Roma'nın tarihini incelediğimizde, Latinlerin savaş gücü gerçekten rekabet edilemeyecek sınıftaydı. Lejyonlar metodik ve stratejik olmalarının yanında hemen hemen bilimsel yöntemlerle ilerliyordu. Dolayısıyla aklımıza gelebilecek diğer antik toplulukların, Roma'nın karşısına çıkabilecek bir donanıma sahip olmaları imkansızdı.
Yani Keltler, Mısırlılar, Cermenler, Persler, Partlar, Kartacalılar ve kaldıysa eğer diğerleri. Bu saydıklarımız hepsi mutlaka Roma hezimetini yaşamıştı. Roma, 800 yıllık yaşamında aralıksız savaşacak ekonomik kaynaklara ve kesinlikle bilimsel yönden ayrıca incelenmesi gereken bir savaş iradesine sahipti. Fakat Roma tarihi ve medeniyeti hakkında daha detaylı bilgiler edinmek istiyorsak, onun zaferlerine değil hezimetlerine bakmalıyız. Bu yazıda Roma ordularının kaybettiği en büyük savaşları detaylıca ele alıyoruz.
Allia Muharebesi: MÖ 390
Yenilenlerin vay haline!
Titus Livius, The History of Rome, 5.48.8 – Kaynak: Tufts University
Tarihçi Livius'un yukarıdaki sözü Roma ordularına karşı değil, Roma'nın kendisinin söylediği bir cümleydi. Romalılar Galya lideri Brennus'a barış yapmak için gidecek fakat karşılığında bu kibirli cümleyi duyacaktı. Brennus, altın ganimetleri tartarken bile hile yapıyor ve bir dönemin gururlu Romalılarının onurlarıyla oynuyordu. Kılıcının tartının diğer tarafına koyan Brennus'un oradaki mesajı ahlaksızlık örneğiydi: Eğer yenildiyseniz adalet isteme hakkınız yoktur. Burada büyük Roma'nın yüzüne bir gerçek vurulmuştu; bu kentin onuru zedenlenmişken, yükselen ve tanınan bütün antik dünyaya boyun eğdirilecekti.
Galyalıların MÖ 390'da kenti tamamen yağma etmesi, Roma tarihi ve sonraki ilerlemesine yönelik şüphesiz şekillendirici bir etki yaşatmıştı. Bu etki Roma tarihinin ilk dönemlerinde, henüz yeni olan kentin çevresinin tamamen egemenlik altına alınmasından asırlar önce başladı. Brennus liderliğindeki 30.000 kişiden fazla Senoses kabilesine ait yağmacı bir kuvvet İtalya yarımadasını ele geçirdi. Bu yağmacıları Quintus Sulpicius'un yönettiği 15.000 kişilik Roma birliği karşılamıştı.
Tarihten görüleceği gibi özellikle antik dönemlerin çoğu bölgesi, kabile oluşumların göçlerine ve zaman içinde örgütlenerek saldırılarına tanıklık etmiştir. Romalıların bu kabileleri kendine düşman etmesi başka bir nedenden kaynaklanıyor. Komşuları olan Etrüsk Clusium, Galyalılar tarafından işgal edilmek üzere olduğunda Roma yardım için birlik göndermişti. Savaş öncesinde Romalıların, Galyalı bir savaş liderini beklenmedik bir şekilde öldürmesi bütün barbarlar arasında ortak düşmanın kim olduğunu netleştirdi. Artık Roma tarihinin en büyük çarpışmalarından birisi için fitil ateşlenmişti.
Tamamen savaşa ve katliama odaklanan bir Galya birliği, düzensiz bir şekilde Roma'nın içine doğru ilerledi ve Roma yakınlarındaki Allia ırmağında Roma birlikleriyle çatıştı. Galyalılar hafif silahlarla savaşan bir orduydu. Dolayısıyla savaş anlayışları genellikle kas gücüne dayalıydı. Yarı çıplak ve Romalılara kıyasla iri görüntüleri tarihçiler tarafından anlatılır.
Romalı yurttaşlardan oluşan ve küçük aralıklarla dizilen mızraklı askerler, saflarını kaybetmemek için hattı genişleterek inceltmişlerdi. Galyalılar ilk önce savaş tecrübesi olmayan fakat tepedeki kanadı savunması için gönderilen Romalı yedek birliğini yok etti. Bu kanadın bir anda dağılması Roma'nın tüm hattında domino taşı etkisi yarattı. Roma ordusu kendini Tiber kıyılarında sıkışmış olarak bulduğunda her şey sonra ermişti. Burada ordunun bir kısmı kaçmak isterken boğuldu. Galyalılar kimsenin beklemediği kadar kolay bir zafer elde etmişti.
Bu ordunun dağılması, Roma kentine giden yolun da dağıldığı anlamına geliyordu. Roma, tarihinde ilk defa merkezinin yağmalanmasını izledi. Galya ordusunun saldırılarına sadece Capitoline tepesi karşılık verebildi. Kent yağmalanmış olsa da bu tepe Galyalılara geçit vermedi. Fakat diğer yandan kuşatmayı kırıp kenti de geri alamıyorlardı. Romalılar daha sonra kente girebilmek için 1000 libre altın vermek zorunda kaldılar. Bu Roma'nın yaşadığı ilk aşağılanma olabilir.
Roma kenti bir şekilde hayatta kalmış olsa da kaybolan prestij geri getirilmeliydi. O nedenle kendisine Roma'nın ikinci kurucusu denilen Marcus Furius Camillus başa geldi ve Roma ruhunu işlemeye koyuldu. Roma halkı asırlar boyunca Kuzeylilere karşı kin tuttu ve asıl düşmanlarının kim olduğunu hiç unutmadı. Roma'nın güvenlik korkusu açığa çıktıktan sonra, ordu teknolojisine yatırım yapmaya başladı. Roma artık yayılmacı sürece girmiş ve bunun nedeni olarak da güvenlik kaygılarını öne sürmeye başlamıştı. Sürekli uzaklarda düşman arıyor ve ileride kendilerine sıkıntı yaşacaklarını öne sürerek bölgeleri ilhak ediyordu.
Roma'nın yeni jeopolitik hamleleri, Roma'nın Kuzey Keltleriyle ve elbette Galyalılarla asırlarca sürecek savaşın devamını garantiledi. Roma en sonunda, her zaman disiplin sorunları olan Kuzey kabilelerini yok etmeye yönelik yeni yöntemler geliştirse de, mücevher bağımlısı barbar Kelt ve Cermenlere yönelik aynı anda hem korku duyma hem de onları değersiz görme gibi karışık duygularından kurtulamadı. 800 yıl sonra yıkılmaz denilen başkent sonsuza dek yok edilecekti.
Cannae Muharebesi: MÖ 216
Allia yenilgisinden daha önemsiz olmayan Cannae yenilgisinin öyküsü böyledir; Hannibal zaferinin arkasından gitmediği için sonuçları daha az zararsız olsa da, içindeki sıra dışı kayıplar nedeniyle bu ikisi arasında daha korkunç olanıdır.
Titus Livius, The History of Rome, 22.50 – Kaynak: Tufts University
Roma tarihinin en büyük savaş yenilgisi MÖ 216'da Kartaca'ya karşı alındı. Roma Akdeniz'in egemen gücü olmak için Kartaca ile sonsuz görünen bir mücadele içindeydi. Kartacalı Hannibal Barca, antik dünyanın şüphesiz taktik ustası en büyük komutanıydı. Bu çarpışmada Hannibal'ın 40.000 piyade ve 10.000 attan oluşan karışık bir gücü vardı. Ordunun bir araya gelmesini sağlamak için Afrika, İspanya ve Galya ve Balear halklarından askerler aldı.
Roma ise lejyonerlerden oluşana ordusunun başına iki Roma konsülünü getirmiş ve Latin ve İtalyan ortaklarından askerlerle takviye etmişti. Muharebe bölgesine iki konsüle ait 8 lejyon ve neredeyse 86.000 kişilik de müttefik güç gönderildi. Biraz sonra Hannibal, Roma tarihinin en büyük ordusunu yok etmek etmek üzereydi.
Cannae İkinci Pön Savaşı'nın en stratejik muharebesidir. Çünkü savaşın galibi Batı Akdeniz'de egemen güç olacaktı. Hannibal'ın ordusu İspanya'daki harekat merkezinden yola çıktı. Beklenmedik bir şekilde Alpleri geçti ve savaş bir anda Roma'nın beklemediği bir bölgeye taşındı!
Hannibal MÖ 218'de başlayarak İtalya'yı istila ederken, Roma MÖ 218'de Trebia ve MÖ 217'de Trasimene Gölü'nde arka arkaya yenilgiler yaşadı. Dolayısıyla Roma, Cannae Muharebesi'ni şüphesiz kazanmalıydı. Bu savaşta Hannibal Barca'nın ders kitaplarında yer alan kuşatma taktiği ilk defa kullanıldı. Roma birliklerinin merkezinde daima ağır piyade bloğu vardı. Zayıf süvariler uzak kanatlara gönderilirdi.
Fakat Hannibal merkeze daha hızlı olan Keltleri ve onları yanlardan sarmaları için de ağır silahlı Afrikalı piyadeleri koymuştu. Hannibal'ın istediği şey Romalıları bu Afrikalıların içine çekmekti.
Çarpışma sağ taraftaki Roma süvarilerinin İspanya ve Keltlerden oluşan Kartaca süvarilerinin saldırısıyla ezilmesiyle başladı. Roma'nın sol tarafındaki süvariler ise görünür de oldukça etkili olan Numidya atlılarıyla birkaç çatışma içine girdi.
Fakat iki tarafın ana birlikleri devreye girdiğinde ise her şey değişecekti. Kartaca ordusunun merkezi, Roma birliklerini ortaya çekecek (emredildiği gibi) zemini onlara bıraktı. Bu hamle yapılırken Roma sağ kanadı yok edilmiş, oradaki Kartaca birlikleri sol kanada yardıma geçmişti. Kısa süre sonra Roma sol kanadı da yok edildi. Roma'nın başı kesinlikle dertteydi.
Hem taşıdıkları savaş aletleri hem de vücut ağırlıkları nedeniyle ağır ilerleyen Roma piyadesi bir anda bir kuşatmanın içinde olduğunu anladı. Çünkü Kartaca merkezi görünür de Roma saldırılarıyla geriye itiliyordu. Fakat kanatlardaki ağır birlikler yerlerindeydi. Roma kendi kendini tuzağa çekmişti.
Geri çekilen merkez aktif savaştan uzaklaşırken, Kartacalı ağır birlikler Roma kanatlarının çevresini dolaşıyordu. Kartaca süvarileri de o sırada tekrar bir araya geldi ve Roma birliklerine arkadan saldırdı. Roma ordusu büyük bir katliama uğramak üzereydi. Adeta dar bir akvaryumdaki balıklar gibi sıkışan Roma birlikleri, savaş bitmeden önce iki konsülünü kaybederek kesin yenilgiye uğramıştı. Cannae Muharebesi tamamen stratejik deha sınıfı bir çarpışmaydı.
Büyük Roma kuvveti 10'da 1 oranında daha kalabalık olmasına rağmen yenildi. Askeri raporlara göre en fazla 7000 kişi savaştan kaçmıştır. Kamp alanlarını koruması için geride bırakılan 10.000 Romalı ise esir düşmüştür. Tarihçiler, Roma'nın kaybının toplam savaşan asker sayısının %20'si olduğunu belirtiyor. Hannibal tarafında ise yalnızca 8000 kayıp vardı. Böyle bir hezimetten sonra Roma'nın düşmesi beklenirken, Hannibal son noktayı koyamadı. Ya Roma'yı kuşatamadı ya da kuşatmak aklına gelmemişti.
… hiç kimse Tanrı'nın tüm hediyeleriyle kutsanmamıştır. Hannibal, savaşı nasıl kazanacağını biliyorsun ama zaferini nasıl sürdüreceğini bilmiyorsun.
Titus Livius, The History of Rome, 22.51. Kaynak: Tufts University
Burada aklımızda yer edinmesi gereken şey; Roma'nın bu düzeyde bir yok oluşa maruz kalmasına rağmen, ortaya koyduğu dayanıklılıktır. Sonraki yıllarda bu dayanıklılık Kartaca ve Hannibal içten içe eritecekti. Hannibal her zaman kendi evinden uzaklarda çabaladı. Bir gün bu savaşın kendi kıtasında yaşanacağını tahmin etmemişti.
Carrhae Muharebesi: MÖ 53
Campania'da yürüdüğünüzü mü sanıyorsunuz?" … "Oradaki çeşmeleri, akarsuları, serin yerleri, hamamları ve meyhaneleri mi özlüyorsunuz? Hayır, geçmekte olduğunuz yerin, ülkenin Asur ile Arabistan arasındaki sınır bölgesi olduğunu unutmamalısınız.
Plutarkhos, Life of Crassus, 21. Kaynak: The University of Chicago
Carrhae Muharebesi MÖ 53 yılında Roma Cumhuriyeti'nin zirvesinde yaşanmıştır. Roma'nın en zengin adamı olan Marcus Licinius Crassus kapsamlı bir şekilde savaş sahasına geldi. Yaklaşık 34.000 kişiden oluşan yedi lejyon, 4.000'den fazla süvari ve 4.000 kişiden fazla yardımcı birliğin yönetimi kendisine verildi. Savaşta yetenekli komutan ve aynı zamanda oğlu Publius Crassus da yanındaydı. Önde gelen bir Part aristokratı olan Surena, yaklaşık 10.000 kişilik oldukça küçük bir birlikle Romalıların karşısına çıktı. Bu birlikte 9.000 hafif atlı okçu ve 1.000 ağır zırhlı atlı (kataraktlar) yer alıyordu. Sayıca az görünseler de Romalıların lejyon altyapısını değiştirmesine neden olacak bir çarpışma yaşandı.
Crassus, Julius Caesar (Jül Sezar) ve Pompey ile beraber ilk Triumvirliğin Suriye kolunun başındaydı. Suriye eyalet komutanlığını toprak kazanaraj şan ve güç inşa etmek için kullandı. Partlar arasındaki bir "aile içi" anlaşmazlığını öğrenen Crassus, toprak kazanma ve kişisel hırsları için bu anı bir fırsat olarak değerlendirdi. Büyük bir Roma kuvvetini Fırat nehrinin ilerisine sevk eden Crassus çöl bölgesine yerleştirdi. Sayıca üstün Roma kuvvetleri çok daha küçük ama tepkileri çok hızlı olan Part ordusunun üstün taktikleri karşısında hiçbir yere hareket edemeden yok oldu.
Carrhae'nin doğusunda Partlara doğru ilerleyen Romalılar, kanatlarını korumaya yönelik büyük bir sütun halinde hareket ediyordu. Komutan Surena ise dehasını ortaya koyarak, askerlerinin ağır süvari zırhlarını gizlemeleri için üstlerine bir giysi giydirmişti. Romalılar yeterince yaklaştıklarında bu atlılar üstündeki kamuflajı çıkararak Romalılara doğru çarpıcı bir atağa kalktı. Bu gerçekleşirken Partların yetenekli atlı okçular da devreye girerek Roma kanatlarına her yönden saldırıya başladı. Partları geri itmeye çalışan tüm ataklar bastırıldı. Partların hem yayları güçlüydü hem de oklarının ucu parçalıydı. Dolayısıyla girdiği yerde parçalı yaralar açıyordu.
Part atlı okçuları yalnızca ileriye giderken değil, geri dönerek de oklarını kullanabiliyordu. Bu manevra kabiliyetleri nedeniyle hiçbir Romalı yakınlarına giremedi. Romalılar bu Part sistemine yanıt veremiyordu.
Partlılar yanlarında sayısız ok stoğu getirmişti. Fakat Romalılar bunu fark edene kadar aralıksız kayıplar yaşamıştı. Komutan Crassus harekete geçmeliydi. Oğul Publius'u yanındaki 4.000 süvari ve elit piyadeden oluşan bir birlikle Part kuşatmasını dağıtmaya gönderdi. Fakat Partlar geri çekilme taktiği uygulayarak, savaşmaya hevesli olan Publius'u Roma mevzilerden çok uzaklara götürdü. Partlar geri dönmüş ve bu defa Roma ordusunu dört bölgeden kuşatmıştı.
Ölüm [Romalılara] ne kolay ne de çabuk geldi. Acılarının şiddeti ve ıstırabı içinde, oklar vücutlarına isabet ettikçe kıvranıyorlardı; uzuvları kopuyor ve sonra damarlarını ve kaslarını delip geçen dikenli ok başlarını zorla çıkarmaya çalışarak kendi vücutlarını parçalayarak çirkinleştiriyorlardı. Publius onlara düşmanın zırhlı süvarilerine saldırmayı emrettiğinde, ona kalkanlarını tutan kopan ellerini, yere çakılmış ayaklarını gösterdiler; öyle ki ne kaçabilecek ne de kendilerini savunabilecek durumdaydılar.
Plutarkhos, The Life of Crassus, 25
Publius'un son kuvveti, tek başına bir yamaçta son kişiye dek öldü. Adeta Little Bighorn Çarpışması'ndaki Amerikalı yarbay George Armstrong Custer'ın direnişi gibi. Crassus'un oğlu esir düşmenin utancını yaşamamak için kendini öldürdü. Bu gerçek bir Roma davranışıdır. Bu sırada Crassus ve ana birliği okçular tarafından saldırı altındaydı ve yardıma gidecek güçleri yoktu. İlerleyen anlarda Partların elinde oğlu Publius'un kellesinin dolaştığını görecekti. Bu da kendisine kötü bir günün daima daha da kötüye gidebileceğinin bir kanıtıydı.
Romalılar gece geri çekilirken, yararlı askerlerini geride bıraktı. Carrhae'ye yalnızca 15.000 kişi dönebildi. Sonuç olarak ortada bir Roma kuvveti yoktu. Parçalı gruplar daha sonra batı doğru ilerlemeye devam etti. Crassus bir araya getirilmesi imkansız ordusuyla Serena'nın pazarlık yapabileceğini öğrendi. Fakat bu bir ihanet planıydı ve yakalandıktan sonra infaz edildi. Roma'nın en zengin adamının kellesi ve eli Kral Ordoes'e iletildi. Geriye kalanların büyük bölümü öldü. Roma kendi tarihine bir ordusunun katledildiği bir savaş daha eklemişti. Crassus'un boğazından içeri eritilmiş altın dökülerek öldürüldüğü de söylenir. Fakat bunun söylenti olasılığı daha yüksek.
Ayrıca: Antik dünyadaki işkence yöntemleri
Part ve komşusu Roma'nın ilk savaşı açık bir Part zaferiyle sonuçlandı. Fakat bu son değildi. Part her zaman güçlüydü. Dolayısıyla Romalıların sadece güçlü olması yeterli olmayacaktı. Çünkü yüz yüze savaşlarda lejyonerler kesin olarak daha güçlüydü. Oysa Part ordusu gücü değil manevrayı ön plana tuttu. Roma görünüşe göre Akdeniz'de yayılabileceği kadar yayılmış ve ileri gitmesi imkansızdı. Roma artık yeni savaşlara uyum sağlamak için teknolojiye yönelmeliydi.
Crassus'un ölümü Roma dünyasını tamamen değiştirdi ve Jül Sezar ile Pompey arasındaki iç savaşı şüphesiz etkiledi. Crassus hala hayatta olsaydı da Sezar bu hamleyi yapabilirdi ancak dinamikler çok farklı olacaktı.
Varus (Teutoburg Ormanı) Muharebesi: MS 9
Bu yenilginin sembolik bir yanı var. Varus (Teutoburg) yenilgisi MS 9 yılında Principate yılları yaşanırken gerçekleşti. Yani Roma'da Cumhuriyet'in yıkıldığı ilk kurucu imparator Augustus'un dönemleri.
Ayrıca: Jül Sezar suikastı Roma Cumhuriyeti'nin çöküşünü nasıl hızlandırdı?
Romalı general Publius Quinctilius Varus, üç lejyon ve yaklaşık 20.000 kişilik yardımcı birlikleriyle Cermanya'ya sefere çıkmıştı. Cermanya'ya vardığında ayaklanma halindeki bir kabileler konfederasyonu tarafından karşılandı. Bu konfederasyonun liderli olan Arminius ise kaçmıştı. Roma'yı karşılayan prens Cherusci'nin kabilesi Roma'nın müttefikiydi. İlk baştan siyasi bir rehine tutulmuştu. Ardından Roma yardımcı kuvvetlerinde askerlik yaptı. Sonuç olarak Roma kültürüne ilgi duyuyordu.
İlgili: Galya Savaşları: Jül Sezar Galya'yı Ele Geçiriyor
Roma'nın Cermanya seferleri uzun yıllardır sürüyordu. Zaten birkaç sefer sonrasında egemenliklerini kabul ettirmişlerdi. Hedeflenen şey bu barbar kabile topraklarını (Ren ve Elbe arası) sınır bölgesi eyaleti haline getirmekteydi. Görünüşe göre işler yolundaydı. Ancak Roma, MS 6'da Illyricum Ayaklanması'nı bastırmak için her zamanki 11 sınır lejyonundan 8'ini geri çekmek zorunda kaldığında, Cermen kabileleri arasındaki öfke, teşvik edici bir fırsatın oluşmasını sağladı.
Varus (Teutoburg Ormanı) Muharebesi Roma tarihinin en beklenmedik hezimetlerinden birisiydi. MS 9 yılında Varus, Ren Nehri'nde her şey yolundayken, dönüş yolunda Cermen kabileleri arasındaki ayaklanmadan haberdar oldu.
Fakat Varus'a bir tuzak hazırlanmıştı. Firari olan Arminius, Varus'a bu ayaklanmayı bastırması için en doğru yolu tarif ederken, Romalıları hiç bilmediği bir rotaya çekti. Bazı Cermenler Varus'a bunun bir tuzak olduğunu söylese de uyarıları duymazdan geldi. Çünkü müttefiki Arminius'a şüphesiz inanmıştı. Arminius bu süreçte bölgedeki komutanlarını toplamak için uzaklaştı ve Varus ise lejyonlarını Cermen danışmanlar eşliğinde batıya sevk etti.
Oysa Arminius öfkeli Cermenlerden oluşan bir koalisyona dahil olacaktı. Bu kabileler Roma'nın egemenliği altında olmaktan utanç duyuyordu. Roma birlikleri ormanlık bölgeye girdiklerinde kol boyu olarak ilerlemeye başladılar. Bu süreçte birlikler arasında kopmalar başladı. Diğer yandan, Varus'un kendine emanet edilen askerleri hiç bilmediği bir yere sokması da tarih boyunca eleştirilmiştir. Kötü mevsim ve çamurlu yollar Romalıların ilerleyişini kesin olarak yavaşlatarak, işlerin nereye varacağını açıkça ortaya koyuyordu.
Kol boyu düzeninde oldukları için bölüm bölüm pusuya düşen Romalılar, her iki yönden mızrak saldırılarıyla Cermenlerin saldırısı arasında kaldı. Kabilelerin tipik savaş yöntemi olan vur-kaç ile büyük hasarlar verildi. Artık Romalıların ilerlemesi imkansız görünüyordu. Çünkü derine gidemiyorlardı ve arazi zorluydu. Lejyonlar zamanla birbirlerinin üstünde yığılarak toplu av haline gelecekti.
Daha sonra daha açık bir bölgeye ulaşıp orada savaş bölgesi kurabilmiş olsalar da, Romalılar artık bilmedikleri bir yerde hedef halindeydi. Kesinlikle yıpranmışlardı ve sayısız yaralısı vardı. Sonraki gün özellikle gıdalarını hafifletip, yaralılarını da geride bırakarak, pusudan kaçmaya çalıştılar. Fakat tekrar çift taraflı saldırı altında kaldılar. Varus süvarilerini yardım çağırmaya gönderse de, bu birliği de pusuya düşürdüler. Varus bu utanca daha fazla dayanamadı ve intihar etti. Arminius bu durumda dahi Varus'un kafasını kesmiş ve ganimet olarak almıştı.
Ele geçirilen Romalı asker ve subayların çoğu, pagan kabilelerin kanlı ritüellerinde kullanılmaktansa intiharı seçti. Çünkü o dönemde intihar etmekten daha kötü bir şey varsa o da paganlara esir düşmekti.
Katliama uğramaktan kaçan askerler bu hikayeyi anlatmak için kente geri döndü. Bu savaş, Augustus'un başında olduğu taze imparatorluk sistemiyle başlayan barış ve refah döneminden sonra gelen, açık bir rencide edilme durumuydu. Bu haber Roma'da yayıldığında halk içinde bir histeri tetiklendi. Herkes yeniden istila edileceklerini düşünmeye başladı. Yıllar önce başlayan istilacı korkusundan daha önce bahsetmiştik. Oysa Roma'nın çöküşü söz konusu değildi. Bazı modern anlatılara göre, imparator Augustus, Teutoburg Ormanı'nda olanları duyunca başını duvarlara vurmuş ve aşağıdaki cümleyi söylemiştir:
Ah, Quintillius Varus! Lejyonlarımı bana geri ver.
C. Suetonius Tranquillus, Divus Augustus, 23. Kaynak: Tufts University
Bu hezimet sonrası kuzey sınırında yeniden istikrar sağlandı. Gerçekten de Roma orduları sonraki yıllarda Arminius ve Cermen kabileleri üzerine seferler düzenleyip onları yenecek, ne yazık ki kendilerine bağlı bir Cermen eyaleti arzusu bir daha asla gerçekleşmeyecekti. Roma'nın kuzey hakimiyetinin sınırları artık belliydi.
Hadrianapolis Muharebesi: MS 378: Roma'nın Çöküşünün Başlangıcı
Adamlarımız kaçma umudu olmayacak kadar sıkışıktı, bu yüzden kahramanlar gibi ölmeye karar verdiler, düşman kılıçlarıyla yüzleştiler ve düşmanlarına karşılık verdiler. Her iki tarafta da miğferler ve göğüs zırhları savaş baltalarının vuruşlarıyla parçalara ayrılıyordu. Bacağından yaralanmış ya da sağ elini kaybetmiş aslan yürekli bir barbarın sıktığı dişlerini gıcırdattığını ve ölüm sancıları içinde etrafına meydan okuyan bakışlar attığını görebilirdiniz. Bu karşılıklı katliamda o kadar çok kişi yere serildi ki, savaş sahası ölülerin cesetleriyle kaplanırken, ölmekte olan ve ağır yaralıların iniltileri duyan herkesi dehşete düşürdü.
Ammianus Marcellinus, Later Roman Empire, 13.1. Kaynak: University of Chicago
MS 378'deki Hadrianapolis Muharebesi, İmparatorluğun doğu ve batı olarak ikiye ayrılacağı çok farklı bir dönemde yaşanmıştı. Bu çarpışmada, Thervingian'ın başındaki Fritigern liderliğindeki Cermen, Ostrogot ve Vizigot kabileleri Doğu Roma imparatoru Valens'e (MS 364-378) karşı ordu kurdu.
Hunlar batıya doğru ilerlerken çok uzun yollar katetmiş ve bu durum MS 376'da Gotların Tuna bölgesine yerleşmek için Roma Doğu İmparatorluğu'ndan toprak talep etmesine neden olmuştu. İmparator Valens yanlış bir değerlendirme yaparak, Gotların sınırlardaki problemlerle Roma arasında bir tampon olarak kullanılabileceğini düşünmüştü. Fakat Romalılar bu ilişkiyi düzgün yürütemedi ve bu yabancı kabileye yönelik niyetinin farklı olduğunu gösterdi. Romalılar topraklarına bir Truva atı soktuklarını çok geç anlamışlardı. Zaten Hadrianapolis öncesinde, tam olarak olmasa da Trakya topraklarını harap eden birkaç savaş yaşanmıştı. MÖ 378'de İmparator Valens bizzat orduyu yönetmek istedi. Batı Roma İmparatoru ve aynı zamanda yeğeni olan Gratian'dan da destek talep etmişti. Bütün kuvvetlerini Gotları yok etmek üzere Doğu Roma'dan yola çıkardı.
Valens yola çıkarken Fritigern'in yönettiği Gotların yalnızca 10.000 kişi olduklarını duymuş ve bu sefere kesin zafer olarak bakarak, Batı Roma birliklerinin kendisine katılmasını beklememişti. Bu Valens'in verdiği ikinci yanlış karardı. Valens'in orduları bölgedeki diğer kabileleri unutmuştu. Oysa yollarının üstünde Gruthingi ve Alanlar vardı. Ayrıca Gotlardan gelen barış isteklerini de kabul etmedi.
Romalılar zorlu arazide kuzeye doğru yürüdü ve Fritigern'in birliklerini yüksek bir tepede, arabalardan oluşan ana kamp komuta merkezinin önünde gördü. Burada birkaç saat süren müzakerelerin sonrasında Romalılar silahlarını giyindiler; bu, savaşta yapılan üçüncü yanlış davranıştı.
Romanın atlı okçuları Romalılara fazla yaklaştığında Gotların saldırıya geçmesine neden oldu. Bu yanlış davranış, diğer müttefiklerin yani 10.000 kişiden oluşan Gruthingi ve Alanlar süvarilerinin birden ortaya çıkışıyla aynı zamana denk gelmişti. Roma'nın solundan gelen kuvvet, Roma atlarının telaşlanarak kaçmasına enden oldu.
Burada büyük bir açık bulan Fritigern ana savaş birlikleri tepeden doğrudan Roma hatlarının üzerine gönderdi. Çünkü Roma beklenmedik şekilde savaşa tam anlamıyla hazır değildi. Roma birlikleri ilk önce birbirlerine merkez noktada yaklaşarak kapandı ve bu şekilde çarpışmaya hazır hale geldi. Diğer yandan süvarilerde saldırıya geçmiş ve Got karargahına ulaşmıştı. Fakat birliğin diğer bölümü kaçtığı için Roma süvari kanadındaki bütünlük yok olmuştu.
Bu durum ana Roma savaş gücünü, Roma'nın solundan atağa kalkan Gruethingi ve Alan süvarilerine karşı savunmasız bıraktı. Romalılar, müttefik yardımcılarının büyük bölümünün savaştan kaçmasıyla birlikte sıkıştırıldı. Got saldırıları büyük hasar verdi. Valens'in önü, seçkin birliklerinin ve kendini korumakla sorumlu olan muhafızlarının dahi savaştan kaçmasıyla kesildi.
Sayıları 10.000'in üzerinde olan Roma kuvvetleri kesin olarak yok edildi ve birçoğu savaşta öldü. Valens'in kendisinin de yaralandığı veya savaşta öldüğü ya da yakınlarda bir yerde birkaç kişiyle birlikte son bir direniş gösterdiği anlatılır. Doğu Roma ordusunun yaklaşık üçte ikisi Hadrianapolis (Edirne) bölgesinde yok edildi. Roma imparatorluğu topraklarının bütün sınırlarında egemenliğini sürdürme mücadelesi verdiği için bu elit askerlerin yeri kolay kolay doldurulamazdı.
Diğer yenilgilerin aksine Hadrianapolis Muharebesi, Roma İmparatorluğu'nun batıdaki çöküşüne dair etkili bir bağlantıya sahipti. Bu çöküş kısa sürede yaşanmayacak olsa da, savaş yaşanacakların ilk çözülme noktası olarak görülür. Asırlar geçtikten sonra ilk kez büyük bir barbar topluluk İmparatorluğun sınırlarından içeri girmiş ve Romalılara kendi kentlerinin ortasında üstünlük sağlamıştı. İmparatorluk bir dönem istikrara kavuşacak olsa da, bu savaş MS 410 yılında Roma'nın Vizigotlar tarafından yağmalanmasıyla bilinen birçok facianın ilkiydi. Kısacası Batı Roma İmparatorluğu'nun yeniden toparlanamayacağı bir olay yaşanmıştı. Bu nedenle savaş Roma tarihinde benzersiz bir yere sahiptir. MÖ 380'deki Allia Muharebesi ile karşılaştırıldığında, Allia Muharebesi için kuzeyli kabile saldırıları arasında geçen 800 yılın en iyi kısmı diyebiliriz.