki yol sunuldu. 1502'de bu politika Kastilya'nın geri kalanına da yayıldı ve Elhamra Kararnamesi'nden sonra İslam özgürlüğü Yahudilikle aynı yasaklara indirildi. Bu yanlış politika İspanyol Kraliyeti için onarılamayan bir yaraya dönüşecek ve 16. yüzyılda Moriskoların (zorla din değiştiren müdeccenlerin sözde Katolik torunları) Endülüs ayaklanmalarına yol açacaktı. Sonradan Hristiyanlaşmış Moriskolar bile 17. yüzyılın ilk çeyreğinde Kral III. Phillip tarafından resmen sınır dışı edildi.
Reconquista, Katolik hükümdarlar Isabella ve Ferdinand nedeniyle utanç verici bir şekilde ikiyüzlülükle sonuçlanmıştır. Bu politika İspanya'da bir yüzyıldan fazla süren dini çatışmaların ne tonda olacağını belirledi ve İspanya'nın (ve diğer imparatorlukların) dünyanın her bölgesine götüreceği Hristiyan üstünlükçülüğünün nasıl olacağının çatısını oluşturdu.