Devrim Çağı boyunca, dönemin hakim mutlakiyetçi monarşilerine karşıt olarak ortaya çıkan bir liberalizm dalgası vardı. Bireysel özgürlüğün korunması ve farklı sosyo-politik perspektiflere karşı hoşgörü, çağdaş insanlık siyasi tarihinin temel ilkeleridir. Bu ilkeler baskıcı ve müdahaleci hükümet uygulamalarına karşı koymayı amaçlamaktadır. Devrim Çağı'ndan önce bu ideoloji Avrupa monarşilerine nüfuz etmişti. Peki hangi Aydınlanma filozofları devrimler çağının başlamasına katkıda bulunmuştur?
John Locke: Bireyin Özgürlüğü
John Locke, devrimci dönemden bir yüzyıl önce yazmış olmasına rağmen, liberal teori ve klasik cumhuriyetçilik konusunda en etkili düşünür olarak kabul edilmektedir. Felsefi katkılarının sonuçlarına tanık olmamasına rağmen, John Locke'un liberal ilkeleri 1776'da Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin hazırlanması sırasında Thomas Jefferson tarafından güçlü bir şekilde dikkate alınmıştır.
John Locke, Aydınlanma döneminin ilk filozofu olarak, bir devletin halkının kendi yönetim otoritesini seçme ya da değiştirme ayrıcalığına sahip olması gerektiğini öne sürmüştür. Aristoteles ve diğer antik düşünürler demokrasi kavramının cesaretini kırmışlardır, ancak 18. yüzyılın sonlarında Locke bu kavramın siyasi arenaya girmesinde önemli bir rol oynamıştır.
John Locke, klasik liberalizm ilkelerinin yaygınlaştırılmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Klasik liberalizmin temel ilkeleri, dini zulümden ve despotik, baskıcı monarşilerden kaçmak isteyen bireyler tarafından oluşturulmuştur. Ortaya çıkan ilkeler, gerçek özgürlük kavramına ve ne bir bireyin ne de bir yönetim biriminin başkalarının işlerine karışma yetkisine sahip olmaması gerektiği inancına dayanıyordu. Bu ilkeler arasında sınırlı hükümet ve bireyin özgürlüklerine kolektif özgürlüklerden daha fazla öncelik verilmesi yer alıyordu.
Devrim döneminde bu ideoloji son derece yenilikçi ve ilerici olarak görülmüştür.
Adam Smith: Piyasada Rekabet
Adam Smith ünlü bir İskoç ekonomist ve entelektüeldi. Öncelikli olarak bir siyaset teorisyeni olmasa da Smith, ekonomi ve finans dilini kullanarak liberal ideolojinin gelişimine önemli katkılarda bulunmuştur.
Bununla birlikte, onun kavramları siyasi terimlere tercüme edilme potansiyeline sahiptir. Ekonomik liberalizm kavramı ve onun temel ilkesi olan serbest piyasa, Locke'un idealleri ve ardından sosyal Darwinizm ile yakından ilişkilidir. Devrimci dönemde ortaya çıkan devletlerin kapitalizm ve mali laissez-faire kavramlarına maruz kaldığı yer burasıdır.
Klasik Locke liberalizminin ilkelerine benzer şekilde Adam Smith de bireylerin doğasında var olan kişisel çıkar ve kişisel özgürlüğün piyasa içinde rekabeti teşvik ettiğini savunmuştur. Bu da ekonominin sağlık açısından en uygun durumda olmasıyla sonuçlanır.
Adam Smith'in toplu iğne fabrikası örneği, onun en önemli ekonomik eleştirilerinden biri olarak kabul edilmektedir. Geçmişte, yetenekli zanaatkârlar zamanlarını ve emeklerini en ince ayrıntısına kadar özenle ve dikkatle iğne yapmaya adarlardı. Zanaatkâr metal üzerinde kaynak yapar, minik iğneleri titizlikle şekillendirir, her birini keskin bir noktaya kadar bileyler ve her birinin diğer ucunu balmumuyla kaplardı.
Zanaatkârın üretimi yalnızca kişisel çabasına bağlıydı, bu da girişimlerine ve kazançlarına duygusal bir boyut katıyordu. Sanayi Devrimi ve seri üretimin ortaya çıkmasının ardından, iş bölümü üretim sürecinin kirlenmesine neden oldu. Ek işçiler işgücüne dahil olmuş ve mekanik verimlilikle çalışmışlardır. Bir kişi metal üzerinde kaynak yaparken, başka bir kişi uçların işlenmesinden sorumlu olmuş, üçüncü bir kişi ise plastiği daldırarak işlemekle görevlendirilmiştir. Sonuç olarak Adam Smith, serbest piyasayı savunurken gelen seri üretim araçlarını eleştirmiştir.
Montesquieu: Kuvvetler Ayrılığı
Charles-Louis de Secondat, Baron de la Brède et de Montesquieu, antropoloji alanının öncülerinden ve Aydınlanma döneminin önde gelen isimlerinden biri olarak tanınan ünlü bir Fransız siyaset filozofudur.
Montesquieu, ilk olarak antik Yunan filozofu Aristoteles tarafından kurulan siyasi ideolojiyi genişletmiştir. Fransız bilim adamı, Yunan aklının yaygın olarak ortaya çıkan kavramları, fenomenleri ve hatta canlı varlıkları sınıflandırma yeteneğini gösteren Aristotelesçi kategorizasyon sisteminden özellikle etkilenmiştir.
Montesquieu hayatının önemli bir bölümünü Fransa'nın en uzun süre görev yapan iki hükümdarı olan XIV. Louis (1643-1715 arası) ve torunu XV. Louis (1715-1774 arası) dönemlerinde geçirmiştir. Bu iki hükümdarın liderliğinde Fransa, imparatorluk gücünün zirvesine ulaşmıştır.
Montesquieu, imparatorluk yönetiminin siyasi işleyişindeki güç dağılımını gözlemlemiş ve belgelemiştir. Yazarın gözlemleri özellikle hükümdar ile yönetim arasında bir siyasi iktidar bölünmesine işaret etmektedir. Yönetim, yasama, yürütme ve yargı olmak üzere üç ayrı kola ayrılmıştı ve bu kollar günümüz hükümet organizasyonlarında hala yaygındır.
Hükümet, birbiriyle bağlantılı varlıklardan oluşan karmaşık bir ağ olarak işlemektedir. Uygun bir dengenin korunması için tek bir hükümet kolunun aşırı miktarda güce veya etkiye sahip olmaması zorunludur. Devrim Çağı sırasında genç cumhuriyetçi hükümetlerin kurulması derin bir gözlemin sonucudur.
Rousseau: İnsanlara İyimser Bir Bakış
Rousseau'nun yazılı eserlerindeki temel odak noktası, insan doğası kavramının kapsamlı bir şekilde araştırılmasıydı. Thomas Hobbes ve John Locke gibi dönemlerinin önde gelen düşünürleri, sonunda Doğa Durumu'na dönüşen felsefi kavrama eleştiriler yöneltmiştir.
Doğa Durumu, belirli bir toplumda hükümetin meşrulaştırılması için temel bir öncül olarak hizmet eder. Rousseau'dan önceki entelektüeller grubu, yönetimin yokluğunun anarşi ve düzensizlikle sonuçlandığını iddia etmiştir. Aralarındaki anlaşmazlığın özü, öncelikle gerekli görülen hükümetin kapsamı ve büyüklüğü ile ilgiliydi.
Rousseau bu kavrama karşıt bir görüşe sahipti. İnsanlığın temel doğasına ilişkin olumlu bir bakış açısına sahip olan Rousseau, türümüzün güven ve empatiye yönelik doğuştan gelen bir eğilime sahip olduğunu ileri sürmüştür. İnsanlar biyolojik olarak kendi hayatta kalmalarına ve kişisel çıkarlarına öncelik verme dürtüsüne sahip olsalar da, türlerinin diğer üyeleriyle empati kurma yeteneğine de sahiptirler.
Rousseau'nun insan doğasına ilişkin iyimser görüşü, siyaset felsefesine mükemmellik kavramı aracılığıyla yansımıştır. İnsanlar yaşam kalitelerini yükseltmek için çabalayan yegane türdür. Bireylerin bu iyileştirmelere yönelik arzuları, demokratik cumhuriyetçi bir sistemi teşvik etmeyi içeren siyasi çabalarına yansır.
Voltaire: Kilise ve Devletin Ayrılması
Voltaire, Aydınlanma döneminin önde gelen filozoflarından biriydi ve fikirleri radikal ve liberal nitelikleriyle öne çıkıyordu. Öncelikli olarak devrimci bir düşünür olmasa da, bu alana yaptığı katkılar çok önemlidir. Paris'te doğan François-Marie Arouet, döneminde aydınlanmış despotların önde gelen savunucularından biriydi. Voltaire, dikkate değer zekası ve döneminde yaşam ve toplum üzerine biraz alaycı bakış açısıyla tanınır.
Voltaire, retoriğini ve fikirlerini gizlemek için sıklıkla hicvi kullanan oldukça üretken bir yazardı. Şiir, oyun, roman ve deneme gibi çeşitli sanatsal araçlarla iletişim kurmuştur. Bu düşünür, Fransa'nın uzun bir süre Roma Katolik Kilisesi'nin etkisi altında kalması nedeniyle sık sık sansüre maruz kalmıştır.
Eleştirel düşünceyle uğraşan aydın, Katolik inancındaki hoşgörü eksikliğini eleştirmek için hiciv ve alaya başvurdu. Dinin siyasi alanda yeri olmadığını ileri sürmüşlerdir. Kilise ve devletin ayrılması kavramı bu dönemde, özellikle de Fransa'da yeni ve devrimci bir fikirdi.
Katolik Kilisesi'nin Fransız toplumu üzerindeki güçlü etkisinin kalıntıları eski Kanada kolonilerinde bile devam etti. Fransız kültürünün, dilinin ve toplumunun öne çıktığı Kanada'nın Quebec eyaletindeki devlet okulu sistemi 2000 yılında dekonfesyonelleşme sürecine girmiştir.
Voltaire, seküler siyaset ve din arasındaki bağlantıya yönelik eleştirilerini dile getirmiş ve devrimci ilkelerin temel bir yönü olarak bunların ayrılması kavramını önermiştir. Voltaire hoşgörü ve eşitlik kavramları üzerinde önemli bir etki yaratmıştır.
Aydınlanma Filozoflarının Etkisi
Bu entelektüellerin ve yazarların birçoğu felsefi çabalarının meyvelerine tanıklık etme fırsatı bulamamıştır. Aydınlanma Çağı boyunca bu ideolojiler, çağdaş cumhuriyetçi devletlere yol açmadan önce yavaş yavaş emperyal Avrupa monarşilerine nüfuz etti.
Yüksek eğitimli hükümdarlar bu saygın entelektüellerin yazılarını incelediler ve liberal siyasi davranış ilkelerini idealize ettiler. Bu dönemde, çoğunlukla monarşinin kapsamını ve otoritesini genişletmiş olsalar da, kapsamlı liberal reformlar hayata geçirildi.
Aşağıdaki ideolojik deney ilk olarak yurtdışındaki İngiliz Kolonilerinde kavramsallaştırıldı. Demokrasi, özgürlük ve adalet kavramları, ilk yıllarında 1776'da Birleşik Devletler Anayasası'nın oluşumuna doğrudan dahil edildi. Yüzyılın sonunda Fransız halkı da bir devrim geçirmiş ve önde gelen Aydınlanma düşünürleri tarafından benimsenen ilkeler üzerine kurulu kendi cumhuriyetlerini kurmuşlardır.
Tarihsel perspektiften bakıldığında faşizm en uzun ömürlü siyasi yapı olurken, Avrupa feodalizmi ağırlıklı olarak Devrim Çağı'na kadar hüküm sürmüştür. İnsanlık tarihindeki en derin siyasi hareket, tıpkı elmasın baskı altında şekillenmesi gibi, faşist bir şekilde yapılandırılmış bir toplumun zorluklarından doğmuştur.