Doğu-Orta Afrika ülkesi Ruanda'daki 1994 Ruanda soykırımı sırasında çoğunluğu oluşturan Hutu insanları başta Tutsi azınlık olmak üzere 800.000 kadar insanı öldürdü. Hutu milliyetçileri tarafından başkent Kigali'de başlatılan soykırım, sıradan vatandaşların yerel yetkililer ve Hutu Gücü hükümeti tarafından komşularına karşı silahlanmaya kışkırtılmasıyla akıl almaz bir hız ve vahşetle tüm ülkeye yayıldı. Tutsi liderliğindeki Ruanda Yurtsever Cephesi'nin Temmuz ayı başlarında askeri saldırı yoluyla ülkenin kontrolünü ele geçirmesiyle yüzbinlerce Ruandalı öldü ve 2 milyon mülteci (çoğunlukla Hutular) Ruanda'dan kaçtı. Halihazırda tam manasıyla bir insanlık krizine dönüşen olay daha da kötüleşmişti.
Hutu ve Tutsiler nereden ortaya çıktı?
Ruanda Soykırımı'nın temelindeki Hutu ve Tutsi çatışması Belçikalıların ülkede uyguladığı akıl almaz bir ayrıştırmanın ürünüydü: Belçikalılar halkı vücut yapısı, yüz şekli ve boyuna göre Tutsi ve Hutu olarak ayırmıştı. Belçikalılar önce azınlık olan Tutsileri destekledi ve ayrıcalık verdi. Daha çirkin görülen Hutular çoğunluk olmasına rağmen Tutsiler tarafından eziliyordu. Belçikalılar bu kez 1950'de taraf değiştirdi ve Hutuların yanına geçti. Belçikalılar yapay bir ayrım yaratmış ve halkı birbirine düşürmüştü. Hutular şimdi 60 yıllık zulmün intikamını istemeye başladı.
Ruanda'daki etnik gerilimler
1990'ların başında yoğun şekilde tarımsal bir ekonomisi olan küçük ülke Ruanda, Afrika'daki en yüksek nüfus yoğunluğuna sahip yerlerden biriydi. Nüfusunun yaklaşık yüzde 85'i Hutu, geri kalanı Tutsi ve Ruanda'nın asıl sakinleri olan küçük bir cüce Tva grubu vardı. 1897'den 1918'e kadar Alman Doğu Afrikası'nın parçası olan Ruanda, I. Dünya Savaşı'ndan sonra komşusu Burundi ile birlikte Milletler Cemiyeti altında Belçika vasilliği oldu.
Ruanda'nın sömürge döneminde iktidardaki Belçikalılar, Hutular yerine azınlık Tutsileri destekledi. Bu hamle azınlığın çoğunluğa baskı yaptığı bir eğilim doğurdu ve gerilim şiddete dönüşerek Ruanda bağımsızlığını kazandıktan sonra bile sürdü.
Hutular 1959'da devrim yaptılar ve 330.000 Tutsiyi ülkeden kaçmaya zorlayarak onları daha da küçük bir azınlık haline getirdiler. 1961'in başlarında Hutular, Ruanda'nın Tutsi hükümdarını sürgüne yolladı ve ülkeyi cumhuriyete çevirdi. Aynı yıl düzenlenen Birleşmiş Milletler referandumu ile Belçika, Temmuz 1962'de Ruanda'ya bağımsızlığını verdi.
Ancak bağımsızlığı takip eden yıllarda etnik kaynaklı şiddet devam etti. 1973'teki askeri darbe ile ılımlı bir Hutu olan Tümgeneral Juvenal Habyarimana iktidara getirildi. Sonraki 20 yıl boyunca Ruanda hükümetinin tek lideri olan Habyarimana, Ulusal Devrimci Kalkınma Hareketi (NRMD) adında bir siyasi parti kurdu. 1978'de yeni bir anayasanın onaylanması ile cumhurbaşkanı seçildi ve 1983 ve 1988'de tek aday olarak yeniden seçilmeye devam etti.
Çoğu Tutsi mülteciden oluşan Ruanda Yurtsever Cephesi (RPF) 1990'da Uganda'dan Ruanda'yı işgal etti. Habyarimana, Tutsi insanlarını RPF'nin suç ortağı olmakla suçladı ve yüzlerce kişiyi tutukladı. Hükümet yetkilileri 1990 ve 1993 arasında Tutsilere katliam düzenledi ve yüzlercesini öldürdü. Ateşkes ilan edildi ve 1992'de hükümet ile RPF arasında müzakere başladı.
Habyarimana'nın Ağustos 1993'te önerdiği ve imzaladığı anlaşma ile Tanzanya'nın Arusha kentinde RPF'yi de içeren bir geçiş hükümeti kuruldu. Bu iktidar paylaşımı aşırıcı Hutuları kızdırdı ve kısa süre içinde hızlı ve korkunç adımlar atmalarına neden oldu.
Ruanda Soykırımı başlar
6 Nisan 1994'te Habyarimana ile Burundi başkanı Cyprien Ntaryamira'yı taşıyan uçak başkent Kigali üzerinde düşürüldü ve kurtulan olmadı. (Suçluların kim olduğu hiçbir zaman kesin olarak açıklanmadı. Bazıları Hutu aşırılık yanlılarını suçlarken, diğerleri RPF liderlerini suçladı.)
Uçak kazasından sonraki bir saat içinde Başkanlık Muhafızları, Ruanda silahlı kuvvetleri (FAR) ve Interahamwe ("Birlikte Saldıranlar") ve Impuzamugambi ("Aynı Hedefe Sahip Olanlar") olarak bilinen Hutu milis grupları ülkede barikatlar kurmaya ve Tutsiler ile ılımlı Hutuları sorgusuz bir şekilde katletmeye başladı.
Soykırımın ilk kurbanları 7 Nisan'da öldürülen ılımlı Hutu Başbakanı Agathe Uwilingiyimana ve 10 Belçikalı barış koruma görevlisi oldu. Bu şiddet siyasi bir boşluk yarattı ve askeri yüksek komutanlığa mensup aşırılık yanlısı Hutu Gücü liderleri 9 Nisan'da geçici hükümet kurduklarını ilan etti. Bunlar olurken Belçikalı barış güçlerinin öldürülmesi Belçika birliklerinin geri çekilmesine neden oldu. Birleşmiş Milletler (BM), barış güçlerine bundan sonra kendilerini savunabileceklerini söyledi.
Fransızlar katliamı nasıl destekledi?
Fransızlar Ruanda katliamında birinci elden rol oynadı. Önce Hutu yönetimindeki Habyarimana hükümetini Tutsilerin savunucusu Ruanda Yurtsever Cephesi'ne karşı destekledi. Fransa, genç Hutu milisleri olan Interahamwe ve Impuzamugambi için silah ve askeri eğitim sağladı. Hükümet, milisleri kullanarak Tutsilere soykırım düzenledi. 100 gün süren ve 800.000 insanın öldüğü soykırımın sonunda Fransa Tutsileri soykırımdan koruyacağını söylediği Turkuaz Bölge adında bir güvenli alan ilan etti. Ancak gerçekte yaptığı, soykırımcı Hutuların bölgeden Zaire'ye kaçmasını sağlamaktı.
Amerika'nın katliama desteği
Büyük soykırımın yaşanmasından 3,5 yıl önce, çoğunluğun sürgündeki Ruandalı Tutsilerden oluştuğu Ruanda Yurtsever Cephesi (RPF) komşu Uganda tarafından silahlandırılmış ve eğitilmişti. Bu dönemde, Kampala'daki ABD büyükelçiliğinde bulunan yetkililer sınırdan çok sayıda silahın geçmekte olduğunu biliyordu ve CIA, RPF'nin artan askeri gücünün ülkede etnik şiddeti artıracağını ve yüz binlerce Ruandalının ölümüne yol açacağını fark etmişti. Ancak Washington, Uganda'nın Ruandalı isyancılara yardımını sadece görmezden gelmedi aynı zamanda Uganda başkanı Museveni'ye yaptığı askeri ve kalkınma yardımını artırdı ve ardından soykırım başladığı zaman onu barış elçisi olarak ilan etti.
Katliam Ruanda geneline yayılıyor
Kigali şehrindeki toplu katliamlar hızla Ruanda'nın geri kalan şehirlerine yayıldı. İlk iki hafta içinde Tutsilerin çoğunun yaşadığı orta ve güney Ruanda'daki yöneticiler soykırıma direndiler. Ülke yetkilileri direnenleri 18 Nisan'da uzaklaştırdı ve birkaçını da öldürdü. Rakipler olaylara karşı ya sessiz kaldı ya da cinayete aktif olarak liderlik etti. Yetkililer katillere yiyecek, içecek, uyuşturucu ve para ödülleri verdi. Hükümet destekli radyo istasyonları Ruandalı sivillere seslenerek komşularını öldürmeleri çağrısında bulundu. Üç ay içinde 800.000 kadar insan katledildi.
Bunlar olurken RPF yeniden çatışmaya başladı ve soykırımın yanında iç savaş da şiddetlendi. Temmuz ayı başlarında RPF güçleri, Kigali dahil olmak üzere ülkenin çoğunu kontrol altına aldı. Buna yanıt olarak neredeyse tamamı Hutu olan en az 2 milyon insan Kongo'daki (o zamanki adı Zaire) ve diğer komşu ülkelerdeki mülteci kamplarına sığınmak üzere Ruanda'dan kaçtı.
Bir zafer kazandığına inanan RPF, Arusha'da görüşülen koalisyona benzer bir hükümet kurdu. Başkan olarak Hutulu Pasteur Bizimungu ve başkan yardımcısı ve savunma bakanı olarak Tutsili Paul Kagame seçildi.
Soykırımın örgütlenmesinde kilit rol oynayan Habyarimana'nın NRMD partisi yasadışı ilan edildi ve 2003 yılında kabul edilen yeni anayasayla etnik kökene (Hutu, Tutsi) yapılan atıflar kaldırıldı. Yeni anayasayı Kagame'nin Ruanda'nın cumhurbaşkanı olarak seçilmesi (10 yıllık dönem için seçildi) ve ülkenin ilk yasama seçimlerinin yapılması izledi.
Dünyanın sessizliği
Aynı dönemde eski Yugoslavya'da işlenen zulümlere benzer şekilde, uluslararası toplum Ruanda soykırımına büyük ölçüde tepkisiz kaldı. Nisan 1994'te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, BM'nin Ruanda'ya özel başlattığı barış koruma operasyonunun (UNAMIR) oy birliği ile iptaline karar verdi ve Arusha anlaşmasındaki hükümet geçişine destek olmadı.
Soykırımla ilgili haberler yayıldıkça, Güvenlik Konseyi Mayıs ortasında 5.000'den fazla askerin yer aldığı daha sağlam bir ordunun toplanması yönünde oy kullandı. Ancak bu kuvvetin ülkeye gönderilmesi geciktirildi ve artık vardıklarında soykırım aylar önce tamamlanmıştı.
BM'nin ayrı bir Fransız müdahalesine onay vermesiyle Fransız birlikleri Haziran ayı sonlarında Zaire üzerinden Ruanda'ya girdi. RPF'nin hızlı ilerlemesi, Fransızların yalnızca güneybatı Ruanda'da bir "insani bölge" kurmasıyla sonuçlandı. On binlerce Tutsi'nin hayatını kurtardılar ancak aynı zamanda soykırımı gerçekleştirenlerin (Habyarimana yönetimindeki Fransız müttefikleri) ülkeden kaçmasına yardım ettiler, bu da Fransızların ve BM'nin soykırımı en başından desteklemiş olduğunu göstermiş oldu.
Ruanda soykırımının ardından uluslararası toplumdan önde gelen şahsiyetler dış dünyanın soykırıma kayıtsızlığından ve vahşetin gerçekleşmesini önlemek için harekete geçmemesinden yakındı.
Eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kıpti Hristiyan Boutros Boutros-Ghali, "Ruanda'nın başarısızlığı, Yugoslavya'nın başarısızlığından 10 kat daha büyüktür. Çünkü uluslararası toplum Yugoslavya ile ilgilendi, işin içindeydi. Ruanda ile kimse ilgilenmedi." dedi.
1 milyona yakın insan katledildikten sonra, sergilenen pasifliğin izlerini silmeye yönelik girişimlerde bulunuldu. RFP'nin zaferinden sonra BM'nin UNAMIR operasyonu tekrar hayata geçirildi; ekipler Mart 1996'ya kadar Ruanda'da kaldı ve tarihin en büyük insani yardım çabalarından biri oldu.
Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTR) Eylül 1998'de Jean-Paul Akayesu'yu Ruanda'nın Taba kasabasının belediye başkanıyken yaptıklarından suçlu ilan etti, yargılamanın ardından soykırımdan mahkumiyet giyen ilk kişi oldu.
Ruanda Soykırımı mahkemeleri
Ekim 1994'te Tanzanya'da bulunan Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTR), Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (ICTY) bir uzantısı olarak Lahey'de kuruldu. ICTY, 1945-46 Nuremburg Mahkemelerinden bu yana kurulan ve de soykırım suçunu kovuşturma yetkisine sahip olan ilk uluslararası mahkemeydi.
ICTR, Ruanda soykırımındaki rollerinden ötürü 1995'te bir dizi üst düzey insanı suçlamaya ve yargılamaya başladı; ancak pek çok şüphelinin nerede olduğu bilinmediği için süreç zorlu oldu. Davalar sonraki 10,5 yıl boyunca devam etti. Üç eski Ruandalı üst düzey savunma ve askeri yetkili soykırımı örgütledikleri için 2008 yılında mahkum edildi.