İnsan Beyni Neden Küçülüyor?

İnsan beyni, insan evrimi boyunca küçülmektedir ve bilim insanları bu eğilime katkıda bulunmuş olabilecek birkaç olası faktör tespit etmişlerdir.

insan beyni mri

Kimseyi korkutmak istemeyiz fakat ortalama insan beyninin boyutu küçülmesini sürdürüyor. Bunun için elbette televizyon programlarını veya sosyal medyayı suçlayamayız. Beynin küçülme süreci on binlerce yıl öncesine dayanıyor. Bu durum antropologlar arasında çok iyi biliniyor: Geçmiş kafataslarının ölçümleri ele alındığında, Homo sapiens türünün ortalama beyin hacminin son 40.000 yılda yaklaşık yüzde 10 düştüğü görülüyor. Bu küçülme, insan evriminde milyonlarca yıldır devam eden kafatası genişlemesinin artık tersine doğru döndüğü anlamına gelmektedir.

Bu gözlem sonucunu destekleyen esas kanıtlara göz attıktan sonra, bazı kabul edilebilir açıklamaları inceleyeceğiz. Biraz olsun endişenizi azaltmak için şunu da belirtelim: Taş Devri'ndeki atalarımızdan daha küçük bir kafatasımız olsa da, modern insan beyni, bizimle aynı vücut ağırlığındaki bir primata göre normalden yaklaşık üç kat büyüktür.

Bir müzede sergilenen Lucy isimli dişi Australopithecus afarensis
Bir müzede sergilenen Lucy isimli dişi Australopithecus afarensis

Kafatası (Kranial) Kapasitesinin Artışı ve Azalması

Beyin organı, bedenin ölümünden sonra uzun süre dayanmıyor. Bu engel nedeniyle antropologlar, fosil halindeki kafataslarından yola çıkarak nörolojik değişim süreçlerimize yönelik içgörüler sunmaya çalışır. Beyin büyüklüğü ve buna bağlı gelişmişlik için, bir referans olarak endokraniyal hacmi ölçerler. Yani kafatası içindeki boşluğun ne kadar olduğunu öğrenerek yola koyuluyor. Bu hacim, 4 milyon yıl önceki ilk homininler için de istisnai değildi. İnsan türünün atalarını barındırdığı düşünülen en eski kafatasları (Sahelanthropus, Ardipithecus), yaşayan şempanzelerle orantılı olarak kabaca 1,5 bardak (350 mililitre) kadardır.

Ancak bu dönemden sonra beynin genişlemeye başlaması soyumuzun belirleyici bir niteliği olacaktı. Yaklaşık 4 milyondan kabaca 2 milyon yıl öncesine kadar, Australopith türleri (İlk fotoğraftaki Lucy ve benzerleri) 2 bardak hacme (500 mL) yaklaştı. 1 milyon yıl önce ise bazı Homo erectus insanlar 4 bardağı (1.000 mL) aşacaktı. Bunlarla beraber ortalama kafatası kapasitesi 130.000 yıl önce Neandertal (1.172 ila 1.740 mL arasında değişen örneklerle) ve Homo sapiens'te (1.090 ila 1.175 mL) neredeyse 6 bardağa ulaştı. Ayrıca Homo sapiens türünün boyu da Homo erectus zamanlarından bu yana önemli ölçüde değişime uğramış değil. Öyleyse bu beyin genişlemesinin büyük bölümü, vücutlarımızın büyümesinden ayrı bir süreç olarak gerçekleşti.

Peki, son insanlar arasında nasıl karşılaştırma yapılabilir? 122 adet insandan alınan ölçümlere bakarak, modern yetişkin insanın beyni 900 ila 2.100 mL arasında değişmektedi. Zaten dünya ortalaması 1.349 mL ve bu, Taş Devri'ndeki soyumuzdan daha küçük.

Kraniyal (Kafatası) azalmayla ilgili ikna edici verilere nasıl ulaşıyoruz? Bu veriler aynı ölçüm tekniğini bin yıl boyunca belirli bir bölgeden yüzlerce hatta binlerce kafatası üstünde uygulamış çalışmalarla sağlandı. Örneğin, 1988 tarihli bir Human Biology makalesi, Avrupa ve Kuzey Afrika kıtalarında 12.000'den fazla Homo sapiens crania'yı analiz ettiğini belirtiyor. Buna göre son 10.000 yılda kraniyal (kafatası) kapasitenin erkek türlerinde yaklaşık yüzde 10 (157 mL) ve kadınlarda yüzde 17 (261 mL) azaldığı kanıtlanmış. Benzer bir kraniyal azalma, Sahra altı Afrika, Doğu Asya ve Avustralya da dahil olmak üzere gezegenin başka bölgelerinde bulunan kafataslarında da tespit edildi.

İnsanlar yaklaşık 8.000 yıl önce, Bulgaristan'daki Magura Mağarası'nın duvarlarına avlanma ve inançlarıyla ilgili tasvirler çizdi (Kaynak: Vislupus/Wikimedia Commons)
İnsanlar yaklaşık 8.000 yıl önce, Bulgaristan'daki Magura Mağarası'nın duvarlarına avlanma ve inançlarıyla ilgili tasvirler çizdi (Kaynak: Vislupus/Wikimedia Commons)

Kranial Küçülmenin Açıklanması

Verilerin elde edilebildiği her bölgede görülen ortak süreç şöyle: Buzul Çağı sonrası ferah ve düzenli bir iklimlendirmenin başladığı son jeolojik dönem Holosen başlıyor. Bu dönemle beraber endokraniyal hacimde yaklaşık yarım bardaklık bir azalma gerçekleştiği görülüyor. Bu model ilk önce 1980'ler birerken fark edildi ve bilim insanları birkaç olasılık önermeye başladı.

Verileri olan her bölgeden, Buzul Çağı'nın yerini rahat, istikrarlı bir iklim ile karakterize edilen en son jeolojik dönem olan Holosen'e bırakmasıyla başlayan endokraniyal hacimde kabaca yarım fincanlık bir küçülme olduğu görülüyor. Bu model ilk olarak 1980'lerin sonlarında fark edildiğinden, araştırmacılar bir dizi olasılık önerdiler. Örneğin bazıları bu küçülmenin, Holosen'in daha sıcak iklimi nedeniyle vücut boyunda ve dayanıklılığında küçük bir azalmadan geldiğini söylüyor. Çünkü Buzul Çağı yaşanırken daha büyük boyutlu vücutlar daha avantajlıydı ve ardından iklim ısındıkça dezavantajlı hale gelmeye başladılar. Fakat antropolog John Hawks bu fikre karşı çıkıyor. Çünkü tespit edilen beyin küçülmesinin, yalnızca biraz daha küçük vücutlara sahip olmak ile ifade edilemeyecek kadar büyük bir değişim olduğunu düşünüyor.

Diğer bilim insanları, beyinlerin enerji tüketimi açısından lüks organlar olduğu gerçeğini öne çıkarıyor. Modern insan beyni, vücut ağırlığımızın yalnızca yüzde 2'sini oluşturmasına rağmen, aldığımız enerjinin neredeyse dörtte birini tüketiyor. Diğer yandan ilginç bir fikre göre, insanlar edindikleri bilgileri harici olarak biriktirmenin yollarını bularak – mağara sanatı, yazı, dijital medya – beyin kütlelerinin bir miktar küçülmesine neden oldu.

Fakat neredeyse en inandırıcı hipotez, Homo sapiens'in kendi kendini evcilleştirmek zorunda kalmasıdır. Bu öneri, hayvan evcilleştirme içgüdümüzden yola çıkılarak yapıldı. Koyunlar, köpekler ve diğer evcilleştirilmiş türlere baktığımızda, bir dizi fiziksel ve karakteristik özellik yönünden vahşi atalarından tamamen farklı olduklarını görüyoruz. Bu farklılıklar arasında itaat, azalan ürkeklik, yetişkin çağında dahi genç görünme ve daha küçük beyin yer alıyor.

Araştırmalar, toplu evcilleştirme sendromu'nda görülen bu tipik özelliklerin aynı hormonlardan ve genlerden etkilendiğini kanıtlamıştır. İnsanlar, kendilerinde olan özellikleri hayvanlara vermek için bu hayvanları seçici bir şekilde yetiştirdiler. Böylece günümüzdeki evcil ve çiftlik hayvanlarının oluşumunu sağladılar. Kendi kendini evcilleştirme hipotezi – ya da antropolog Brian Hare'in "en cana yakın olanın hayatta kalması (survival of the friendliest)" olarak tanımladığı şey – bunu kendimize de uyguladığımızı gösteriyor.

Düşünce şudur ki, Taş Devri'ndeki insan gruplarında yardımsever, akılcı karakterlerin hayatta kalma ve çocuk sahibi olma ihtimallari, kavgacı, agresif olan insanlardan daha fazlaydı. Bu anti-sosyal tercihler, vücut ve beyin boyutu da dahil olmak üzere fiziksel özellikleri de değiştiren hormonları düzenleyen genlerle ilgiliydi. Yıllar içinde, "en cana yakın olanın hayatta kalması", ortalama olarak daha zayıf bedenlere ve beyinlere sahip insanların üremesinin yolunu açtı. Bu nedenle, kafatası boyutunda – ve elbette zekada – bir küçülme olmasına karşın, insanlar arasındaki işbirliği gelişti ve daha fazla kolektif bilinç ortaya konuldu. Öyleyse birkaç sosyal küçük beyin, yalnız ve bir büyük "küçük bardağı" şühpesiz alt edebilir.