1826'nın başlarında, Mekanik Türk ya da The Turk lakaplı Avrupa'nın en ünlü satranç ustalarından biri Amerika'da boy göstermek üzere New York'a geldi. Yapılacak etkinlik, haber makaleleri ve reklamlar ile geniş çapta yankı bulmuş ve Broadway Ulusal Oteli'ndeki ilk gösteri maçına yaklaşık 200 kişi katılmıştı. Satranç ustası The Turk, kendisine meydan okumaya cesaret eden her izleyiciyi büyük bir zevkle yenmeye başladı.
Amerikan gazetesi olayı "İki başarılı satranç oyuncusu ona karşı bir araya gelerek oynadı" diyerek yazdı ve ekledi "ama büyük kolaylıkla yenildiler." Bu esrarengiz satranç ustasının varlığı çok geçmeden New York'taki tüm büyük gazetelerin sayfalarını dolduruyordu. Maç yapmak isteyen kabalıkların sayısı o kadar arttı ki yüzlerce kişi kapıdan döndürülmek zorunda kaldı. The Turk lakaplı bu usta satranç oyuncusuna dair ilginç bir gerçek vardı: İnsan değildi. The Turk bir otomattı—dünyanın zekaya dayalı en zorlu masa oyunlarından birini düşünerek oynayabilen mekanik bir robottu.
The Turk nasıl doğdu?
Önceki on yıllar boyunca farklı insanlar bu satranç otomatına sahip olsa da, daima büyük ahşap kabinin arkasında oturan gerçek boyutlu bir kukla kullanıldı. Kabinin iç kısmı, bir saatin iç kısımlarına benzeyen birkaç dişli, krank ve kol ile doluydu. Kuklaya gelince, başında bir sarık, elinde bir piposu vardı ve renkli elbiselerle sarılıydı. Otomat ismini giydiği bu kostümden aldı: Türk.
The Turk ilk olarak 1769'da Avusturya-Macaristan imparatoriçesi Maria Theresa kortunda kullanıldı. İmparatoriçeyi etkilemek isteyen bir kraliyet danışmanı ve mucit olan Wolfgang von Kempelen, illüzyonu ve gösterisi kraliçenin daha önce gördüğü her şeyi aşacak bir otomat yapmaya ant içti. Teklifi ilgi çekici bulan Maria Theresa danışmana serbest çalışma izni vererek gizemli projesine odaklanmasını istedi.
Kempelen sadece altı ay sonra Türk olarak bilinen makineyle ortaya çıktı. İlk performansını 1770 yılında Maria Theresa ve bir grup soylu önünde yaptı. Herkes Kempelen'i otomat satranç oyuncusunu ve dört ayaklı dolabını ortaya çıkarırken izledi. Mucit yıllar boyunca sayısız kez tekrarlayacağı biçimde, makinenin iç saatini göstermek için dolap kapılarının kilidini teker teker açarak şovuna başladı. Hatta mekanizmanın içini aydınlatmak için bir mum bile kullandı, böylece seyirciler içeride gizli bir şey olmadığını görüyordu. Otomatın ilk rakibi seyirci arasından seçildikten sonra, Kempelen kabinin yanına yürüdü ve kolu sarmaya başladı. Kukla aniden hayat buldu ve yavaş yavaş mekanik kafasını bir taraftan diğerine çevirdi. Daha sonra tahtaya uzandı, bir piyonu tuttu ve oyunun ilk hamlesini yaptı.
The Turk meydan okuyan tüm rakiplerini yendi ve kısa sürede kortta sansasyon yarattı. Kitleler robotun tüm bunları nasıl başardığını bilmiyordu. Bazıları manyetizma tarafından kontrol edildiğini düşünürken, diğerleri dolabın cüce veya çocuk operatörün saklanabileceği şekilde tasarlandığını iddia etti. Bununla birlikte teknolojik bir mucize olarak görenler de vardı. Bir gözlemci Kempelen hakkındaki yazısında "bu beyefendinin yaptıklarından daha üstün mekanik bilgisine ulaşmak imkansız görünüyor" dedi.
Satranç robotu dünyaya açılır
Kempelen 1774'te The Turk'ü emekliye ayırdı ancak Maria Theresa'nın halefi II. Joseph döneminde satranç robotuna olan ilgi yeniden canlandı. Joseph'in emriyle 1783'te Kempelen otomatı iki yıllık bir Avrupa turuna çıkarmak üzere yola koyuldu. Paris'teki ilk durağında, makine, dünyanın en iyi satranç ustalarından bazılarıyla karşılaştı. Hatta Amerika'nın Fransa büyükelçisi olarak görev yapan Benjamin Franklin'i bile yendi. The Turk oradan İngiltere, Almanya ve Hollanda üzerinden seyahatlerine devam etti. Her durakta rakiplerinin çoğunu yendi ve nasıl çalıştığını açıklamaya çalışan tüm bilim adamlarını şaşırttı.
Kempelen 1804'te öldü ancak The Turk daha sonra Johann Maelzel isimli şovmen bir Alman mucit tarafından satın alındı ve hayatının geri kalanında onunla birlikte gezdi. Maelzel, rakibin kralı yenildiğinde otomatın "şah!" demesini sağlayan mekanik bir ses kutusu takarak gösterisine biraz daha yetenek kattı. Ayrıca maçları reklam ve gazete makaleleriyle tanıtmaya başladı. Maelzel'in en büyük başarısı The Turk ile Napolyon Bonapart arasındaki 1809 yılında Viyana'da yapılan maçla geldi. Fransa imparatoru oyun sırasında birkaç kural dışı hamle girişiminde bulundu ancak otomat her seferinde başını sallayarak parçayı olduğu yere geri yerleştirdi. Hilesi işlemeyen Napolyon sonunda maçı kaybetti.
Maelzel daha sonra 1826'da The Turk'ü ABD'ye getirdi. Önce New York'lu izleyicilerin gözlerini kamaştırdı, ardından büyük Güney turuna çıkmadan önce Boston ve Philadelphia'da göründü. Edgar Allan Poe isimli genç bir yazar The Turk Virginia'ya geldiğinde seyretmek üzere gitti ve sonraki makalesinde satranç robotunun gizli bir insan operatör tarafından yönetildiğini ve hileli olduğunu iddia etti. "Çok kesin," diye yazdı ve ekledi "otomatın hareketleri insan tarafından kontrol ediliyor, başka hiçbir şey değil."
Poe, The Turk'ün kesin olarak hileli olduğunu iddia eden ilk kişi olmadı. 1780'lerdeki ilk gösterilerinden bu yana makineye şüphe duyanlar, kendi başına satranç oynadığı iddiasını reddeden broşürler dağıttılar. Poe ve İngiliz yazar Robert Willis gibi bazıları, bir satranç ustasının kabinin içinde saklandığını ve The Turk mankeninin içine girerek oyunu kontrol ettiğini iddia etti.
The Turk nasıl çalışıyordu?
Eleştirmenler The Turk'ün insan operatör tarafından kontrol edildiği konusunda haklıyken, hiçbiri aldatmacanın nasıl çalıştığını tam olarak açıklayamadı. Makinenin çarkları ve kranklarının hepsi kabinin içinde sadece bir kısma kadar uzanan yanılsamalardı. Böylece içeride bir satranç ustasının oturabileceği kadar küçük bir alan oluşuyordu. Kempelen veya Maelzel, iç kısımları izleyiciye sergilemek için dolabın kapılarını açtıkça, operatör mekanik kayar koltuğu kullanarak kendini gizliyordu. Oyun başladığında ana bölmedeki açık alana yerleşiyor, bir mum yakıyor ve satranç parçalarının tabanındaki mıknatısları takip eden sarkık metal disklere bakarak oyunun gidişatını izliyordu. Operatör, hareketini yapmak üzere bir dizi kolu kullanarak The Turk'ün kolunu hareket ettiriyor ve parmaklarını açıp kapatıyordu.
Tüm bu mekanik işlemleri yürütecek kadar yetenekli bir insan bulmak kesinlikle kolay iş değildi, ayrıca satrançta usta olan bir operatör bulmak daha da zordu. Kempelen ve Maelzel ya seyahatleri sırasında işe aldıkları ya da sahte arkadaşları olarak yanlarında getirdikleri uzman oyunculara güveniyordu. The Turk'ün Amerikan turu sırasında Maelzel, kabinde saklanmadığı zamanlarda kişisel sekreteri gibi rol yapan William Schlumberger adında bir Avrupalı satranç ustasını kullandı.
65 yıl boyunca kimse The Turk'ün sırrını tam olarak çözemedi. Ancak 1838'de Maelzel'in Küba'dan Amerika Birleşik Devletleri'ne yaptığı okyanus yolculuğu sırasında ölmesiyle satranç robotu yanlış ellere düştü. Otomatı, nasıl çalıştığını ortaya çıkarmak isteyen bir grup satın almıştı. John Kearsley Mitchell adlı doktor tarafından yönetilen grup, otomatı birkaç ay boyunca Philadelphia'da sergiledi ve sonunda şehirdeki Çin Müzesi'ne bağışladı.
The Turk, krallarla ve kraliçelerle tanışmış ve şanlı kariyeri boyunca binlerce insanı şaşkına çevirmişti, ancak Çin Müzesi'ne gönderildikten sonra büyük ölçüde unutuldu. Müzenin alev aldığı 5 Temmuz 1854 gecesi Mitchell'in oğlu Silas bölgeye koştu ancak geldiğinde alevler halihazırda 85 yaşındaki satranç oyuncusunu kül etmişti. Silas Mitchell, The Turk'ün tüm sırlarını açığa çıkaran ilk makaleyi kaleme aldı. Makalede, otomat yanarken ses kutusunun alevler boyunca "şah!" dediğini duyar gibi olduğunu yazdı.