MÖ 2500 civarında, güneydoğu Mezopotamya'daki Sümer kent devleti Lagaş'ta Ur-Nanşe olarak bilinen bir lider iktidara geldi. Lagaş bu tarihten önceki 500 yıl boyunca Mezopotamya'da kurulan bir dizi kent devletinden biriydi ve Kral Nanşe'nin kurucusu olduğu hanedan buraya beş nesil boyunca hükmedecekti. Bu yazımızda çivi yazısından ilk alfabeye ve modern dile uzanan yolu anlatacağız. Başlamadan önce Yazının hikayesi ve tarihsel gelişimi yazımızda yazının kronolojik değişimini okuyabilirsiniz.
Çivi yazısının icat edilmesi
İncelemelere göre Ur-Nanşe'nin etkisi çok geniş bir alana yayılmıştı. Bir kil tablette şöyle der: "Dilmun gemileri yabancı ülkelerden ona haraç olarak kereste getiriyorlardı." Bu cümle tarihçileri çok ilgilendirmektedir, çünkü bazı bilim insanı "Dilmun"un, Basra Körfezi'ndeki İndus Vadisi'yle kültürel bir bağlantı oluşturan Bahreyn olduğuna inanmaktadır. Ancak bu tabletin ilginç olmasının çok daha önemli bir nedeni daha vardır; kesinlikle en eski yazıt olmamakla beraber, tarihi bir olayın yazıyla kaydedilmesinin ilk örneklerinden biridir.
Kente dayalı kültürlerin ilkini yaratan Sümerler MÖ 3500 civarında, bugünkü Irak'ta Dicle'nin taşkın ovaları boyunca yerleştiler. Çorak ama bereketli bataklıklar yavaş yavaş tarlalara çevrildi ve bir dizi kent devleti doğdu. Bunların her biri birkaç bin kişilik küçük bir şehir boyutlarındaydı. Toprak bereketliydi, ancak kentler sert taş, maden ve kereste gibi mallar için çok uzaklarla ticaret bağlantıları kurmak zorundaydı.
Yüzyıllar boyunca hiçbir kayıt tutulmadı. Tüm ortak faaliyetler; yani alışveriş savunma işleri kanal yapımı sözlere, geleneklere ve belleğe dayanılarak yürütüldü. Ancak kent yaşamı daha karmaşık hale geldikçe rahipler, hükümdarlar ve tüccarlar kayıt tutmak zorunda kaldılar. 3000 civarında Sümerler birkaç santimetrekarelik kil tabletler üzerinde rakamlardan oluşan muhasebe kayıtları tutuyorlardı.
Hemen hemen aynı dönemde yaklaşık 1600 km ötedeki Mısır'da yazının erken biçimi doğdu, Mısır ve Mezopotamya arasında ilişki olduğuna dair bulgular vardır, bu nedenle Mısırlılar yazı yazma kavramını Sümerlerden öğrenmiş olabilirler. Ancak, onların buldukları semboller çok farklıydı. Mısırlıların hiyeroglif dedikleri resim-işaretleri önceleri taşa kazınıyordu. Daha sonra duvarlara ve Nil'deki lifli papirüs bitkisinden yapılma kağıtlara boyayla yazılmaya başlandı.
Bir kalemle minicik bir iz
Yaklaşık MÖ 3000'den itibaren Sümerlilerin minicik tabletleri, yerlerini resim taslakları gibi kol üstünde tutulan kilden levhalara bıraktı. Şehirler gelişmeye devam etti ve zaman zaman çevredeki tarım bölgelerinde yaşayanlarla birlikte nüfus 50.000'lere varır oldu. Artık hükümdar tebasıyla doğrudan temas edemiyordu. Kayıtlar daha gelişmiş amaçlara hizmet eder oldu.
Kil tabletlerin üstündeki resimler değişmeye başladı. Islak kilin üstüne resim çizmek pis bir iş olduğundan, yazıcılar sazdan kalemlerin çivi biçimindeki uçlarıyla kile bastırıp, nesnelerin resmini kabaca çizecek şekilde üçgen işaretler yapmaya başladılar. Toplam 2000'den fazla nesneyi temsil eden ilk resimler stilize birer şekil halini aldı ve "çivi yazısı" olarak tanındı.
Bu sistem, işaretleri ve temsil edilen nesneleri bilen topluluklarda tedarik listeleri ve satış belgeleri için iyi işliyordu. Ancak uzaktaki görevlilere verilen talimatlar, anlaşmalar ve olayların ayrıntılı anlatımı söz konusuyken eski çivi yazısı yetersiz kalıyordu. Bu noktada hem Mezopotamya'da hem Mısır'da işaretlerin bir görüntüyü değil de, bir sözcüğün sesini temsil ettiği yeni bir yazı biçimi gelişti.
Hecelere dayanan yeni sistem resimli bir bulmaca gibi işliyordu. Çoğu dilde farklı şekilde yazılan ve farklı anlamlar taşıyan, ancak kulağa aynı gelen sözcükler vardır. Bu tür ayrımsamalar kullanılarak, sözcüklerin yan yana getirilmesiyle resmi çizilmeyecek kavramlar da ifade edilebiliyordu.
Bir ağızda pek çok dil
Çivi yazısında her hece, kökleri artık unutulmuş bir fiziksel nesneye dayanan bir işaretle temsil ediliyordu. Önemli olan işaretlerin simgelediği bilgi, yani sesler ve anlamlardı. "Ka" Mısır hiyerogliflerinde de kullanılan resim yazısında "ağız" anlamına gelen ortak bir işaretti. Ancak bir şeye sahip olmayı da ifade ediyordu. Yazıcılar "adamın evi" için üç işaret kullanıyorlardı. "Adam-ev-ait olmak". Tıpkı bugünkü Yeni Gine'de kullanılan karma Picin dilinde, örneğin bir kayığın burnunun, nos bilong kanu "burun ait-kano" şeklinde belirtilmesi gibi.
Bu karmaşık yapı daha fazla esnekliğe ve sadeliğe olanak tanıyordu. Sembollerin sayısı 600'e indi ve yazılı dil tüm modern işlevlerini yerine getirmeye hazır bir hale geldi. Sümer dünyası değiştikçe kayıtlar da hızlandı. Bir kil tablette yolsuzluğun arttığı ve hükümetin bununla nasıl başa çıktığı anlatılmaktadır.
Sümerler MÖ 2800 civarında yalnızca çok katmanlı bir toplumsal yapı geliştirmekle kalmamış, yasaları, anlaşmaları, hesapları, evlilikleri, tapuları ve edebi eserleri de kayda geçirmenin yeni bir yolunu bulmuşlardı. Tarihin ilk imparatorluğunu kuran Akadlar, Sümer kentlerini fethettiler ve yönetmek için Akad dilini kullandılar. Ancak tıpkı Latince'nin Roma'nın düşüşünden sonra da kullanılmaya devam etmesi gibi, Sümerce de yüzyıllar boyunca varlığını sürdürdü.
Çivi yazısı daha da kalıcı oldu. Bugünkü İran topraklarında yaşayan Elamlar onu kendi yazılarının yerine geçirdiler. Yazı, MÖ 1500'de Anadolu'ya geldi ve Hititler ile Hurriler tarafından kullanılmaya başlandı. MS I. yüzyılda bugünkü Irak'ta çivi yazısının bir türü hala kullanılmaktaydı.
Yazının Mezopotamya ve Mısır'da doğuşundan yaklaşık 1000 yıl kadar sonra çok uzaklarda, Himalayalar'ın ötesindeki Çin'in Sarı Irmak vadisinde bir başka yazı türü icat edildi. Bilinen en eski Çin yazıları MÖ 1600'den kalmadır. Sonraki 5000 yıl boyunca bu erken semboller pek az dış etki altında kalarak modern Çin harflerine dönüştü ve kökleri doğruca tarihe uzanan Çince, günümüzde hala kullanılan yazıların en eskisi oldu.
Yazı neden o kadar önemliydi?
Yazı, insan evriminin uygarlık olarak bilinen aşamasının başlıca ayırt edici unsurlarından biridir. Batı dillerinde uygarlık sözcüğü Latince civis yani "kentli" köküne dayanır. Uygarlığın gelişmesiyle insanlar etkinliklerini daha geniş alanlara yayıp bilgiyi bir kuşaktan bir kuşağa aktarmaya başladılar.
Küçük topluluklar büyük olasılıkla kişisel temaslarla yeterli iletişimi kurabiliyordu. Ancak nüfus hem teknolojik hem de sosyal açıdan farklılaşarak toplum çok katmanlı bir yapıya ulaştığında, kişisel temaslar artık yeterli olmadı. Karmaşık toplumsal yapılar resmi, kalıcı ve büyük ölçüde yazılı iletişimi gerektirdi.
Yazının geliştirilmesi insanların konuşma olmadan iletişim kurabilmelerine olanak tanıdı. Liderler artık buyruklarını uzun mesafelere kadar duyurabiliyor, habercinin belleğine güvenmek zorunda kalmıyorlardı. Nesneler, olaylar ve düşünceleri kaydedip yıllar sonra kesin bir biçimde anımsayabileceklerdi. Uygarlıkların birikmiş bilgeliği, gelecekteki nesillere de ulaşacaktı. "Tarih" başlamıştı.
Yazının icadı, toplumların daha çeşitli, farklılaşmış ve gelişmiş bir yapıya doğru gelişmesine yol açtı. Bu da hukuk, ticaret, yönetim, gıda imalatı, üretim, eğitim ve edebiyat gibi toplumun çeşitli yapıları için anlam taşıyordu.
"Öküz" yazmanın üç şekli
Antik Dünya uygarlıkları farklı yazı biçimleri tasarlamakta çok ustaydılar. İlk yazılar bilindik nesnelerin basit çizimleri olup, bunlara resim-yazı deniyordu. Bunlar zamanla resmin aslına hiç benzemeyen daha gelişmiş şekillere dönüştü.
Mısır'da "Öküz" hiyeroglifi bir resim-işaret ve iki kolla temsil edilen fonetik ka sembolünden oluşuyordu. MÖ 2500'te papirüs üstüne hızlı yazan yazıcılar şekli daha akıcı el yazısı formuna dönüştürdü. Daha sonra hiyeratik ya da "rahip yazısı" kullanılmaya başlandı. MÖ 650'de daha demotik ya da "popüler" hali geliştirildi.
Çin'de Shang hanedanı döneminde "öküz" için resim-sembol kullanılıyordu. Yazı fırçasının bulunmasından sonra, işaret düz çizgilere dönüştü.
Yazıdan önce kayıtlar nasıl tutuluyordu?
Üzerine sayı çiziği atılmış kemik şeklindeki en eski kayıtlar yaklaşık 50.000 yıl öncesinden kalmıştır. Bu kemiklerin çoğundaki işaretler dizisinin belirli bir zaman süresi içerisinde tamamlanmış olması bazı uzmanları, kemiklerin av hayvanları, sürüler, savaşçılar ya da ayın dönemleri gibi varlık ve oluşumların sayısını tutmakta kullanıldığı sonucuna götürdü. Bu kullanım tıpkı, tarih boyunca belleğe yardımcı olarak kullanılan sopaya çentik atmaya benziyordu. Hesap tutmanın daha gelişmiş yolu iplere düğüm atma şeklindeydi. Bu yöntem de Güney Amerika'da İnkalar tarafından geliştirilmişti.
İnkaların renkli iplerden ve düğümlerden oluşan sistemi basit olmakla birlikte, 775.000 kilometrekareye yayılan bir imparatorluğun yönetimine yardımcı olabilecek kadar da gelişmişti.
Resimlerin kullanılması daha belirgin bilgiler sağladı. Bazı kızılderililer konuklarına nereye gittiklerini ve ne yaptıklarını haber vermek için çadırlarının önünde üstüne kano, geyik ve çadır şekilleri çizdikleri ağaç kabukları bırakırlardı. Bu ilkel resimlerde kolayca tanınan nesneler bulunurdu. Ancak daha gelişmiş-yazılarda simgeler soyut bir biçimde kullanılabiliyor ya da bir arada daha karmaşık düşünceleri oluşturabiliyordu. Erken Sümer yazılarında ağız çizmek aynı zamanda "konuşmak" anlamına da geliyor; bir dağ ve kadın çizmek, köleler dağlarda ele geçirildikleri için "köle kız" demek oluyordu.
Bu türden sistemler aktarabildikleri anlam bakımından sınırlıydı. Olanakları ve gereksinimleri gitgide büyüyen, daha ayrıntılı ve karmaşık yönergelere ihtiyaç duyan toplumlar yeni bir yazı türü bulmalıydı.
İnkaların yazı sistemi yoktu, ancak bilgiyi ipler ve düğümlerle kaydetmek için karmaşık bir yöntem geliştirmişlerdi. Kipu olarak bilinen her düzen bir ana ip ve ona bağlı, sayıları 100'e varan renkli iplerden oluşuyordu. İpin düğümünün ve düğümlerin arasındaki mesafenin ayrı ayrı anlamları vardı, ne var ki bu şifre bugün hala çözülememiştir.
Tarih öncesinde insanlar tarafından kullanılan bazı kayıt yöntemleri günümüze kadar gelmiştir. Nesneleri, fikirleri ya da sayısal bilgiyi temsil eden resimyazı sembolleri XIX. yüzyılda kuzey Amerika kızılderililer tarafından hala kullanılmaktaydı. Avustralya Aborjinlerinin yaptığı üzerine çentik atılmış ya da çeşitli desenler çizilmiş sayma çubukları daha sonraları da kullanılmıştır.
Resim-işaretlerden ABC'ye
Alfabeye doğru ilk adımlar sembollerin yalnızca nesneyi değil nesnenin sesini de temsil etmesiyle atıldı. Bunların bir arada kullanılmasıyla yeni sözcükler oluşturuldu. Alfabeler zamanla ilk kaynaktan uzaklaştı ve altta gösterildiği gibi farklı biçimlere dönüştü.
MÖ 1000'lerde Yakındoğu'da oluşturulan alfabe, Yunan harflerinin temelini oluşturur. Latin alfabesi de onlardan türemiştir. Alfabe kelimesi aleph (öküz), beth (yuva) anlamına gelen ilk iki Sami karakterinden türemiştir. Yunanlılar sesli harflere bazı işaretler eklemiş ve kelimeleri soldan sağa okunacak şekilde düzenlemiştir.
Kiril bugünkü Rusça, Bulgarca, Ukraynaca ve Sırpça yazmakta kullanılan 43 harflik alfabe; IX. yüzyılda Yunan alfabesinden türemiştir.
Arap alfabesi önce Arap aleminin sonra da bütün İslam aleminin 28 sessiz harften oluşan alfabesi; bir Kuzey Sami lehçesi ve büyük olasılıkla Aramca'dan gelişti.
İbrani alfabesi Tevrat'ın yazısıdır. Kuzey Sami lehçesinden gelişen 22 sessiz harften oluşmaktadır ve sesli harf yoktur. Arapça gibi sağdan sola yazılır.
Devanagari alfabesi Sanskritçe de dahil olmak üzere Hint dilinin başlıca edebi yazısıdır. 46 işaretten oluşur ve yine Sami yazısından geldiğine inanılmaktadır.
Alfabe ne zaman bulundu?
Dünyanın bütün alfabelerinin tek bir ana alfabeden, Kuzey Sami alfabesinden geldiği düşünülmektedir. Bu alfabe, MÖ 1700'de Suriye ve Filistin'de Sami dilini konuşan halklar tarafından geliştirilmişti. Alfabenin buluşundan önce yazı basit resim-yazılardan veya hece işaretlerinden oluşuyor, her işaret farklı bir heceyi temsil ediyordu. Dilde yüzlerce farklı hece kullanıldığından, bu durum yüzlerce işaretin ezberlenmesini gerektiriyordu.
Hecelerin nispeten az sayıda temel sesten oluştuğunun fark edilmesiyle bir sonraki aşamaya geçildi. Çoğu dilde bu seslerden en fazla 20 ya da 30 tanesi kullanılır. Alfabe sistemi de her ses için bir sembol kullanılmasına dayanır. Bu sembollere verilen isimler simgeledikleri nesnelerin isimleriyle aynıydı.
Yunanlılardan sesli harfler
MÖ 1050'de Fenike halkı 22 harflik bir alfabe kullanıyordu. Fenikeliler kuzeyde ve batıda Yunanistan'a güneyde Mısır'a ve doğuda Mezopotamya'ya uzanan ticaret yollarının odak noktasındaydılar. Yunanlılar onların alfabesini Avrupa'ya ulaştıracak bir dizi sesli harf eklediler. Sonuçta Batı'nın bütün alfabeleri Yunan alfabesine dayanmaktadır. Bir versiyonu Doğu Avrupa'ya geçti ve Kiril alfabesi oldu; bir diğerinden ise modern Latin alfabesi türedi. Latince yazılar MÖ 7. yüzyıldan itibaren görülmektedir.
İlgili: Lübnan'ın Tarihi: Fenikeliler ve Kenanlılar
Alfabenin kullanılması daha fazla insanın okuyup yazmasına yol açtı. Çivi yazısı ile hiyeroglifler yüksek eğitimli yazıcıların işiydi. Alfabenin kullanılmasıyla daha büyük bir okur yazar sınıfı doğdu. Pompeii duvarlarındaki seçim yazıları, Hristiyanlığın başlangıcına gelindiğinde okuryazarlıkta ne kadar büyük artış olduğunu göstermektedir.
Sırları çözülmemiş yazılar
Uzmanlar eski yazıları çözmekte büyük başarı elde etseler de, bazıları hala okunamamış durumdadır. 4000 yıl önce İndus Vadisi uygarlığınca kullanılan 300 işaretli alfabe ile MÖ 5000'den 1100'e dek Girit'te kullanılan Lineer A adındaki alfabe bunlar arasındadır.
Orta Amerika'da Mayalar MS 250'de yaklaşık 850 resim işareti içeren karmaşık bir yazı geliştirmişlerdi. Bu işaretler günümüzdeki Maya lehçeleri arasında pek çok bağlantının bulunduğunu söylemektedir ve son yıllarda bu yazının çözülmesi konusunda ilerleme kaydedilmiştir.