Sözcükler yalnızca birkaç kez tekrar edildiğinde anlamını kaybeder ve deneyimsel anlamda soyut ses haline gelir. Bu durum bilişsel bir işlem hatası gibi gelse de bazı bilim adamlarına göre bu deneyim bize zihnimizin aslında dış dünyayı nasıl algıladığını açıklıyor. Bu tuhaf etki ilk kez 1900'lerde tanımlandı ve ciddi olarak 1960'larda incelendi. Adına çağrışımsal doygunluk veya semantik doygunluk denir.
Beynin Güç Tasarrufu
Duyusal sinyaller beynimizin kavram ve kategorilerle ilgili belirli bölgelerini harekete geçirir. Bir sözcüğün sesi böyle bir sinyaldir. Beynin o bölgesindeki hücreler bir kez çalıştıktan sonra hücreleri ikinci kez çalıştırmak daha fazla enerji gerektiriyor. Bir sözcüğü tekrar tekrar duydukça onu anlamlaştırmanın enerji gereksinimi yükseliyor ve sonunda hücreler artık neredeyse devreye girmiyor.
Beynimiz bu yüzden devamlı maruz kaldığı uyaranlara daha dirençli hale gelir. Bir araştırma bu olguyu ünlü bir çalışmada gösterdi: Araştırmacılar uyuyan bir kediye yüksek sesle seslendiğinde kedi ayağa kalkar ve hemen uyanır. Ancak kedi her uykuya daldığında tekrar yüksek ses çalmaya devam edilir ve kedinin tepkisi her seferinde azalır, sonunda neredeyse tepki göstermez. Araştırmacılar tonu değiştirdiğinde ise kedi ilk kez duyuyormuş gibi tepki verir.
İnsanlar için hiçbir sözcük semantik doygunluktan muaf değil ve bir sözcüğe ilişkin kavramların duygusal gücü o sözcüğün anlamının kaybolma süresini uzatabiliyor. "Vazo" gibi bir sözcüğe kıyasla "ülke" gibi bir sözcüğün duygusal gücü yüksektir ve sözcükle ilgili anılar beynin sözcükten kopmasını erteler. Vazonun beyinde canlandırdığı sinyaller ise olasılıkla dardır. Anlamsal doygunluğu etkileyen bunun gibi olgular fobilerin ve konuşma kaygısının tedavisinde ele alınır.
Algımızı Yeni Bilgilere Açıyor
Görünüşe göre, sözcüklerin tekrar edildikçe anlamını yitirmesi bize insan beyninin çevreyi nasıl algıladığını anlatıyor. Beyin çevreye dair yeni bilgiler işledikçe bunları kenara atar. Semantik doygunluk gibi buna da sinirsel alışkanlık deniyor ve beynin, önceden deneyimlenmiş şeylere karşı bilişsel işlem kapasitesini düşürdüğünü anlatıyor. Bu enerji tasarrufu, beynin alışkanlık haline gelmiş olgulara müdahalesini azaltır ve böylece algımız yalnızca yeni olan bilgilere odaklanır.
Aşırı Duyusal Yük
Semantik doygunluk aslında her tür duyusal sinyalle gerçekleşebiliyor. Örneğin bir süre merkez noktaya odaklanmanızın istendiği bu optik illüzyona bakın. Çizgiler merkeze doğru hareket eder ve bakışınız içe doğru çekilir. Bir süre sonra bu hareketli çizgilerin yerini bir heykel alır ve heykeli dışa doğru genişliyormuş görürsünüz. Çevrenize bakarsanız her şey genişliyor görünür.
Bu illüzyon beynin bu içe doğru hareketi göz ardı etmesini sağlıyor. Ekrandaki heykel veya çevredeki nesneler genişliyor görünür çünkü dışa doğru hareketi algılayan beyin hücreleri, içe doğru hareketi algılayan hücrelere (artık yorulan) baskın olmuştur. Buradaki avantajsa, içe doğru harekete doyan beynin dışa doğru hareketi algılamaya daha hazır olmasıdır: Etrafınızda gerçekten dışa doğru hareket eden şeyleri artık daha hızlı algılarsınız.
Beyinde bu optik yanılsamaya neden olan görsel bölüm aslında sesleri algılayan aynı bölgelerde bulunuyor. Bu da tekrar edilen sözcüklerin neden anlamını kaybettiğinin bir başka açıklaması. Semantik doygunluk, sürekli duyusal girdi bombardımanına tutulduğumuz dünyada zihnimizin geliştirdiği bir tekniktir. Önemli olmayanı filtrelemeyi sağlar. Eğer o olmasaydı dünya çok daha kafa karıştırıcı bir yer olurdu.
Kaynaklar: