Kalküta Kara Delik Olayı tarihte pek bilinmeyen bir hikayedir. O günü anlatan bir yazı okuyacaksınız. Kimileri ellerinde tüfekler, kimileri de palalar ve sopalar taşıyan askerlerin tehdidi altındaki perişan tutsaklar, Kara Delik olarak bilinen küçük ve kasvetli hücreye doğru sıra halinde ve çaresizce yürüyorlardı. İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası'nın askerleri ve sivil memurları, garnizonlarına saldıran 50.000 kişilik Bengal ordusunun tutsakları olmuşlardı.
Kalkütanın saldırıya uğraması
Kalküta'daki ilk yerleşim 1690'da İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin kurduğu ticaret üssüydü. Çok geçmeden Bengal Körfezi'nden 145 km içeride, Hugli Irmağı'nın kıyısındaki bu stratejik noktadan pirinç, kaya tuzu, şeker ve Bengal ile Kuzey Hindistan'dan gelen dokumacılık ürünlerinin ihracatı yapılmaya başladı. Ticaret Kalküta'ya refah getirdi. Ancak kasaba büyüyüp önem kazanırken dikkatlerinin de odak noktası haline geldi.
1756'da Bengal nevabı, 24 yaşındaki Sirâcüddevle Doğu Hindistan Şirketi'nin kendisinden izin almadan Kalküta çevresindeki savunma hattını güçlendirdiğini duyunca küplere bindi. Şirket yetkilileri tahkimatın Nevab'a değil, bölgedeki Fransız güçlerine karşı olduğunu boş yere anlatmaya çalıştılar. 1668'de Hindistan'a gelen Fransızlar, XVIII. yüzyılın ortalarında artık oradaki İngiliz hakimiyetine kafa tutuyorlardı.
Fort Williams'taki garnizon yaptığı tahkimatı yıkmayı reddedince Nevab daha da kızdı. Ayrıca Kalküta'da mücevherler ve altından oluşan muazzam bir de hazine olduğuna inanıyordu ve bu serveti zorla almaya karar verdi. Önce Kalküta'nın 177 km kuzeyinde, Mürşidabad yakınlarındaki İngiliz fabrikasını ele geçirdi. Doğu Hindistan Şirketi'nin "her koşulda barış" teklifini gözardı edip, İngilizlere bir ders vermek kararlılığı içinde ordusuyla beraber Kalküta'ya yürüdü.
Tutsakların Kara Delik'e gönderilmesi
20 Haziran 1756'da, o cumartesi gecesi hücreye tıkılan ilk kişi olan John Zephaniah Holwell "Adamlara mutlak bir ölüme gittiklerini söyleyecek zaman yoktu" diyordu. "Ne kadar umutsuzca da olsa, Bengal askerlerinin üstüne atılmanın ve kendi tercihimizle paramparça edilmenin, o hücrede başımıza geleceklerden daha iyi olacağını söyleyebilecek bir ses yoktu." Holwell arkasındakilerin yüklenmesiyle hızla ileri doğru itildi ve karanlıkta hücrenin içine girdi. Sendeleyerek iki küçük pencereden daha yakınındakine varıp bütün gücüyle parmaklıklara yapıştı. Arkasında, daracık kapıdan gittikçe daha fazla insan iteklenerek pis kokulu hücreye tıkılıyordu.
Tutsakların çilesi aynı günün sabahında, Bengal nevabı, yani hükümdarı Sirâcüddevle'nin şiddetli bir kuşatma sonrası ordusuyla Kalküta'yı ele geçirdiğinde başlamıştı. Fort William'da konuşlanmış 500 kadar asker ve sivil memur, sayıca çok üstün olan muazzam bir Hint ordusuna karşı dört gün boyunca direndi. Vali Roger Drake, garnizon kumandanı Yüzbaşı George Minchin ve kıdemli subayların büyük bölümü kuşatmanın ortasında Hugli Irmağı'ndaki teknelere binip kaçarak şehri terk ettiler.
Kalenin baş yargıcı olarak Holwell'den komutayı alması istendi ve son iki gün boyunca savunmayı o yönetti. Ancak sonunda cephaneleri tükendi ve teslim olmak zorunda kaldılar. Kısa sürede şehri işgal eden Nevabın askerleri hayatta kalan İngilizleri tören meydanında topladı. Ne var ki meydanda bekledikleri sırada Hintli bir asker, kumpanyanın Hollandalı paralı askerlerinden biriyle tutuştuğu sarhoş kavgası sırasında vurularak öldürüldü. Bunun üzerine Nevab Sirâcüddevle tutsakların geceyi eskiden sarhoşluk yüzünden cezalandırılan askerlerin kapatıldığı ve halk arasında "Kara Delik" olarak bilinen hücrede geçirmelerini emretti.
Bengal'in 32 dereceyi aşan sıcağında Kara Delik bu kasvetli ve rutubetli gecede dehşete düşmüş insanlarla tıklım tıklım doluydu. Bazıları sayılarının 145 kişiyi bulduğunu söylüyordu ve aralarında bir de genç kadın vardı. Dalga dalga itilerek içeri doluştular. Bazıları yere düşerken, arkadan gelenler minicik pencerelere doğru atılıp ayaklar altında ezildiler. Holwell, "Gireli daha birkaç dakika bile olmamışken herkes öylesine ter içinde kaldı ki, insanın aklı almaz" diye anlattı.
Ayakta ölüm
Sıcaklık öylesine şiddetliydi ki bazıları giysilerini yırtarak çıkarıp üç köşeli şapkalarıyla yelpazelendiler. Bazıları güçten tasarruf etme için çömeldiler. Ancak şapkalarını kaldıranların çoğu kollarını bir daha indiremediler ve öylece ayakta, kolları başlarının üstünde öldüler. Çömelenler de bir daha doğrulamayacak kadar takatsizdiler ve kısa sürede havasızlıktan boğuldular.
John Holwell çilenin başlamasından bir saat sonra akşam 21.00 sularında tutsakların yaklaşık yarısının ölmüş olduğunu tahmin etti. Kumpanyada görevli denizcilerden birinin karısı olan 16 yaşındaki Mary Carey'nin hücrenin karşı duvarının önünde gözden kaybolduğu fark edildi. Genç kadın orada duvar boyunca uzanan ve mahkumların yatması için yapılmış bir setin üstüne, kocasının yanına çıktı. Hala hayatta olanlar gerçeklik duygularını tamamen kaybetmiş, inliyor, hayaller görüyor, sürekli yalvararak su istiyorlardı. Muhafızlardan biri tutsakların haline acıyıp dışarıdan kırbalarla su getirtti ve tutsakların parmaklıklardan uzattıkları şapkalarına doldurdu.
Saat gece 23:00 olduğunda cesetler neredeyse Holwell'in dizlerine kadar yığılmıştı. Holwell "bastırılamaz bir susuzluk nöbeti içinde" diğer bazı tutsakları örnek alarak kendi idrarını içmeye çalıştı. Ne var ki tadını son derece acı buldu ve ikinci yudumu alamadı. Bunun yerine, gömlek kollarından terini emerek susuzluğunu bastırmaya çalıştı. Hücreyi kaplayan ter, idrar ve kusmuk kokusu artık çok şiddetliydi ve parmaklıklardan meşale tutup halleriyle eğlenerek kahkahalar atan gardiyanların davranışları çektikleri çileyi daha da artırıyordu.
Kalküta'nın kapısı açılıyor
Holwell'in saatine göre sabaha karşı 02:00 sularında Peter Carey karısının kollarına yattı, sertçe nefes verdi ve öldü. Az sonra Holwell da bir ceset yığınının üstüne uzandı, bir an önce ölüp de kurtulmak için Tanrı'ya dua etti. Sonraki birkaç saat boyunca öylece bilinçsiz yattı. Şafağa doğru hayatta kalan tutsaklar ceset kokusundan sersemlemiş bir halde muhafızlara kapıyı açmaları için yalvardılar.
Yakarışları fayda etmedi. Kumpanya katiplerinden Henry Lushington çaresizlik içinde bilincini kaybetmiş olan Holwell'i pencerelerden birinin önüne sürükledi. Temiz havanın başyargıcı ayılttığını görünce rahatladılar. Uzun yakarışlardan sonra sonunda bir subay gelip Nevab'ın tutsakların serbest bırakılmasını emrettiğini bildirdi. Kapının arkasında o kadar çok ceset yığılmıştı ki, hayatta kalan güçsüz ve bitkin adamların cesetleri geri çekerek kapıyı aşmayı başarması upuzun ve eziyet dolu bir 20 dakika sürdü.
Kapı sonunda sabah 06:00 sularında açıldı. On saatlik tutsaklığın ardından hayatta kalabilen 22 erkek ve tek kadın Mary Carey sendeleyerek gün ışığına çıktılar. Geriye cesetlerden kurtulmak kaldı. Holwell daha sonra "Askerler cesetleri o delikten sürükleyerek çıkardılar" diye yazacaktı… "ve inşa halindeki bir setin içine atıp üstünü toprakla örttüler."
Kara Delik'te neler olduğunu kim anlattı?
Kalküta Kara Delik Olayı'nın en bilindik anlatımı, felaketi tam olarak ve birinci ağızdan anlatan tek kişiye, John Zephaniah Holwell'e dayanmaktadır. Holwell, Fort William'ın İrlanda doğumlu baş yargıcı ve İngiliz Doğu Hindistan Şirket'nin yönetim kurulu üyesiydi.
Holwell olaydan iki yıl sonra 1758'de Kara Delik'teki Ölümlerin Gerçek Hikayesi adını verdiği anılarını yayımladı. Burada Kara Delik'e atılan 146 kişiden ancak 26'sının hayatta kaldığını anlatıyordu. Aralarında Mills adlı bir yüzbaşının bulunduğu bazı subaylar onun anlattıklarını doğruladılar: "Geriye kalanların çoğu 144 kişi olarak Kara Delik'e tıkıldılar… bunların 120'den fazlası feci biçimde boğularak öldü."
Yıllar içinde bu anlatımlara karşı çıkanlar oldu. Tarihçiler bu kadar küçük bir alana 140 kişi insanı sığdırmanın olanaksız olduğunu öne sürdüler. Aynı zamanda hücrenin, Holwell'in sürekli saatine bakıp her saat başı neler olduğunu gözlemleyemeyeceği kadar karanlık ve sıkışık olması gerektiğini söylediler. Daha sonra Holwell'in zindana atılan tutsakların sayısını abarttığı iddia edildi. Hintli yazar Drijen Gupta 1959 tarihli bir araştırmasında Kara Delik'teki toplam tutsak sayısının yalnızca 64 olduğunu ve bunlarında 21'inin hayatta kaldığını tahmin etti.
İngilizler Kalküta'yı nasıl geri aldılar?
Kalküta'nın kaybedilmesinden dört ay kadar sonra, Doğu Hindistan Şirketi'nin ordusunun komutanı Robert Clive şehri geri almak ve İngilizlerin bölgedeki hakimiyetini tekrar tesis etmek üzere yola çıktı. Kurtarma harekatı Kalküta'nın 1280 km güneybatısındaki Madras'tan başladı ve Ocak 1757'de şehri geri aldılar. Clive Nevab'dan İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin zararını karşılayacak bir tazminat istedi. Bunun yanı sıra şirket için güvence sağlamasını ve tahkimatı güçlendirmeye izin vermesini talep etti.
Ancak bunlar bile Clive'ı tatmin etmedi. Fransızların Hindistan'daki iddiaları doğrultusunda destek verdikleri Nevab'ı kesinlikle yenmek istiyordu. Savaş 22 Haziran 1757'de, Bengal'deki Plassey Köyü yakınlarında gerçekleşti. Clive 3250 askeriyle, Fransız topçularının desteğini de almış olan Nevab'ın 50.000 askerini püskürttü. Sirâcüddevle Mürşidabad'daki sarayına kaçtı ve anlatılanlara göre orada banyodayken katledildi. Cesedi ertesi gün bir filin sırtında şehrin sokaklarında dolaştırıldı. Kesilmiş kafası bir mızrağın ucunda filin yanı sıra taşınıyordu.
Clive neyi başardı?
Clive'ın Plassey'deki zaferi onu Bengal'in hakimi yaptı. Vali atandıktan sonra yaşlı General Mir Cafer'i eyaletin nevablığına getirdi. İkili Bengal ordusunu ve ekonomisini birlikte yönetmeye başladılar. Clive Şubet 1760'ta, şanının doruğunda İngiltere'ye döndüğünde Mir Cafer'in konumu sağlam görünüyordu.
Ancak dört yıl sonra durum tamamen değişmişti. İngiliz karşıtı Mir Kasım Mir Cafer'i devirmiş, sonra da Babürlü hükümdarı Şah II. Alem'le ve Ayodhya'nın Moğol valisiyle güç birliği yapmıştı. Böylece oluşturulan birliğin ordusu, hep birlikte Bihar eyaletindeki Baksar'da Doğu Hindistan Şirketi'nin ordusuna karşı çıktı.
22 Ekim 1764'teki Baksar Çarpışması Mir Kasım ve müttefiklerinin ağır yenilgisiyle sonuçlandı. Bu zafer Hindistan'ın en zengin eyaletleri olan Bengal ve Bihar'da İngiliz hakimiyetini, Plassey Çarpışması'ndan daha kesin şekilde tartışılmaz hale getirdi.
Bu arada, Clive Doğu Hindistan Şirketi'ndeki yaygın yolsuzluk ve ordunun itaatsizliği hakkındaki raporlardan rahatsız olup ikinci dönem için Bengal valiliği yapmayı kabul etti. Kendi hesaplarına ticaret yapan Doğu Hindistan Şirketi çalışanları, tüccarlar ve acentelerinden rüşvet ya da "armağan" kabul ediyorlardı. Clive, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi'nin Bengal ve Bihar'a hükmetmeyi sürdürmesi ancak idareyle büro işlerinin Hintlilere ait olması nedeniyle bir "ikili yönetim" sistemi kurdu.
Robert Clive Ocak 1767'de Kalküta'dan ayrıldığından kamu hizmetlerini düzeltmiş ve askeri disiplini sağlamıştı. Ancak Londra'da kendisini, tam da silmeye kararlı olduğunu beyan ettiği türden yolsuzluklarla suçlayan güçlü düşmanlar edinmişti. Clive 1773'te Parlamento'da kendini savundu, bir "koyun hırsızı gibi" sorgulandığından yakındı. İsmini temize çıkardı, ancak daha sonra, daha 49 yaşında (sağlığı iyi değildi, karamsardı ve afyon bağımlısıydı) Londra'da evinde intihar etti.
Fırsatlar diyarı Hindistan
Hindistan'daki İngiliz hakimiyetinin temelleri, XVI. yüzyılda Portekizliler tarafından başlatılan Doğu Hindistan baharat ticaretinden pay almak üzere 1600'de Londra'da kurulan bir şirket tarafından atıldı. Şirketin ticari ve siyasi gücü artarken, şirket Hindistan'ın büyük bölümünü yönetmeye başladı ve pek çok yöneticisine büyük karların yanı sıra bazen de rahat bir yaşam sundu.
Doğu Hindistan Şirketi'nin çalışanları düşük maaşlarına rağmen kişisel servet edinebiliyorlardı. Zenginliğin cazibesi pek çok genç adamın geleceği Doğu'da görmesine yol açıyordu. Bunlardan biri olan Alastair Dalrymple isimli 17 yaşındaki bir İskoç genci 1752'de şirkete katıldı. Şöyle yazıyordu: "Vali olabilirim. Olamasam da, beni bir centilmen gibi yaşatacak bir servet edinebilirim."