Watergate skandalından sonra istifa eden Richard M Nixon'dan, görevden alınan Andrew Johnson'a kadar Amerika'nın en itibarsız beş başkanını bu yazıda kısaca ele alıyoruz.
Richard M Nixon (1969–74)
Watergate skandalı, Nixon'ın başkanlığını ve karakterini sonsuza kadar etkileyecekti. Kendi işlerini görürken yararlandığı tek eylemi, yalanlar ve örtbas etme işiydi. Televizyona çıkıp "Ben sahtekar değilim" demek durumundaysanız, durumun ciddi olduğunu da bilmeniz gerekir. Dolayısıyla bu durum Washington Post'u çığır açan araştırmacı gazeteciliğe teşvik etmişti. Ardından başlatılan bir kongre soruşturmasıyla, Nixon şimdiye kadar başkanlık görevinden istifa eden tek başkan oldu.
Ancak Watergate sadece kendi başına görünen bir sorun değil, bir semptomdu. Nixon, Watergate'ten çok önce beklenmedik düzeyde nefret edilen bir politikacıydı. Aslında ana sorun, yalancı, kendini beğenmiş ve paranoyak kişiliğiydi. Liberaller, Nixon'ın 1960'ların sonlarında yaşanan şoklardan –Martin Luther King ve Bobby Kennedy suikastları ve Vietnam'daki savaşla ilgili derin ayrışmalardan– yararlandığını fark etmişti. Yani insanların korkularını tekrar tekrar tetikleyerek kazanıyordu. Nixon'ın "güneyli stratejisi", Güney'de Cumhuriyetçi Parti'ye destek kazandırmayı amaçladı. Çünkü siyahların özgürlük mücadelesinin ardından, beyaz seçmenler yeni oy hakkına sahip Afro-Amerikalılardan çekiniyordu. Dolayısıyla Medeni Haklar Yasası üstünde siyaset yapan Demokratlardan uzaklaşmışlardı.
Dönemin ilk Gonzo gazetecilerinden Hunter S Thompson'ın bir defasında ifade ettiği gibi, "Nixon, Amerikan karakterinin, dünyadaki hemen hemen her ülkenin uzak durduğu ve küçümsemesini öğrendiği o karanlık, rüşvetçi ve tedavi edilemeyecek kadar şiddet içeren yanını temsil eder."
James Buchanan (1857-1861)
"Eski Devlet Görevlisi" olarak tanınmaktan hoşlanan, kirli suratlı bir insan olan Buchanan, 1856 seçimlerinde Demokratlardan aday olma hakkını kazanmadan önce bir ömür boyu kamu görevinde bulunmuştu. Kendisinin seçilmesindeki temel nokta, köleliğin yayılmasıyla ilgili yaşanan krizdi. O da bununla ilgili onlarca yıldır sesini çıkarıyordu. Ancak, 1854'te 34 yıllık bir anlaşma (Kölelik karşıtı Kuzeyliler tarafından "kutsal bir sözleşme" olarak bilinen), Demokratların kontrolündeki Kongre'nin etkisiyle bozuldu. Yasa tasarısının içeriğine göre, Kansas ve Nebraska'nın yeni bölgelerinde köleliğin kanunen serbest bırakılmasına imkan tanınacaktı.
Kansas-Nebraska Yasası'ndan kaynaklı siyasi etkinin sonuçları çok dramatikti. Bir siyasi partinin – Whiglerin – tarihten silinmesine ve bir başka önemli partinin ortaya çıkması sağlanmıştı. Bu parti kölelik karşıtı Cumhuriyetçilerdi. Buchanan, özgür bir eyalet olan Pennsylvania doğumluydu. Ancak güneylilerle bağları fazla yakındı. Yaraları sarabilecek ve devletin temellerini sağlamlaştırabilecek bir adam olarak ilgi görüyordu. Fakat ilginç şekilde aldığı her karar işleri daha da kötüye götürdü. Yüksek Mahkeme'nin 1857'de verdiği ve Kongre'nin köleliği herhangi bir ABD bölgesinde yasaklamaya yetkisinin olmadığını hükmeden karar işleri iyice bozdu. Bu karar günümüzde Dred Scott Kararı (Dred Scott decision) olarak biliniyor ve başkanın direkt etkisi oldu. Daha sonra, köleliği destekleyen bölgedeki oylamalarda çok açık bir şekilde hile yapılmasına rağmen, Kansas'ı bir köle devleti olarak kabul etmek için çabaladı.
Buchanan, diğer Kuzeyli Demokratlara tamamen uzaklamıştı ve partide yalnızca Birlik'ten ayrılmak isteyen güney odaklı bir bölünmeye yöneldi. Ve ardından, görev süresinin son aylarında, yedi kölelik yanlısı devletin ayrılıp rakip bir Konfederasyon kurmasına ses çıkarmamasıyla dikkat çekti. Buchanan gerçekten de yetkilerini kullanmadan öylece bekledi. Yalnızca hafif bir tonda ayrılmanın yasadışı olduğunu söyleyip durdu. Özellikle bu konuda hiçbir şey yapma yetkisinin olmadığını iddia etti. Hayatının geri kalanını kendisini takip eden çok az bir muhabir grubuna kendini acındıran mektuplar yazarak geçirecekti.
Andrew Jackson (1829–37)
Jackson göreve geldiğinde, Beyaz Saray'da herkesin davet edildiği bir parti düzenledi. İnsanlar bu önemli yeri adeta çöp kutusuna çevirdiler. Öyle ki hatıra olarak perdelerden parçalar bile kopardılar. Bu yaşananlar, Jackson'ı eleştirenlerin en büyük korkularını doğrular nitelikteydi. Jackson'ın korkunç geçen bir seçimde mağlup ettiği John Quincy Adams, Jackson'ın kazanmasından o kadar tedirgin olmuştu ki, göreve başlama törenine katılmayı istemedi. Dolayısıyla halefinin ve ülkesinin en önemli gününü boykot eden tarihteki ilk başkandı. Bağımsızlık için savaştığı toprakların, (özellikle babası John Adams) yeni bir savaş yaşayacak olmasından korkan Massachusettsli bir aileden gelen Adams gibi adamlar, Jackson'ı saygısız, değerleri olmayan bir demagog olarak gördüler; Napolyon tarzında bir tiran ve anayasanın veya hukukun üstünlüğünün hassas noktaları kontrol ve denge mekanizmalarına saygısı olmayan bir adamdı.
Alt tabakadan yani eğitimsiz kesimden yükselen ilk başkan olan Jackson, 1815'te New Orleans savaşında İngilizleri mağlup eden general olarak tanındı. Daha önceleri Tennessee'de (1803'te) bir köle plantasyonu satın alması ve yüksek profilli bir düelloya (1806'da Charles Dickinson ile) katılmasıyla biliniyordu. New Orleans savaşından sonra Seminole Kızılderilileriyle savaşarak daha fazla ününü daha da genişletti. Ciddi bir Kızılderili karşıtıydı.
Jackson Ofis'te, başkanın şimdiye kadar kullanılmamış veto yetkisinin bağımlısı olmuş durumundaydı. Kongre'nin yeni yollar inşa etmesine veya su kanallarına para harcamasını engelledi ve para arzını düzenlemekten ve gerektiğinde borç veren Amerika Birleşik Devletleri Bankası ile sözleşmesini yenilemedi. Karşılaştığı siyasi zorluklar ne olursa olsun, dili bozuk ve sertti. Amerikan Birleşik Devleti Bankası yöneticilerine, "Siz bir engerek ve hırsız yuvasısınız," diye yazdı. "Sizi gömme niyetindeyim ve sonsuz Tanrı adına sizi yok edeceğim". Görevden ayrıldığında, Amerika'nın hatırlayabileceği en derin ekonomik durgunluk yaşandı.
Warren G Harding (1921–23)
Nixon gibi, Harding'in de yönetiminin skandallarla gölgelenen etkileyici bir hikayesi var. Ancak Harding, Tricky Dicky (Richard Nixon'ın lakaplarından)'den çok farklı bir kişilikti: aydınlık, cana yakın ve herkesle iyi geçinmeye öncelik veriyordu. Yozlaşmaya başlaması, kendini eski dostlarıyla kapatmış olmasından ve görünüşe göre asla kimseye karşı çıkamıyor olmasının bir sonucuydu.
Harding'in 1920'de Cumhuriyetçilerin adayı olmasının tek nedeni, kongrenin çıkmaza girmesi ve delegelerin ona – Ohio'dan tanınmayan genç bir senatör – ne yapacağı belirsiz bir kişi olarak bakmasıydı. Harding seçimlerde, günümüzde siyasi jargonda yer edinmiş bir şekilde yanlış konuştu ve seçmenlere "A return to normalcy (normallik)" adı verilen bir şeye geri dönme sözü verdi. Kullandığı neolojizm çok etkileyici oldu. Çünkü Harding'in çağrısı küçük kasaba değerlerine geri dönmek ve en önemlisi Amerika Birleşik Devletleri'ni Milletler Cemiyeti'ne sokmada başarısız olan Woodrow Wilson'ın büyüklüğünü ve hayalciliğini unutturmak anlamını taşıyordu.
Önceki başkanın aksine, Harding'in en büyük destekçileri bile kendisini zeki veya yaşadığı dünyanın üstünde yetkin biri olarak tanımlayamazdı. Ancak Harding'i bir başarısızlık örneği olarak gösteren şey – neredeyse günümüzdeki tüm araştırmacıların "en kötü" başkanlara ilişkin hazırladığı yazılarda en altta yer almasını sağlayan şey, onun Beyaz Saray'daki ahlak sınırını aştığı yönündeki durumuydu. Poker oynamayı ve kadınlarla vakit geçirmeyi severdi ama ülkeyi yönetmekle neredeyse ilgilenmezdi. Kabinesi ve resmi atamaları, birkaç akrabası da dahil olmak üzere Marion, Ohio'dan büyük bir eski arkadaşlar topluluğunu içeriyordu. Bu insanların çoğu, rüşvet alarak kişisel servet elde etmişlerdi. Bu sonuç hem kongre üyelerini hem de dünya çapında Washington'ı takip eden gazetecileri, sahip oldukları ofislerin sorumluluklarını bilmemeleri ve yüksek cehaletleriyle şaşırtmıştı.
Harding yönetiminin en inanılmaz skandalı, devlet arazilerinde petrol çıkarmak için verilen ruhsatların yasa dışı şekilde satışıydı. Ancak bu ve devlet yönetimini ne kadar fütursuzca kontrol ettiğine dair tüm kanıtlar, Harding 57 yaşında bir beyin kanamasından öldükten sonra ortaya çıktı. Sakin birisi olduğu için derinden yas tutuldu; savaş sonrası dönem için bir "barış adamı" olarak bilinirdi. Watergate skandalının merkezindeki Nixon'ın yardımcısı olan John Dean, onu aklamak için yaptığı son birkaç güzelleme yapmıştı. Fakat hiçbir başkan öldükten sonra Harding kadar itibarlarında böylesi bir çöküş yaşamadı.
Andrew Johnson (1865-1869)
Temsilciler Meclisi tarafından görevden alınan iki başkandan biri (Diğeri Bill Clinton) olan Andrew Johnson'ın kendisine duyulan güvensizlik ve siyasi kutuplaştırma yöntemleri, başkanlığını baştan sona bir felakete dönüştürdü.
Johnson hiçbir zaman seçilmiş başkan olmadı; Abraham Lincoln, 1865 Kutsal Cuma günü Ford Tiyatrosu'nda suikast ile öldürüldü. Ardından tam da Amerikan İç Savaşı bitmek üzereyken Ofis'e yükseldi. Johnson, önceki Kasım ayındaki başkanlık seçimlerinde Lincoln'ın aday arkadaşı olarak kişisel nitelikleri için değil, tamamen stratejik nedenlerle seçilmişti – kendisi Güneyliydi (aslında 17 yaşında Kuzey Carolina'dan Tennessee'ye taşındı) ama ateşli bir Birlik destekçisiydi. Partinin aday listesindeki varlığı, Lincoln'ın hareketinin sadece Cumhuriyetçi Partiyi değil, bir bütün olarak ulusu temsil ettiğini iddia edebilmesine imkan sağladı. Aslında hiç kimse onun gerçekten başkan olacağını aklından geçirmemişti.
Terzi olarak çıraklık yaptıktan sonra siyasete atılan fakir bir çocuktu. Fakat Johnson kendi eyaletinde köle sahibi seçkinlere karşı uzun yıllardır bir kızgınlık biriktirmişti. Bu nedenle, köle sahibi sınıfın gücüne hasar vermenin bir yöntemi olarak askeri eşit hakları desteklemeye gayret etti. Ancak diğer güneyli beyazlar gibi, Kongre'deki Cumhuriyetçilerin azat edilmiş kölelere haklar verme çabaları karşısında dehşete uğramıştı.
Johnson, tam da Güney'deki İç Savaş sonrası yeni yerleşim planı hazırlanırken göreve geldi. Neredeyse aldığı her karar, Afro-Amerikalıların köleliğin sona ermesinin ardından elde edecekleri her türlü eşitlik ve özgürlüğü engelliyordu. Johnson, Carolinas'taki eski kölelere yeniden verilen toprakların geri alınmasını istedi; yerinden edilmiş kölelere yardım etmeye çalışan bir Federal Ajansın kendi ömrünü uzatmaya yönelik bir tasarıyı veto etti; ve Kongre'nin siyahi insanlara vatandaşlık verme ve eşit oy hakkı için anayasal koruma dahil olmak üzere her gayretine yönelik sonuna kadar savaştı.
Rakibine karşı başlattığı "negatiflik (veya olumsuzluk)" kampanyasında Johnson, esin kaynağı olarak siyasi idolü ve Tennesse'li arkadaşı Andrew Jackson'ı gösteriyordu (Johnson gibi, Jackson da aslen Carolina'lıydı, fakat yükselişini Tennesse'de gerçekleştirmişti). Ancak Jackson'dan farklı olarak Johnson, Kongre'de kendisine karşı çıkan güçlü bir çoğunlukla karşı karşıya kaldı (ironik bir şekilde, 1864'te Lincoln'ın başkan yardımcısı olarak kendisine oy vermiş olmalarına rağmen).
Johnson, tamamen siyasi partizanlık nedenleriyle suçlandı: Ona herhangi bir Nixon tarzı, kronik yalancılığı nedeniyle veya hatta herhangi bir Hardingci adam kayırmacılığı ve kötü kararları nedeniyle değil, savaş sonrası Yeniden Yapılanma planlarına olan dogmatik muhalefeti nedeniyle karşı çıkıldı. Kısacası, Kongre'deki Cumhuriyetçiler, gündemlerini sabote etmeye çalıştığı için onu görevden almak istediler. Görevden alma suçlamalarının tamamı siyasiydi ve net şekilde Anayasa'nın "yüksek suçlar ve kabahatler" standardına uymuyordu.
Görevden almanın işleyiş şekli, Temsilciler Meclisi'nin görevden alma maddelerini hazırlaması ve oylaması ve "iddalar" Meclis'ten geçerse, başkanın Senato tarafından "yargılanması" şeklinde ilerliyor. 1868'de, aynı 1998'de olduğu gibi – bir başkanın görevden alındığı ve dolayısıyla bir Senato "yargılaması" ile karşı karşıya kaldığı bağımsız iki olay – başkan beraat etti. Dolayısıyla Johnson 130 yıl sonra Bill Clinton gibi görev süresini normal olarak tamamladı.
Johnson, Meclis suçlamasının ardından Senato tarafından görevden alınsaydı, Amerikan anayasasındaki güç dengesi derinden etkilenecekti. Çünkü kendisini görevden almak, ABD'yi, yürütmenin yasama organının keyfine göre hareket ettiği bir parlamenter demokrasiye benzetmek olurdu. Bu gerçekleşmedi, ancak Johnson'ın Kongre'yi neredeyse bu kadar aşırı bir yönteme mecbur bırakması tamamen zayıf liderliğinin bir kanıtı oldu.