5. yüzyılda Batı Roma İmparatorluğu çöktükten sonra, yıkıntıların arasından çok sayıda küçük devlet doğru. Bu sözde barbar krallıklar ne kadar başarılıydı ve en önemlisi ne kadar Romalı olabildiler?
MS 4. ve 5. yüzyıllarda, Roma İmparatorluğu, Batı İmparatorluğunu bir takım krallıklara ayıracak olan Cermen savaşçılarla dolmuş durumdaydı. Bu dönem kimi zaman Karanlık Çağ olarak tanımlansa da, kültürel değişimin etkileri karmaşık ve her zaman bölgeye has oldu. Barbar istilalarına katılan toplulukların büyük bölümü, Roma İmparatorluğu'na girdiklerine tamamen hayran kaldılar. Kısa süre içinde Roma yaşam tarzını öğrenerek kendilerine entegre etmeye çalışanlar oldu. Kuzey Afrika'daki Vandal rönesansından Vizigot İspanyası'nın kanunlara kadar, eski Roma'nın yönetim ve sosyal düzeninin birçok yönü, bu yeni krallıkların elinde sürdürülmüştü.
Batı Roma'nın yıkılışından sonra, bu yeni krallıklardan birkaç tanesinin yaşamı daha uzun sürerken, diğerleri tarihte bir nokta olmadan önce, kısacık bir altın dönem yaşayabildi. Bu yazıda Batı Roma'nın çöküşünden sonra kurulan Barbar krallıklarını bulacaksınız.
Kuzey Afrika'da Vandal Krallığı
Batı Roma'yı yıkma seferlerinde yer alan Cermen Vandalları, Afrika'daki Roma eyaletlerini ele geçirdiler. Gerçekten de o bölgede kısa süreli fakat refah içinde bir krallık kurmuşlardı. Vandallar, uzun yıllar önce Marcus Aurelius döneminde yapılan bir barış anlaşması nedeniyle Roma ile güzel ilişkiler içindeydi. Hatta kimilerine I. Konstantin yönetiminde olan Roma eyaleti Pannonia'da toprak dahi verilecekti.
Fakat Vandallar, 5. yüzyılda başlayan barbar istilaları döneminde, diğer kabilelerle beraber imparatorluğu yağmayanlar arasında yer aldı. MS 406 yılında Ren bölgesini geçerek Batı Roma'nın düşmanı haline geldiler. Halihazırda başka göçebe kabilelerin ayak bastığı Galya ve Hispanya'yı fazla kabalık bulan Vandallar 429'da İspanya'dan Kuzey Afrika'ya geçme fırsatı buldular.
Vandallar Afrika'da ağır ağır yayılırken, bir yandan Roma eyaletlerinde çoğunluk olmaya başladılar. Batı Roma hükümeti bu insanları İmparatorluğun vatandaşı yapmak için bir çaba içine girerken, Vandallar tam tersi yönde bağımsız bir yönetim inşa ediyorlardı. Tüm bunlara rağmen Vandallar hala son dönem Roma İtalyası ile ilişkilerini devam ettiriyordu. Fakat bu anlaşma, Roma'nın yeni imparatorunun gözünde tehdit olarak görüldüğünde, 455 yılında Roma'yı istila edeceklerdi.
İtalya yönetiminin, halkına gıda temin etmek için Afrika'daki tahıl ürünlerine ihtiyacı vardı. Bu nedenle son dönem Roma hükümetinin bölgeyi geri ele geçirmesi gerekiyordu. Ne yazık ki efsane imparatorluk kabile birliklerini yenemedi. Vandalların Roma insanlarıyla uzun zaman önce kurduğu bağ, kendi yaşayışlarını da derinden etkiledi. İki toplum birbirlerine çok uzak olmasına rağmen, Vandallar Afrika kıyılarındaki yeni yaşamlarına çabucak uyum sağlamıştı.
Kartaca da dahil, Akdeniz'deki stratejik limanların birkaçını işgal ettiler, daha sonra son teknoloji Vandal donanması birdenbire artık dikkat edilmesi bir güç oldu. O kadar ki, Akdeniz'in Eski İngilizce'deki ismi Wendelsæ'dir.
Vandal Afrikası'nda yaşam
Vandallar'ın yeni deniz filoları krallıklarını oldukça zenginleştirdi ve onlara imrendikleri ve hedefledikleri lüks Roma yaşamını getirdi. Şüphesiz bu zenginliğin büyük bölümü, Roma Kuzey Afrika'sının bir zamanlar elinde tuttuğu hammaddelerden ve lüks ürün ticaretinden geliyordu. Fakat Vandallar korsanlık konusunda da bir miktar itibar edinmişlerdi.
Yeni elde ettikleri zenginlikle kuvvetlenen Vandal Afrikası, barbar Roma halefi hükümdarlıkların en başarılılarından ve en Romalılarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Yıkılmakta olan Roma İmparatorluğu'nun ardında bıraktıklarıyla tam bir tezat oluşturacak biçimde, Kuzey Afrika'nın nüfusu azalmıyor aksine hızla artıyordu.
Kuzey Afrika'da yapılan arkeolojik çalışmalar, batıda kentler kaderine terk edilirken, burada hamamlar ve saraylar gibi birçok Roma kamu binasının inşa edilip büyütüldüğünü ve onarıldığını ve Roma'daki evler gibi özel konutların, Roma'nın lüks yaşam tarzını devam ettirmek amacıyla inşa edildiğini ve yıkılıp buna uygun şekilde yeniden yapıldığını ortaya koymaktadır.
Aslında Vandal Kuzey Afrikası kültürel açıdan o kadar Romalılaşmıştı ki Vandalların kendi kişiliklerine dair pek bir şey bilmiyoruz. Yeni yöneticiler, Roma vergi sistemi de dahil olmak üzere Roma eyalet yönetiminin pek çok özelliğini korudular ve bölgedeki Afrikalıları kamuda çalıştırmaya devam ettiler.
Afrika'da entelektüel yaşam da bir ölçüde devam etti. Vandal aristokrasisi, bazen Vandal Rönesansı olarak tanımlanan bir dönemde, geçmişte Romalıların yaptığı gibi Latin Şairlere destek verdi. Luxorius gibi şairler, dizelerinde, günümüz tarihçilerine Vandal krallığının son derece Romalılaşmış kültürüne dair net fikirler veriyor.
Vandallar birçok yönden takdir edilse de, dönemin inanışına aykırılıkları olan Arius Hristiyanlığını kabul ettikleri ve Katolik Hristiyanlara acımasız içinde saldırdıkları için kötü bir şöhret edindiler. Dini bir yerleri istila etmek için bahane olarak kullanan Vandallar'ın sonu 534 yılında geldi. Doğu Roma İmparatorluğu'nun Kuzey Afrika'ya gönderdiği ordular bölgeyi tekrar ele geçirerek, Vandalları tarih sahnesinden indirdiler.
Balkanlar'da Ostrogot Krallığı
Ostrogotlar, MS 4. ve 5. yüzyıllardaki barbar istilaları yaşanırken Balkanlar'a yerleşim kuran Cermen kabilelerinden biriydi. Fazla zaman geçmeden Kral Theodoric'in altında bir araya gelerek, 490 yılında orduları İtalya'ya doğru gönderdiler. Zaten savunmasız ve o yıla kadar istilalardan harabeye dönmüş yarımadayı fethetmişlerdir. Zaten son Roma İmparatoru Romulus Augustulus kısa süre önce bir diğer Romalı-Barbar General olan Kral Odoacer tarafından tahttan alınmıştı.
Roma'nın yıkılışıyla sinir krizine giren Doğu Roma İmparatoru Zeno, Ostrogotların Roma topraklarını terk etmesini gerçekleştirmek ve eş zamanlı olarak sürekli sıkıntıya neden olan İtalyan Kralından kurtulmak için Teoderik'e İtalya'yı yeniden fethetme emri verdi.
Kral Teodorik'in teoride Doğu Roma İmparatoru'nun bir temsilcisi olduğu düşünülüyordu. Fakat kendisini bir Roma lideri olarak tanıtıyordu. Aslında önceki imparatorlarla oldukça az ortak noktası olmasına karşın, Theodoric'i sevenler onu "yeni Trajan" ve "yeni Valentinian" olarak gördüğü söylenir.
Teoderik'in Roma aristokrasisiyle olan iletişimi oldukça tatsızdı. Doğu Romalılarla gerilim tırmanmaya başlayınca, kuşkucu Teoderik kimi önde gelen Romalı aristokratları kendisine ihanet ettikleri iddiasıyla tutukladı.
Hapse atılanlar arasında bir zamanların güçlü senatörü ve bilgini, filozof Boethius da vardı; Boethius ölümü beklerken Roma edebiyatının son büyük eserlerinden biri olan Felsefenin Tesellisi kitabını yazmıştı. Bu yaptığıyla kimi zaman son Romalı olarak anılır.
Barbar istilalarından sonra İtalya'da refah gerilemesi
Teoderik, krallığını kısa bir dönem için siyasi açıdan sürdürebilir tutsa da, bu dönemde İtalya halkının refahı büyük bir kayıp yaşadı. İtalya artık İmparatorluğun geri kalanından gelir ve ekin toplayamaz durumdaydı. Bu nedenle tek başına bir yol haritası izlemek zorundaydı. Sonuçta herkes daha fazla yoksullaştı. Afrika'dan gelen ürünlerin kaybedilmesi kesinlikle ağır bir darbeydi ve dönemin kaynaklarına bakıldığında, İtalya'nın yiyecek kıtlığı çektiği görülebiliyor. Roma kenti MS 2. yüzyılda bir milyondan fazla nüfusu beslerken, artık sadece 20-40.000 civarında bir nüfusla yaşıyordu.
Nüfustaki engellenemeyen düşüşe karşın İtalya, kent kültürünün çoğunu korumuştur. Bunu Roma'nın yıkılışından sonra, birçok insanın kırsal topraklara kaçtığı Batı İmparatorluğu'nun diğer bölgelerinin aksine başarabilmişti. Ostrogot ve daha sonraki Lombard dönemine ait kazı çalışmaları, büyük Roma şehir evlerinin hala işe yaradığını kanıtlamaktadır – her ne kadar yerli popülasyon daha da yoksullaştığı için, giderek daha küçük yapılar inşa edilmiş olsa da.
Özellikle Ravenna, Ostrogotik İtalya'nın başkentiydi ve estetik bir iyileştirmeyle üstünden geçilmişti. Sant' Apollinare Nuovo Bazilikası da dahil olmak üzere birçok harika Ostrogot yapısı günümüzde hala ayaktadır. Ostrogotların İtalya ve arkasındaki topraklardaki egemenliği elbette çok kısa sürecekti. Roma ve Ravenna gibi İtalyan kentleri birçok yönetim için hâlâ önemli birer noktaydı. Dolayısıyla çok zaman geçmeden Doğu Roma İmparatorluğu, Ostrogot yönetiminin karşısına çıkarak yarımadayı 6. yüzyılda yeniden acımasız bir savaş dönemine sokacaklardı.
Fransa ve Almanya'da Frank Krallığı
Frank Krallığı listedeki en kusursuz denilebilecek Barbar toplumlardan biridir. En önemlisi Franklar hakkında birçok şeyi çok doğru şekilde biliyoruz. Çünkü Roma'nın yıkılışından sonra karşı konulmaz bir güç elde ettiler. Hikayeleri oldukça önemli; öncelikle 5. yüzyılda, Roma'nın Galya eyaleti Burgonyalılar, Franklar, Alemanniler ve Vizigotlar ve diğer kabileler arasında bölünerek birden fazla krallığa ayrılmıştı. Franklar, Galya'nın tamamını ele geçirmek için savaşırken kuzeyi işgal etmiş ve nihayet bugünkü Fransa'nın geri kalanını elde tutan diğer Cermen kabilelerinden biriydi. Ayrıca Benelüks bölgesinin yanı sıra, önemli parçası Roma eyaletlerinin dışında kalan Almanya'nın büyük bölümünü kontrol etmişlerdi.
Franklar başlangıçta birkaç fraksiyona ayrılmış olsalar da, çok geçmeden tarihsel anlamda Fransa'nın ilk kralı olmak gibi önemli bir unvana sahip olan Kral I. Clovis'in liderliğinde birleştiler. Clovis güneydeki Vizigotları yok etme seferlerini başlatacak ve Frank Merovenj Hanedanlığı ile beraber istikrarlı ve zengin bir krallık inşa edecektir.
Clovis ayrıca derhal Katolik inancına geçerek Franklara başka bir yönüyle de istikrar getirdi. Çünkü bunu yapan ilk barbar hükümdardı; en önemlisi bu ateşli dönemlerdeki barbar toplumların çoğu Ariusçu Hristiyanlardı. Clovis'in bu faydacı ve zeki hamlesi kendi devletindeki din savaşlarını kökten engelledi. Çünkü diğer birçok Roma sonrası barbar devlet dini ayrışmalar nedeniyle büyük sorunlar yaşayacaktı.
Frank Kültürü kısa süre içinde oldukça refah içinde ilerlemeye başlasa da, yerleşim bölgeleri sonu gelmeyen barbar istilaları yüzünden yıkık bir haldeydi. Bu görüntüye rağmen, kısa süre sonra "Francia" olarak bilinecek olan erken dönem orta çağ Galya'sındaki elitler, Avrupa tarihinin bu sıkıntılı döneminde sorumluluk almış ve böylece kendilerine benzersiz miktarda zenginlik ve güç edinmişlerdi. Ayrıca kendi halefleri olan Karolenj hanedanı yıllar sonra Batı Avrupa'nın en önde gelen kuvveti haline gelecektir.
Erken dönem Orta Çağ Francia'nın zenginliği
Roma sonrası Francia, büyük ve şüphesiz zengi bir Roma sonrası ekonomisini sürdürmeyi başardı. Zaten Geç Roma Dönemi'nde Galya önemli bir endüstri merkezi konumuna sahipti ve Argonne çanak çömleği gibi Galya'ya özgü ürünler Kuzey Avrupa'nın her noktasına ulaşıyordu. Bu önemli ticaret merkezi bir zamanlar Ren Nehri ordularına gıda tedariği sağlıyordu. Dolayısıyla Merovenj Fransası'na büyük bir endüstriyel merkezin miras kaldığını düşünebiliriz.
Francia, Erken Orta Çağ'a kadar ince seramik, metal aletler ve cam gibi ürünleri büyük hacimlerle üretmekten hiç vazgeçmedi. Roma'nın yıkılışından sonra bu ürünlerin alıcıları ciddi oranda azalmış olsa da, bu Frank malları hala Ren Nehri boyunca büyük yollar kat etmeyi sürdürdü. Artık Francia'nın kendisi büyük ve güvenilir bir pazar olmayı başarmıştı. Diğer yandan, Batı'nın diğer yönetimleri daha büyük iç karmaşa, politik bölünme ve bunların sonucu olarak yaşanan ithalat azalması nedeniyle ekonomik olarak çok daha ciddi zarar gördü.
Frank aristokrasisi de zenginleşmesini sürdürdü. Fakat güçlerini yalnızca ordulardaki pozisyonlarından değil, aynı zamanda büyük topraklar edinme yoluyla da alacaklardı. Merovenj döneminden kalma vasiyetnameler bize aristokratların inanılmaz miktarlarda toprak edindiğini gösteriyor. Bu durumda Merovenj sarayının düklerinden ve Merovenj krallarından bahsetmeye gerek dahi yok. Elbette bu durum Frank elitlerinin avantajına olsa da, bu dönemde ortaya çıkan Orta Çağ dünyası, yerine geldiği Roma dünyasından şüphe getirmeyecek oranda gaddardı.
Franklar, Vandalların ya da Gotların tercih ettiği gibi Roma hükümetinin bürokratik yapısını korumaya dikkat etmediler. Erken Orta Çağ Francia'sı pek çok varlıklı insanın oluşmasını sağlasa da, Merovenj hükümeti Roma vergi sistemini uygulamakta etkili olamadı ve kentsel yaşam daha tarımsal bir toplumun oluşmasıyla gerilemeye başladı. Zengin olanlar kırsal bölgelere taşındı ve Roma yaşam tarzı zamanla tahmin edebileceğiniz bir ortaçağ devletini açığa çıkaracak şekilde aşınarak yok olacaktı.
İspanya'da Vizigot Krallığı
Roma'nın yıkılmasına destek olan kabileler içinde Vizigotlar'ın yeni daha farklı. Çünkü MS 410 yılında Roma şehrini yağmalamalarıyla zaten en kötü ünü elde etmişlerdi. Bu hamleleri Roma'yı karışıklık içine sokan Vizigotlar, en sonunda kendi krallıklarını, İber yarımadasının çoğunu ve Galya'nın güneybatısını kapsayacak şekilde kurdular.
Vizigotların İberya'daki egemenlikleri huzurlu bir dönemden geçmedi. Cermen Sueviler ve kuzeyde İspanya Krallığı Navarre'ı kuran ve Bask dilinde konuşan Vasconlar olmak üzere çeşitli yönetimler tarafından sürekli tehdit edildiler. Vizigotlar daha sonra Franklarla dahi sorun yaşadılar ve Fransa'daki topraklarının hepsini kaybettiler.
Tüm olanlara rağmen Vizigotlar, 8. yüzyılın ilk yıllarına kadar ayakta kalan ve Romalılaşmış bir erken dönem orta çağ krallığı inşa etmişlerdi. Vizigotlar halkına Ariusçu Hristiyanlığı aşılamaya çalışmıştı. Bu dini yollu baskılar nedeniyle Vizigotlar, hiçbir zaman tam anlamıyla bir bütün olmadılar.
Vizigot Krallığı birçok koşul dahilinde çok daha uzun sürmüş olsa da, MS 7. yüzyıla geldiğimizde, Peygamber Muhammed Arap yarımadasını birleştirmeyi başaracaktı. Ardından halef olarak kurulan Emevi Hanedanı büyük bir güç ve gaddarlıkla birkaç fetih seferi başlatarak, Orta Doğu'dan Kuzey İspanya'ya kadar olan toprakları ele geçirecekti. O dönemde rakipleri olmayan bu Müslüman istilacılar, Fransa'daki Puvatya Muharebesi'nde mağlup edilmeden önce, MS 711-718 yılları arasındaki kısa zaman içinde İber yarımadasını ele geçireceklerdi.
Vizigot Krallığı'nda yaşam: Ayaklanma ve entegrasyon sorunu
İtalya'daki örnekler gibi, Vizigotlar da Romalıların yaptığı şeklinde 'hükmetmeye' çabalıyordu. Özellikle Güney İspanya'daki arkeolojik buluntular, ekonomi küçülmüş olsa da kentsel yaşamın önceki gibi devam ettirildiğini ve özellikle Sevillalı Isidore'un yazılarına göre, en azından bazı bölgelerde Roma entelektüel altyapısının hayatta kaldığı görünüyor.
Vizigotlar, Latin dilini tercih etmelerinin yanı sıra, Roma sonrası devletlerin en büyük kanun uygulayıcısı olmuşlardı. Romalı hukukçuların yardımıyla kendi kanunlarını yazmadan önce Roma'nın Theodosian Kanunu'nu takip etmeyi sürdürdüler.
Vizigotlar Roma sosyal yaşam tarzını kabul etmeye yönelmiş olsa da, entegrasyon denemeleri İber yarımadasına huzur getirmek için yetersiz kaldı. Vizigot hukuk belgeleri bölgede kritik bir istikrarsızlığın yanı sıra Gotlar ve Romalılar arasında çözülemez bir etnik bölünme olduğunu göstermektedir. Hükümdar ve halkı arasındaki ayrılma, Vizigot Kralı Recared 587'de nihayet Katolikliği kabul edene kadar sürdü. Kral katolik olmayı kabul ederek en azından dini çatışmaların önüne alacaktı.
Vizigotlar daha ucu görünmeyen bir dizi darbe ayaklanmaları yaşamış gibi görünmektedir ve çok daha güçlü olan Frankların aksine, hanedandan güç alan bir monarşi kurgulamayı başaramamışlardır. Doğu Roma İmparatoru I. Justinianus bu karmaşık durumu farketti ve Güney İspanya'da kendine bir toprak edinmeyi başarmıştı. Böylece Vizigotların sorunları katlanacaktı.
Daha sonraki Vizigot Kralları daha talihli görünüyor. Özellikle Kral Leovigild yarımadanın birleşmesini destekleyecek olan bir dizi askeri sefer gerçekleştirirken, adeta bir Doğu Roma imparatorunu örnek alıyordu. Bu seferlerde birliği sağlamak amacıyla Gotlar ve Romalılar arasındaki birkaç yasal sorunu da çözecekti. Gotlar ve Romalılar bir sonraki yüzyılda birleşirken, 700'lerin başında İberya siyasi açıdan hala düzensizdi ve Vizigotlar Müslüman fetihleri döneminde ansızın tarihe gömüldü.
Erken Dönem Anglosakson İngiltere
Anglosakson İngiltere, diğer Roma sonrası halef krallıklardan çok farklıydı. Ada bölgesi olması nedeniyle şüphesiz kendine özgü bir şekilde gelişim sağladı. 410 yılında Romalı birlikler Britanya'dan (bkz: Roma Britanyası) kovulduğunda, eyalet yönetimi hızla yok oldu ve İngiltere uzun bir karanlık çağ yaşadı.
Britanya'daki Roma yaşamı ve kültürü hemen hemen tamamen yok edildi ve Anglosakson yerleşimciler, 1066'daki Norman işgaline kadar İngiltere'yi kontrol altına aldı. Bu süreçte İngiliz kültürünü büyük ölçüde değiştirerek çok uzun bir karanlık çağdan sonra yaşamını sürdürmesini sağlayacaklardı.
5. yüzyılın başlarında İngiliz kıyılarına gelen başka kabileler oldu. Bunlar Açılar, Jütler ve Saksonlardı gve barbar istilalarından önce hakkında neredeyse hiçbir şey bilmiyoruz. Bu kabileler, Roma'nın yıkılışına dahil olan, büyük olasılıkla Danimarka, Saksonya ve Frizya'dan gelen diğer kabilelerden de daha uzak yerlerden gelmişlerdi. Ne Latin dilini ne de Roma kültürünü benimsediler. Bu istilacılar daha önce İngiliz kıyılarına saldırmışlardı. Fakat şimdi korunma isteyen yerliler sayesinde, Roma ordusunun olmadığı topraklarda koruma işi yapıyorlardı.
Aristokrat soyundan gelen bir Roma-İngiliz lider Ambrosius Aurelianus'un istilacılara yönelik yer yer küçük başarıları olduğunu biliyoruz ve Kral Arthur efsanelerine de bu kişi ilham kaynağı olmuş olabilir. Ancak genel anlamda, Erken Dönem Anglosakson İngilteresini bir araya getiren kader anları hakkında çok az şey biliyoruz.
İngiltere'nin sınırları, güneybatıda Cornwall'dan Somerset'e ve Galler'e kadar, asırlar boyunca işgal edilmeden kaldı ve Hristiyan Kelt Britanyalılarının kaleleri olmuşlardı. Bu büyük olmayan Britanya Krallıkları muhtemelen ilk zamanlarda hiçbir zaman çok Romanize olmadılar ve çoğunlukla Kelt kimliklerini canlı tuttular. Zaten Latince yerine Brythonic dilini konuşuyorlardı. Roma'nın yıkılışı Britanya için özellikle zor oldu. Barbar istilalarından kolay kolay kurtulamayacak ve Roma sonrası kurulan krallıklar arasında en az Romalılaşan toplum olacaktı.
Roma sonrası Britanya'da kültürel karmaşa
Erken dönem Anglosakson kültürüne ait arkeolojik kalıntılar, yaşam standartlarında ve ithalatta keskin bir azalma olduğunu gösterse de, bu yönelim aslında Roma'nın yıkılmasından daha önce, kıtadaki politik kargaşanın İngiliz toplumunun yaşam kalitesini giderek daha çok etkilemesiyle başlamıştır.
Roma'nın uluslararası ticaret yollarının aşamalı olarak çökmesi, zaten hızla izole olan bir ada ulusu için yıkıcı sonuçlar getirmiştir. Roma'nın sonlanmasından sonra Britanya'da Roma hükümeti ve vergi sisteminin yerini alan parçalanmış ve isyankar durum ekonomiyi daha da zora soktu.
Roma sonrası kurulan diğer krallıkların tersine, Anglosakson İngilteresi merkezi bir krallık olmayı öğrenemedi, bunun yerine etkisiz krallar tarafından yönetilen birçok küçük devlete ayrıldı. Britanya'da kentsel yaşam hızla bozuldu ve birçok büyük kent merkezi popülasyonunu kaybetti. Yerli Britanyalıların kontrolü elinde tuttuğu Batı'da, eski Demir Çağı'na ait yüksek kaleler, özellikle güvenli yaşamak isteyenler tarafından tekrar işgal edildi.
Elbette kültür de bu süreçte hızla değişti. Anglosaksonlar, yerlileri Hristiyanlıktan Paganizme döndürmek isteyen tek istilacı oluşumdu. Bu durum Roma'yı, 7. yüzyılda Britanya'ya bir misyoner takımı göndermeye mecbur bıraktı. İngiltere, şaşılacak şekilde gerçekten bir karanlık bir çağ yaşadı. Çünkü birkaç yüzyıl boyunca birkaç yazıt haricinde İngiltere'ye dair hiçbir yazılı kaynak yok. Bu dönemdeki Anglosakson İngiltere'si hakkındaki en açık bilgiler, diğer birçok İngiliz mülteciyle birlikte Fransa'nın Brittany bölgesine yerleşen Gildas adlı bir İngiliz keşiş tarafından sağlanmıştır.
Ada yaşamında İngiliz kültürü gelişirken, Eski İngilizce de ilk anda runik olarak yazılan Cermen dili olarak karşımıza çıkıyor. Latin temelli olması için biraz daha zaman geçecekti. Britanya 7. yüzyılda ekonomisini toparlamaya başladı. 8. yüzyılda ise İngiltere hakkında yeniden bilgiler edinmeye başlayabiliyoruz. Daha sonra Anglosakson kültürü zengin bir karaktere bürünecek ve Cermen karakterinin büyük bölümünü korumaya devam edecektir.