Dünyanın Yaşadığı En Büyük Doğal Afetler

Dünya milyarlarca yıl boyunca sayısız felaket geçirdi. Bu yazıda kayıt altına alınan en büyük felaketleri listeledik.

lizbon deprem

"Tabiat Ana" benzetmesi çoğunlukla samimi, belirsiz hayali duyguları tetikler. Aklımızda neredeyse aşk dolu ve ferahlatıcı görüntüler oluştururuz. Mesela sabah şebnemiyle ışıldayan yeşil ve çimenlik bir bahçe veya güneşin üstümüzdeki mavi gökyüzünde günlük yolculuğuna başlarken, bir yandan içimize işleyen bir rüzgar.

Diğer taraftan Tabiat Ana, çok az uyarıda bulunarak veya hiç uyarı olmadan insanlığı birkaç saniye içinde binlerle, hatta milyonlarla ifade edebileceğimiz sayılarda öldürebilen, acımasız ve görünüş olarak psikotik, gerçek bir "Kötü Anne" olabilir. Bu kötülükleri doğal afetlerle, yani depremler büyük seller ve yangınlara yol açabilen ani olaylarla yapıyor. Hepsinin sonucunda telafisi imkansız manevi ve elbette maddi kayıplar oluşuyor.

Bu uzun yazıda dünya küresini derinden etkileyen doğal afetleri detaylıca anlatıyoruz.

İkinci Binyıl Thera (Santorini) patlaması

Thera patlamasından önce ve sonra Thera'nın şeklini gösteren çizim, Ege Denizi'ndeki modern Santorini / Kaynak Science Photo Library
Thera patlamasından önce ve sonra Thera'nın şeklini gösteren çizim. Diğer adıyla Ege Denizi'ndeki modern Santorini / Kaynak Science Photo Library

Thera patlaması MÖ 1642-1540 dolaylarında, bugün Yunanistan'ın Santorini adasında yaşandı ve kayıt altına alınmış, tarihin en güçlü volkanik patlamalarından biriydi. Öyle ki 1883'teki büyüleyici Krakatoa patlamasından dört kat daha etkiliydi. Thera adası tamamen parçalandı. Yakınındaki Arkotiri yerleşimini ve çevresindeki adalarda genişlemesini sürdüren Minos uygarlığını ortadan kaldırdı. Bu durum doğal bir felaketle ve deniz tarafından yok edilen Atlantis uygarlığı efsanesinin oluşmasına neden oldu.

Bununla beraber, efsanenin tarafını bir kenara bırakırsak, Thera patlaması yeryüzünün en etkili doğal afetlerinden biriydi. Sadece kendi çağına yönelik değil, arka arkaya tetiklediği etkileri nedeniyle, doğrudan bugün yaşadığımız dünyanın oluşmasını sağlayan bir nedensellik zinciri başlattı.

Thera ve çevresindeki adaların ani yıkımına ek olarak, patlama Girit'e büyük hasarlar veren güçlü tsunamiler başlattı. Minos uygarlığının gerileme dönemini başlattı ve toplumun nesillerini tüketti. O dönemde Minoslular, Akdeniz'in en büyük deniz kuvveti ve aynı zamanda Yunanistan ve Yunan dünyasını içine alan Ege'nin baskın gücüydü.

Ticaret kabiliyetleri olan Minoslar, Mısır ve Doğu Akdeniz'e yöneldiler ve bu medeniyetlerin etkisi altında kaldılar. Minoslular gelişirken, onların prangasındaki Ege dünyası da mecburen aynı tarafa yöneldi ve Mısır ve doğu medeniyetlerinden de kendisine esin kaynakları ediniyordu.

Thera patlaması Girit ve Minosluları kısa sürede zayıflattı. Çünkü Ege'de, anakara Yunanistan'da yaşayan Mikenliler tarafından doldurulacak bir güç boşluğu vardı. Girit'i ele geçirerek, Minosluları hızla yok etmeyi sürdürdüler ve Ege'nin karşı konulamaz gücü haline geldiler. Bununla beraber, Minosluların tersine, Mikenlerin gelir kaynakları Mısır ve Levant ile olan ticarete değil, Ege'ye, Küçük Asya'nın batı kıyısına ve Karadeniz kıyılarındaydı. Bu bölgelerde gelecekteki Yunan kolonizasyonuna zemin hazırlayacaktı.

Bu oryantasyon değişikliği Yunanlılar üzerindeki Mısır ve doğunun kültürel etkilerini önemli ölçüde sonlandırdı. Yunan dünyası Mikenler ortadan kalktıktan çok sonra gelişmişti. Artık bu medeniyetlerin uzantısı ve ileri karakolu olarak değil, Mısır ve Doğu Akdeniz'dekilerden farklı bir medeniyet ve kültür yapısı olacaktı.

Ve en önemlisi; batı uygarlığı eski Yunanlıların üzerine kurulduğu için, MÖ 2. binyılın ortalarındaki Thera patlaması olmasaydı, bugünkü batı uygarlığının ve bu uygarlığın modern dünya üzerindeki etkisinin var olmayacağı rahatlıkla iddia edilebilir.

Vezüv, MS 79

MS 79'da Vezüv'ün patlamasını gösteren Pompeii filminden bir kare
MS 79'da Vezüv'ün patlamasını gösteren Pompeii filminden bir kare

Antik çağın en bilinen doğal afetlerinden biri olan Vezüv Yanardağı'nın MS 24 Ağustos 79'da öğle saatlerinde patlaması, Avrupa'nın en güçlü volkanik patlamaları arasındaydı. Vezüv, Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarından 100.000 kat daha büyük bir şiddetle havaya uçtu. Bu patlama havaya 32 km yüksekliğinde zehirli gaz bulutu ile ölümcül etkisi olan kaya parçaları oluşturdu.

Gaz havaya yükselirken, yanardağ kraterinden saniyede 1,5 milyon tonluk bir hızla lav ve sıcak pomza akıyordu ve Vezüv'ün yanından aşağı doğru yol alarak yaşam alanlarını yok etti. Özellikle Pompeii ve Herculaneum'un da aralarında bulunduğu yakındaki kasabaları haritadan sildiği şüphesizdi.

Romalı bir yazar ve yargıç olan Genç Pliny, 24 km uzaklıktaki Cape Misenum'da yaşayan amcası, yaşlı Romalı Amiral Pliny'yi ziyaret etmek için yoldaydı. Amcası daha sonra kurtarma çalışmaları sırasında yaşamını yitirmiş olsa da, Pliny'nin yolculuk sırasında gördüğü olayları ve afetin en iyi yazılı anlatımını içeren ilk görgü tanıklarının ifadelerini ayrıntılı şekilde kayıt altına alışına tüm tarih derin bir şükran duymaktadır.

Günler öncesinde depremler başlamıştı fakat bunlar sıra dışı değildi. Sonrasında, 24 Ağustos öğlen saatlerinde Vezüv'ün tepesinde bir bulut göründü ve tam bir saat sonra yanardağ patladı. Yaklaşık 10 km uzaklıktaki Pompeii'ye küller yağmaya başladı. Saat 14:00'e kadar pomza ve volkanik artıklar külle birlikte yeryüzüne düşmeye başlar ve 17:00'de güneş ışığı tamamen kapanmış ve Pompeii'deki evlerin çatısı ağırlaşan kül ve pomzaların altında yıkılmaya başlamıştır. Panik halindeki kasaba halkı, kendilerini kaçırabilecek herhangi bir gemi bulmak için limana akın etti.

Gece yarısı, yanardağ kraterinden havaya 30 km'den fazla sıcak ve ölümcül parçalar püskürüyordu. Vezüv, önüne çıkan her şeyi yakıp geçen erimiş kayalar kusarken, lav altı farklı dalga halinde çeşitli yönlerden aşağı akıyordu. Lavlar Pompeii'ye veya Herculaneum'a ulaşmadı. Ancak bu kasabalara 300 dereceden fazla ısı dalgalarını iletmeyi başarmıştı. Dolayısıyla bölgeyi fırına dönüştürdü ve henüz kaçamamış veya yağan külden boğulmamış olanları da yok etti.

Pompeii ve Herculaneum'da asırlar sonra kazılar yapıldığında yaklaşık 1500 ceset bulundu. Bu 1500 ceset, yanardağ patlamasından etkilenen yalnızca küçük bir alandan çıkarıldı. Toplam ölümlerin on binlerce olduğu tahmin ediliyor.

O zamanlar nüfusu sadece 20.000 olan Pompeii ve Herculaneum bölgeleri, 20 metreye kadar volkanik kül ve pomzanın altında gömülmüştü. Trajik ve ürkütücü görünse de, küllerin bu kadar kalın şekilde birikmesi kasabaların neredeyse tamamını koruma altına almıştı. Böylece geleceğin eski ve moden tarihçilerine MS 1. yüzyıl Roma mimarisinin, şehir planlamasının, kentsel altyapının ve genel olarak şehir hayatının tarifi imkansız güzellikte verilerini verdi.

115 Antakya Depremi

115 Antakya depremi
115 Antakya depremi

13 Aralık 115'te, Roma'nın Suriye eyaletinin Antakya şehri, yani Türkiye'nin modern Antakya'sı, bölgede geniş çaplı yıkıma ve yüksek can kayıplarına neden olan son derece şiddetli bir deprem yaşadı. Yalnızca Antakya'yı değil, yakınlardaki Apamea kentini de yok etmiş ve Beyrut'a ciddi hasar vermişti.

Deprem aynı anda doğu Akdeniz kıyılarına ulaşan bir tsunamiyi de başlattı ve limanları büyük dalgalarla yıktı ya da harap etti. Özellikle Roma'nın Filistin eyaletindeki Caesarea limanına kadar güneyde büyük hasar söz konusuydu. Yaklaşık 260.000 kişinin yaşamını yitirdiği, çok daha fazlasının yaralandığı ve evsiz kaldığı düşünülüyor.

Antakya, o zamanlar Asi nehri üzerinde büyüyen ve ekonomik olarak hareketli bir Greko-Romen şehriydi. Roma İmparatorluğu'nun Roma ve İskenderiye'den sonra üçüncü büyük metropolüydü. Kent bu önemini, Akdeniz'i Mezopotamya ve İran'a bağlayan Pers Kral Yolu'nun en yakın ucunda olmasına borçluydu. Bu avantajı onu Roma ve Pers kültürleri arasında bir ticaret merkezi ve mallar için bir ardiye noktası haline getirdi.

Ne yazık ki, Antakya'nın konumunun kıtasal bir dezavantajı vardı. Bulunduğu noktada kıtasal sürtünmeler yaşanıyordu. Çünkü şehir büyük depremlere oldukça duyalrı olan üç tektonik plakanın (Afrika, Anadolu ve Arap) birleşme noktasındaydı.

Romalı tarihçi Cassius Dio'nun ifade ettiği gibi:

Depremden önce yüksek ve derin bir ses duyuldu, ardından yer şiddetle yarılmaya ve sallanmaya başladı. İnsanları ve tüm ağaçları sanki ıslak bir köpeğin vücudundan sıçrayan su damlaları gibi havaya fırlattı ve binaları yerden kaldırarak onları tekrar yeryüzüne çarptı.

Birçoğu yıkılan enkazın altında kalarak öldü veya yaralandı. Fakat ölümlerin çoğu binaların çökmesi ve kurtarılmayı beklemeleri nedeniyle yaşandı. Günlerce devam eden artçı depremler, ilk gün yaşanan büyük sarsıntıdan kurtulan çok sayıda kişinin ölmesine neden olacaktı.

Deprem ilk kez etki ettiğinde, Roma imparatoru Trajan ve baş yardımcısı ve halefi, gelecekteki imparator Hadrian kışı Antakya'ya geçiriyorlardı. Çünkü Partlar'a karşı bir askeri harekatın hazırlıklarına dahil olmuşlardı. Antakya, Partlara karşı yapılacak savaşta karargâh görevi üstlendiğinden önceki dönemlerden daha fazla kalabalıktı. Çünkü yakınlarda kamp kuran lejyonların yanı sıra Roma ordusuna destek veren kamp görevlileri ve diğer siviller söz konusuydu.

İmparator Trajan, içinde bulunduğu binadaki pencereden atlayarak kaçmayı başardı ve hafif yaralarla kurtuldu. Artçı sarsıntılar nedeniyle binalar yıkılarak enkaz olmaya devam ederken, imparator ve beraberindekiler açık hipodroma taşınarak burada çadır kurdular.

Yardımcısı Hadrian da hafif yaralarla kurtuldu. Her ikisi de Trajan tarafından başlatılan ve 117'de ölümünden sonra halefi Hadrian tarafından devam ettirilerek tamamlanan yeniden inşa sürecini sonuna kadar denetleyecekti.

365 Girit Depremi

365 Girit depreminin neden olduğu bir tsunami, bugünün Libya'sında liman kenti Appollonia'nın bazı kısımlarını sular altında bıraktığı Kuzey Afrika kıyılarına kadar ulaştı.
365 Girit depreminin neden olduğu bir tsunami, bugünün Libya'sında liman kenti Appollonia'nın bazı kısımlarını sular altında bırakmıştı.

21 Temmuz 365 sabahı erken saatlerde, Roma dünyası Richter Ölçeği'ne göre en az 8'i bulan Girit merkezli güçlü bir depremle alt üst oldu. Adayı sarsan ve geniş çaplı bir yıkıma neden olan deprem, o bölgeyi vuran en güçlü sismik dalgaydı. Dipten gelen devasa bir güçle, Girit'i çevreleyen mercan resifleri 10 metre yukarıya doğru patladı. Bunun sonucunda jeologların söylediğine göre ada 9 metre kadar yükselmişti.

Depremden kaynaklanan hasara ek olarak, birden fazla sarsıntı, yalnızca Girit kıyılarının çoğunu harap etmekle kalmamıştı. Akdeniz'i aşarken bu denizde yıkıma yol açan güçlü bir tsunami başlattı. Tsunami kuzeyde Yunanistan'ı, doğuda Kıbrıs'ı vurarak güneye ulaştı. Burada İskenderiye, Mısır'ın Nil Deltası ve Libya'daki Kuzey Afrika kıyılarında yaşayanlara hasar verdi ve batıya doğru hızla ilerleyerek Sicilya'da ve İspanya'nın çok uzaklarında çeşitli hasarlar doğurdu. Büyük dalgalar, gemileri kaldıracak ve neredeyse 3 km kadar içeriye itecek kadar yüksek ve güçlüydü.

Yaşanan deprem ve tsunami dönemin birçok yazarı tarafından kayda alınmıştır. Fakat o dönem edebi içerik üretmenin ve entelektüel ifadelerin kalitesi önemli ölçüde azalmıştı – bir Thucydides, Cicero, Caesar veya Livy'nin yüksek kaliteli nesirlerinin üstünden asırlar geçmişti. Geç Antik Çağ yazarları, olayları ayrıntılara çok fazla yer vermeden ve onları tam anlamıyla açıklamadan, yaşanmış olmalarını ilahi kararlara ve yeryüzündeki siyasi ve dini olaylara cevap olarak yukarıdan müdahaleye atfetme yöntemini tercih ediyordu.

Tarihçiler bu edebi anlamdaki büyük düşüş ve Girit felaketini göklerden gelen kararlara bağlayan, entelektüel açıdan anlamı olmayan dini tanımlar nedeniyle yazılı içeriklerle ilgilenmedi. Depremle ilgili bilinenlerin çoğu, depremin oluşumuna ve kitlesel gücüne dair sayısız referansla birlikte arkeolojik kanıtlardan elde edilmiştir.

Tarihçi Ammianus Marcellinus' depremin İskenderiye üzerindeki etkisini şöyle anlattı:

Dünyanın sağlamlığı sarsıldı … ve deniz uzaklaştı. En beklenmedik anda geri dönen sular binlerce insanı boğarak öldürdü. Evlerin çatılarına yerleşmiş dev gemiler… kıyıdan kilometrelerce uzağa fırlatıldı.

Ne yazık ki bu tür açıklamalar çok nadirdi. Tarihi kayıtlar, Akdeniz'in başka yerlerindeki hasarların detaylıca anlatılamadığını gösteriyordu. Yani Greko-Romen uygarlığı ve kültürünün zirvesindeyken yaygın olarak gördüğümüz çağdaş anlatılar artık yoktu. Örneğin Genç Pliny'nin MS 79'daki Vezüv patlamasıyla ilgili muhteşem detaylı açıklamalarının bir eşdeğeri yazılamamıştı. En bilinen şey, deprem ve tsunaminin neden olduğu yıkımın büyük ve çok geniş çaplı olduğu ve can kaybının tahmini 300.000 ila yarım milyon arasında olduğudur.

1138 Halep Depremi

Halep'in 1138 depreminde ağır hasar gören kalesi. El Arabi
Halep'in 1138 depreminde ağır hasar gören kalesi. El Arabi.

Suriye'nin kuzeybatısındaki Halep şehri, tektonik Arap Plakasını Afrika Plakasından ayıran jeolojik bir fay hattı üzerine kurulmuştur. Bu plakalar arasındaki sürtünme, Halep'i ve çevresindeki bölgeyi can alıcı sismik yıkımlara tamamen savunmasız hale getirmektedir. 11 Ekim 1138'de tarihin en ölümcül depremlerinden biri kuzey Suriye'yi salladı ve Halep, çevresi ve daha uzak bölgelerde yaklaşık 230.000 kişinin yaşamlarını elinden aldı.

Halep, Orta Çağ döneminde hareketli ve eğlenceli bir şehirdi. Ancak 12. yüzyılın ortalarında, yakınlardaki Antakya Prensliği gibi yakın zamanda ortaya çıkan Haçlı devletlerinin, komşu Müslüman devletlerle rekabete girmesi nedeniyle bölge artık savaşlarla anılmaya başlamıştı. O zamanlar Zengi Sultanlığı'nın bir parçası olan Halep, güçlü surlar ve güçlü bir kale ile korunan Haçlı karşıtı direnişin adeta temsilcisiydi.

10 Ekim 1138'de nispeten küçük bir deprem Halep'i salladı. Bu sarsıntıların etkisiyle Halep nüfusunun büyük bölümü şehirden daha uzak yerlere kaçtı. Fakat ertesi gün büyük deprem başladığında birçok kişi orada öldü. Elbette şehirde kalsalar çok daha fazla can kaybı yaşanacaktı. Şehirdeki güçlü kale, surlarının yıkılmasına neden olan sarsıntılarla ciddi zarar gördü, alttaki şehirde ise Halep'in yerleşim yerlerinin çoğu çöktü.

Yıkım Halep'in ilerisine kadar uzandı ve kuzeybatı Suriye'yi sardı. Haçlılar tarafından güçlü bir kaleyle güçlendirilmiş işgal altındaki Harem kasabası, kalesini yıkarak bölgedeki kilisenin üstüne düşmesine neden olan depremlerden en sert şekilde etkilendi.

Yakındaki Müslüman Atharib kalesi de depremlerle yıkıldı ve 600 garnizon enkaz altında yaşamını yitirdi. Savaşçılar arasında sürekli el değiştirerek sayısız kez yağmalanan sınır kasabası Zaradna, tamamen haritadan silindi.

1490 Ch'ing Yang Meteor Yağmuru

Bir meteor yağmuru
Bir meteor yağmuru

Meteor olarak bilinen kozmik kayalar, aynı anda, paralel yörüngelerde ve yüksek hızlarda Dünya atmosferine girerler. Fakat havanın olmadığı uzay boşluğundan Dünya'nın giderek daha yoğun olan atmosferine geçiş yaptıkları için yanarak parçalanmak zorundalar. Özellikle temiz ve yıldızlı gecelerde gece gökyüzünü saran meteor yağmuru, kesinlikle en nefes kesici güzelliğe sahipler.

Fakat Çin'in Ming Hanedanlığı'nda 1490 yılında yaşanan meteor yağmuru, Shaanxi'deki (bugünkü Gansu Eyaleti) Ch'ing Yang bölgesinde yaşayan iyi insanlar için ne yazık ki nefes kesici güzellikte değildi. Atmosfere giren nesneler havada patladıktan sonra binlerce insanın ölümüne neden oldu. Yoğun meteor yağmuru yaşanırken dönemin Çin kayıtlarında şu ifadeler yerini almış:

Ch'ing-yang'a taş biçiminde yağmurlar yağdı. En büyük taşlar [yaklaşık 1.5 kg] ve daha küçükleriyse [yaklaşık 1 kg] idi. Hepsinin büyüklüğü farklıydı. Büyükleri kaz yumurtası, küçükleri kestane kadardı. 10.000'den fazla insan taş yağmuruyla öldürüldü. Şehirdeki tüm insanlar başka yerlere kaçtı.

1490 olayının Çin kaynaklı açıklamaları ile 1908 Tunguska olayı hakkında anlatılanlar arasında benzerlikler var. O olayda Sibirya'nın az nüfuslu bir alanının 8 km üstünde, bir meteoroidin havada patlamasıyla yaklaşık 1240 km karelik bir ormanın düzleştiği yazılmıştı. Bu nedenle, 1490 Ch'ing Yang meteor yağmurunun, atmosfere girişi sırasında havada patlayan bir asteroit olma olasılığı yüksek.

1556 Jiajing Depremi

Shaanxi'de bir yamaca oyulmuş bir yaodong/mağara ev şehri.
Shaanxi'de bir yamaca oyulmuş bir yaodong/mağara ev şehri

Çin'in medeniyetinin beşiği olan Loess Platosu, depremlere karşı oldukça zayıf. Çünkü bölgenin toprağı – bin yılda 90 metre derinliğe kadar yer edinmiş silt açısından zengin fakat rüzgarla dağılan toprak – sismik aktiviteye maruz kaldığı an dağılmaya başlıyor. Bu güvenlik zaafı ve Çin'in tarih boyunca yüksek nüfus yoğunluğuna sahip olduğu gerçeğiyle beraber, dünyanın en yıkıcı depremlerinin çoğu Çin'de yaşanıyordu.

23 Ocak 1556 sabahı, Ming Hanedanlığı'nın yönettiği Çin, insanlık tarihinin en acı depremiyle sarsıldı. Richter ölçeğine göre yaklaşık 7.9 olduğu düşünülen deprem, Jiajing bölgesindeki Wei nehri havzası veya modern Shaanxi merkezliydi.

Bazı yerlerde toprak aniden yükselerek yeni tepeler oluştururken, bazı yerlerde tepeler çökerek vadilere dönüştüğü için toprakta 20 metre derinliğe kadar boşluklar oluştu. Deprem 800 km'den daha geniş bir alanda neredeyse her şeyi enkaza çevirdiğinden Shaanxi ve çevresindeki illerdeki 97 ilçe büyük hasar aldı.

Arkasından başlayan artçı sarsıntılar altı ay boyunca devam etti ve yıkım bölgesindeki birçok ilçede, nüfusun %60'ından fazlası ilk gün öldü. Geri kalanların çoğu yaralanmıştı. Hayatta kalanların da zaten artık kalacak yerleri yoktu. Can kaybı özellikle yüksekti. Çünkü Shaanxi ve çevresindeki bölgelerdeki insanların çoğu evlerini, bölgenin yumuşak lös toprağını kullanarak, yaodong olarak bilinen yamaçlardan oyulmuş bir yapay mağara şeklinde inşa etmişti.

Bu tür evler yazın serin, kışın sıcak tutuyordu. Ancak yeryüzünün sismik davranışlarına karşı özellikle savunmasızdı. 1556 depremi vurduğunda, sadece evlerde yaşayanların üzerine düşen bir çatının ağırlığını değil, bütün bir yamacın ağırlığıyla can vermişlerdi. Deprem bittiğinde, yaklaşık 830.000 kişi öldü ve milyonlarcası yaralandı ve/veya evsiz kaldı.

1755 Lizbon depremi

1755 Lizbon depremi ve tsunami, tsunaminin saatler içinde dağılması. Wikimedia
1755 Lizbon depremi ve tsunami, tsunaminin saatler içinde dağılması. Wikimedia

1 Kasım 1755 sabahı, önemli dini bayramlardan Azizler Günü (All Saints' Day) kutlanırken, Portekiz'in başkenti Lizbon – bir zamanlar Avrupa'nın en zengin şehirlerinden ve en aktif limanlarından biriydi – güçlü bir depremle neredeyse tamamen yıkıldı. 9.0 büyüklüğündeydi ve etkisi Finlandiya, Kuzey Afrika ve hatta Karayipler'e kadar hissedildi.

Sabah 9:40 gibi başlayan yıkım, şehrin sokaklarında yaklaşık 6 metre derinliğinde çatlakların oluşmasına neden oldu. Sarsıntı başladığında nüfusun önemli bir kısmı kiliselerde ve katedrallerin içindeydi. Deprem başladığında bu ibadet yerleri de çöktüğü için kısa sürede binlerce kişi öldü. Sarsıntı sona erdiğinde şehrin çevresinde büyük yangınlar başlamıştı. Bu yangınlar Lizbon'u sararak dev bir cehennem oluşturdu.

Hayatta kalanlar sarsılmış ve dehşet içinde yangından ve çöken binalardan kaçmaya çalıştı. İlk olarak kraliyet sarayının geniş açık meydanlarına sığındı. Ardından enkazlardan korunmanın en iyi yolu olarak liman çevresine koşmaya başladılar. Fakat limana vardıklarında gemilerin kuru bir zeminde durduğunu göreceklerdi. Elbette bu telaşlarını daha da artırdı.

Limanın dibindeki çamurları alarak, ilahi bir gazaba neden olan günahlarının bağışlanmasını ve Tanrı'nın kendilerine merhamet etmesini istediler. Çamurla dua etmelerini onlara rahipler önermişti. Fakat deniz yaklaşık 12 metrelik dalgalarla geri dönüp binlerce kişiyi boğduğu zaman dahi durumu anlayacak vaziyette değillerdi. Çünkü hala dua etmeyi sürdürdüler.

Toplam ölüm sayısının sadece Lizbon'da 60.000'den yüksek olduğu ve tüm Lizbon bölgesindeyse 100.000 veya daha fazla olduğu tahmin ediliyor. Facia, Aydınlanma Çağı büyük hızla devam ederken meydana geldi ve teodisenin gelişimini ya da dürüst ve iyi bir Tanrı'nın Lizbon'da olanların gerçekleşmesine nasıl izin verdiği gibi sorulara yol açan önemli bir felsefi söyleme ilham verdi.

En kapsamlı teodise sorusu, Tanrı'nın, Azizler Günü'nü kutlamak ve kendi adını yüceltmek için dua ederken, katedrallerde ve kiliselerde binlerce kişi onun için ibadet halindeyken, onları ezmek için neden bir deprem gönderdiği olmuştu. Bu soru, Lizbon limanında merhamet beklentisiyle dua eden depremden kurtulanları, bir tsunami göndererek boğmasıyla daha da karmaşıklaştı ve zorlaştı.

1783 Laki Yanardağ Patlaması

Günümüzde Laki
Günümüzde Laki

1783'teki Laki patlaması, tarihin en güçlü volkanik olaylarından biri değildi. Vezüv, Krakatoa veya Tambora gibi büyük ve şiddetli bir patlama ya da çoğu insanın düşündüğü gibi tepesinden lavların fışkırdığı bir dehşet anı yaşanmadı. Ne alevler göklere ulaşmıştı ne de lavlardan bir nehir oluştu. Bu çok başka bir facia…

Sıra dışı şekilde Laki yanardağ olayı tek bir sefer içinde gerçekleşen facialardan olmadı. 8 aylık aktivite sırasında ara sıra nispeten küçük patlamalar ve yanlarından küçük sızıntılar oluyordu. Zaten Laki güçlü ve enerjisi olan bir yanardağ da değildi. Oldukça tembel bir karakteri vardı. 8 ay boyunca durmaksızın gaz yaydı. İşte insanlık tarihinin en ölümcül etkisine sahip olması da tam bu noktayla ilgili.

Ölümcül etkisi, 8 aylık püskürtme ve dönemsel küçük patlamaları sırasında, Suriye'ye kadar sis ve pus oluşturan flor ve 120 milyon tonun üzerinde çeşitli sülfürik dioksit de dahil olmak üzere büyük miktarlarda gazın düzenli bir şekilde salınmasıyla ortaya çıktı. Flor, İzlanda'nın yeşil alanlarına ulaştığında otlayan hayvanlar florür zehinlenmesiyle karşılaştı. Ada hayvanlarının büyük bölümü öldü. Çiftlik hayvanlarının hızla tükenme noktasına gelmesiyle İzlanda'nın insan nüfusunun dörtte biri açlıktan öldü.

Ancak İzlanda az nüfusluydu ve öyle kalmaya devam ediyor. Yani nüfusunun dörtte birinin ölmesiyle Laki'ye en ölümcül yanardağ ödülünü vermeye yeterli değil. Bu patlama kuzey yarımkürede, İzlanda'dan uzaklardaki sıcaklıklarda bir düşüşe neden oldu – örneğin ABD'deki kış mevsimi 1783'te 12 derece birden düştü ve ardından birkaç yıl boyunca da bu civarlarda yaşandı. Ancak Laki'nin en ölümcül etkisi ABD veya Kuzey Amerika'da değildi.

İfade edilen ölümcül etki, Avrupa'da ve İzlanda'nın güneydoğusundaki kuzey yarımkürede gerçekleşti. 1783 yazı kesinlikle çok sıcaktı. O yıl İzlanda üzerindeki rüzgarların güneydoğuya esmesine neden olan, fazlasıyla nadir bir yüksek basınç bölgesi oluştu. Bu sayede, Laki havaya inanılmaz oranlarda sülfürik dioksit püskürtmeye başladığında, İzlanda'dan gelen rüzgarlar sayesinde güneydoğu yönünde yolculuk ettiler. Burada Avrupa'da gıda kıtlığına, Kuzey Afrika ve Hindistan'da kuraklığa, Japonya'nın tarihteki en kötü kıtlığına neden oldular. Mısır'da, nüfusunun altıda biri 1784'te açlıktan yok olmuştu.

Laki patlaması ve ardında yaşananlarla tahminen altı milyon insanın ölümüne neden olduğu tahmin ediliyor. Bu da onu insanlık tarihindeki en ölümcül volkanik patlama yapıyor. Uzmanlar uzun bir süre boyunca düşük enerjili ancak büyük hacimli bu tarz patlamaların, büyük patlamalarla gerçekleşen püskürmelerden daha büyük bir etkiye sahip olabileceğini ifade ediyor.

1815 Tambora Patlaması

1815 Tambora patlaması.
1815 Tambora patlaması

10 Nisan 1815'te zirveye ulaşan Hollanda Doğu Hint Adaları'na bağlı (bugünkü Endonezya) Sumbawa Adası'ndaki Tambora Dağı'nın patlaması, son 10.000 yılın şüphesiz en şiddetli patlamasıdır. 5 Nisan'da, yaklaşık 1600 km uzaklıktan duyulan gök gürültüsü benzerine bir sesle, ilk patlama gerçekleşti. Sonraki birkaç gün boyunca yanardağ, hafif patlama sesleriyle aktivitesini sürdürürken yavaş yavaş sakinleşti.

Fakat birkaç gün sonra, 10 Nisan günü, 2500 km uzakta yer alan Sumatra'daki yerleşimciler, top patlaması gibi düşünülen sesleri duyduklarında şoka uğradılar. Tambora sonunda patlamıştı. Sumbawa Adası'nın yaklaşık 12.000 kişilik nüfusu felaket bir şekilde anında ölürken, zemini örten kül ve pomzanın bitkileri ve tarlaları mahvetmesinden sonra bölgede neredeyse 80.000 kişi kıtlık ve açlıktan öldü.

Sumbawa Adası'ndaki patlamalar o sabah erken saatlerde daha hareketli hale gelmişti. Alevler gökyüzüne yükseldi ve lav ve parlayan kül dağın eteklerinden yeri kapatmaya başladı. Sabah 8'de, 20 cm genişliğe kadar ulaşan sünger taşları yağıyordu. En önemlisi havaya o kadar fazla bir şekilde kül yükseldi ki, 640 km uzaklığa kadar iki gün boyunca her yer karanlığa boğuldu. Yanardağ, adayı tamamen aleve vermek için yanlarından sönmemiş kül nehirleri akıtıyordu. Dağdaki depremler Java Denizi'ni aşan tsunamilere yol açtı.

Tambora, gökyüzüne bıraktığı kül ve 12 kilometreküp gaz kirliliğiyle gezegenin etrafında canlılığı etkileyen hava koşulları oluşturdu. Atmosfer boyunca ilerleyen ince kül tabakası, dünya çevresinde optik fenomenler oluşturdu. Ufkun birleştiği yerlerde kırmızı veya turuncu, üstündeyse pembe veya mor olan uzun süreli ve parlak renkli gün batımları ve alacakaranlıklar görülüyordu.

Atmosferdeki küllerin bir başka, daha az rahatsız edici bir etkisi daha vardı. Küresel sıcaklıklar düşmüştü ve 1816 yılı Yaz Yaşanmayan Yıl olarak bilinen volkanik bir kış içinde geçmişti. Bu, kuzey yarımkürede gıda kıtlığı gibi bir tarımsal felaketi tetikledi.

1839 Coringa Siklonu

coringa1839
1839 Coringa Siklonunun ardından

Hindistan'a ait Coringa 1839 yılına dek, yüz binlerce nüfusu ve yılda binlerce gemiye ev sahipliği yapan, aralıksız bir şekilde yükleme ve boşaltma yapan bir limanı olan hareketli bir liman kentiydi. Ülkenin doğu kıyısında akan Godavari nehrine yakın olup Bengal Körfezi'nden yararlanıyordu. Günümüzde ise Coringa, kıyıya yakınlığını korusa da hiçbir kayda değerliği olmayan küçük bir köy ve nüfusu birkaç binden fazla değil. Bu hızlı gözden düşüşe, ilki 1789'da ve elli yıl sonra ikincisi 1839'da daha da yıkıcı şekilde gerçekleşen bir çift sarsıcı siklon neden oldu.

1789'da Coringa halkının serveti, asırlarca süren zenginlikten sonra büyük darbe aldı. Büyük Coringa Siklonu olarak adlandırılan bir fırtına, o yılın Aralık ayında, Bengal Körfezi standartlarına göre siklon mevsimine göre oldukça geç bir dönemde gelişti. Şiddetli fırtına gelgitleri daha etkili hale getirmişti. Tanıklara göre Coringa'ya çarpan üç dev dalga gerçekleşmişti. Buna göre ilk fırtına gelgiti Anchorage'daki tüm gemileri karaya iterken, birincisinden bile daha büyük olan ikinci ve üçüncü dalgalar, Godavari nehrinin deltasının verimli tarlalarını tuzlu suyla yok etmek için iç kısımlara doğru ilerlemişti. Coringa şehri neredeyse tamamen yok oldu ve yaklaşık 20000 kişi yaşamını yitirdi.

1914 – 1918 yılları arasındaki I. Dünya Savaşı'na "Büyük Savaş / Great War" adını veren yazarlar, yakında daha da büyük bir savaşın yaşanacağını bilmiyordu. Benzer şekilde 1789 fırtınasını da "Büyük Coringa Siklonu" olarak adlandıranlar ileride daha da inanılmaz şekilde çok daha fazla acının yaşanabileceğini düşünmemişti. 1839'da yani tam elli yıl sonra, Coringa 1789 felaketinden kurtulmuş ve yeniden inşa edilmiş durumdaydı. En önemlisi hiç olmadığı kadar huzur içinde, kalabalık ve hareketliydi.

Bu huzur kısa süre sonra bozuldu. 25 Kasım 1839'da, Bengal Körfezi'nin siklon mevsiminde yine alışılmadık bir şekilde geç bir dönemde, korkunç bir siklon Coringa'yı yok etti. Siklon beraberinde 40 metrelik bir fırtına dalgasını da getirmişti. Daha önceki 1789 fırtınasının yarattığı büyük hasar artık önemsiz kalmıştı. Çünkü 1839 siklonu Coringa şehrini tamamen yok etmiş, limandaki tüm gemileri harap ederek enkazlarını kilometrelerce iç kısımlara taşımış ve 300.000'den fazla insanı öldürmüştü.

Bu sefer yıkım o kadar büyüktü ki, hayatta kalan birkaç kişi yeniden inşa etme süreçlerini düşünmedi bile. Çoğu risk aldı ve hayatlarını başka bir yerde sürdürmek için toprağını terk etti. Aslında yaptıkları şey kendileriyle lanetli bir şehir olduğu düşündükleri bu yer arasına mesafe koymalarıydı. Geride kalanlar ve özellikle yaşlılar, yaşamlarını kıyıdan kilometrelerce uzakta inşa ettiler.

1883 Krakatoa Patlaması

27 Mayıs 1883: Endonezya'nın güneybatısındaki Krakatoa patlaması
27 Mayıs 1883: Endonezya'nın güneybatısındaki Krakatoa'daki (diğer adıyla Krakatau veya Rakata) yanardağdan yükselen dumanlar

Modern zamanların en iyi araştırılmış ve öğrenilmiş en büyük patlamalarından birinden bahsedelim. Bu patlama o zamanlar Hollanda Doğu Hint Adaları'nda (bugünkü Endonezya) Java ve Sumatra arasındaki Sunda Boğazı içindeki Krakatoa Adası'nda yaşandı. Üç bağlantılı volkanik tepeye sahip olan Krakatoa, 26 Ağustos 1883 ikindi gibi hareketine başladı ve ertesi sabah zirveye ulaştı. Patlamaları durduğunda, Krakatoa Adası ve çevresindeki takımadaların çoğu artık yoktu ve bir kalderaya dönüşmüştü. Yanardağ tamamen sessizliğe bürünmeden önce, küçük sismik dalgalar aylarca devam etti.

Patlamanın yoğunluğu ve hızı şok edici olsa da, patlamanın kendisi çok şaşırtıcı değildi. Çünkü birçok uyarı vermişti. Yıllardır Krakatoa'da yoğun sismik hareketler vardı ve depremler Avustralya kadar uzaklara ulaşıyordu. Mayıs ayından başlayarak inanılmaz patlamadan üç ay önce, yanardağ buhar çıkarmaya ve 20.000 fit yüksekliğe kadar küllerini havaya püskürtmeye ve 160 km uzaktaki Jakarta'da duyulan patlamalar oluşturmaya başladı.

Bu süreç bir hafta boyunca devam etti, sonra durgunlaştı. Ardından Haziran ortasında tekrar aktifleşmeden önce, yanardağ dönem dönem patlamalarını sürdürdü. Bu süreçte yüzlerce km uzağa, Hint Okyanusu'na kadar ulaşıp o bölgelere pomza taşları ve küllerini bıraktı. Bunların sonucunda bölge bir hafta boyunca kalın bir kara bulutla başbaşa kalmıştı.

Bu etkinlik öncelikle gelgitleri artırdı ve bunun sonucunda, gelgitin ani kuvvetine dayanabilmesi için gemilerin daha güçlü zincirlerle demirlenmesi gerekti. Ağustos ayının başlarında, ıssız ve terk edilen bir Krakatoa, yaklaşık iki metre külle kaplandı ve tüm bitki örtüsü yok oldu. Geride sadece ağaç kütükleri kaldı.

Son hamlesi 26 Ağustos öğleden sonra erken saatlerde başladı. Öğleden sonra 2'ye kadar, her 10 dakikada bir patlamalar duyuluyordu. Krakatoa, çok uzaklardan görülebilen 30+ km yüksekliğinde bir kül bulutu oluşturdu. Akşamın erken saatlerinde, sismik davranışlar, 25 mil uzaktaki Sumatra ve Java kıyılarını vuran mini tsunamilere yol açmıştı.

Zirve, ertesi sabah erken saatlerde, 27 Ağustos'ta saat 05:30 ve 06:44'te iki büyük patlamayla başladı ve bu da büyük tsunamileri tetiklendi. Bunu sabah 10:02'de kaydedilen tarihte o zamana kadar duyulan en yüksek ses izledi. Bu ses Hiroşima'ya atılan atom bombasının 15.000 tanesine eşdeğer olan ve önceki patlamaları unutturan yaklaşık 180 desibellik bir felaket patlamasıydı. Yaklaşık 3220 km uzaktaki Perth, Avustralya'da, 3000 mil uzaktaki Rodrigues adasında, Hint Okyanusu'ndaki Mauritius yakınlarında duyuldu ve yer yer yaklaşık 30 metre yüksekliğinde bir tsunamiler üretti.

Yine de Krakatoa'nın gösterdiği en kötü şey bu değildi. Dördüncü ve daha da güçlü bir patlama sabah 10:41'de, bir öncekinden neredeyse iki kat daha yüksek şekilde tam 310 desibel şiddetindeydi. Bu o kadar gürültülü oldu ki 60 km uzaktakilerin kulak zarlarını yırtacak gibiydi ve 5000 km uzaklıktan da açıkça duyuldu. 35 metre yüksekliğinde bir dalgayla ilerleyen tsunaminin yanı sıra dünyanın her yerindeki barometrelerde kaydedilen bir basınç dalgası üretilmişti. Çünkü yanardağ 80 km yükseğe küllerini fırlatmıştı.

Basınç dalgası beş gün boyunca gezegenin etrafında dolaşırken, küresel barometrelerde bir değil tam yedi kez kaydedildi. Felaketi getiren bu patlamalar ve sonucunda ortaya çıkan tsunamiler, resmi Hollanda tahminlerine göre en az 36.000 kişinin yaşamını almıştı. Fakat modern tahminler gerçek ölü sayısını 120.000'e kadar çıkardı.