Antik Mısırlılar mumyalama yapan tek kültür değildi. Mumyalamayı uygulayan ve antik Mısır'dan çok daha eski olan, başta Güney Amerika merkezli kültürler var. Bu kültürler dünyanın birçok farklı yerindeler ve bazıları mumyalama geleneğini hala sürdürüyor. Çoğu kültür işlem için tuz kullandı. Uygulamanın temelinde ölümden sonra yaşama inanmak ve ruhun bedene geri döneceği gün için vücudu bozulmaktan korumak var. Bazıları ise ölülerini "unutmak" istemedi. Ancak basit değildir ve bir bakıma kimya ve biyoloji gerektirir.
Antik Mısır ilk değil
Antik Mısır'da mumyalama MÖ yaklaşık 3000'de başladı. Tarihte Mısırlılar mumyalamaya en yüksek düzeyde önem vermiş toplum olduğundan bugün uygulamayla en yakından ilişkililer. Kalp haricinde beyin dahil tüm organları çıkarıyor ve vücudu reçine kaplı yüzlerce metrelik beze sarıyorlardı. Uygulamayı çölün kurak ortamında keşfettikleri bozulmamış cesetlerle keşfettiler.
Roma'nın Mısır'a hükmetmesi ve birçok Mısırlının Hıristiyan olmasıyla birlikte Mısır'da mumyalama sanatı MS 4. yüzyıl ile 7. yüzyıl arasında bitti. Ancak Mısırlılar en az 3000 yıllık dönemde tahminen 70 milyon mumya yaptı. Bugün Mısır'da hala yeni mumyalar keşfediliyor ve bize Mısırlıların insan biyolojisi üzerine ne denli usta olduklarını gösteriyor (Beyni önemsiz bulmaları hariç). Bununla birlikte dünyanın farklı kültürleri de mumyalama üzerine bilgi sahibiydi.
Günümüzde mumyalama
Mumyalama bugün hala uygulanıyor: Avustralya'nın kuzeyinde ve Endonezya'nın doğusunda yer alan Papua Yeni Gine insanları bugün ölülerini mumyalar. Bunun için önce dumanla kürleyip ardından koruyucu kil tabakasıyla kaplıyor ve mumyaları köylerine tepeden bakan bir iskeleye koyuyorlar. Mumyalama Papua Yeni Gine ve diğer Güney Pasifik adalarında bir zamanlar daha yaygındı. Özellikle 19. ve 20. yüzyılın başlarına dek böyle sürdü. Ölülerini gömerek onları unutmak yerine bedenlerini korumanın yollarını aradılar ve de buldular. Ancak iklim farkından dolayı antik Mısır'ın aksine cesetler 50 yıldan fazla dayanmaz.
Mumyalamanın kökeni Güney Amerika
Bugünkü Şili bölgesinde yaşayan Chinchorro adlı bir balıkçı kabilesi MÖ 5000 gibi bir tarihte ölülerini mumyalıyordu. Bu tarih antik Mısır'dan binlerce yıl öncedir. "Çinçorro" halkı, cesedi parçalara ayırıp, çürümeyi önlemek için iç organları kimyasalla kapladı. Sonra parçaları yeniden birleştirdiler.
Birleştirme için omurga, kol ve bacaklara ahşap destekler eklediler ve vücut boşluğunu lif veya tüyle doldurdular. Vücudun dışı kil ile kaplanıp boyandı. Her iki cinsiyetten bebek, çocuk ve yetişkin mumyalar bulunmuş ve Çinçorrolar bazı mumyalara daha yüksek özen göstermiştir.
Çinçorro'dan sonra, daha kuzeyde Paloma'da yaşayan bir başka Güney Amerika kıyı toplumu da ölülerini MÖ 4000 gibi bir tarihte mumyalıyordu. Palomalılar çürümeyi durdurmak için tuz kullandılar ve ölülerine dizler göğse gelecek ve eller birbirine kenetlenecek biçimde pozisyon verdiler. Cesetler kamış hasıra sarılıp evlerinin zeminine gömüldü.
And insanlarının ölüleri koruma geleneği MS yaklaşık 1100 ila 1500'deki İnka döneminde yani 5000 yıl sonra bile hala sürüyordu. Çoğu İnka mumyası o bilindik cenin pozisyonuna getirilmiş ve deri veya kumaşa sarılmış veya sepete yerleştirilmiştir. Ayrıca büyük seramik kavanozlara oturtulanlar vardır. Bu nesneler renkli dekore edildi ve giysi ve diğer eşyalarla gömüldü. Arkeologlar İnkaların yalnızca seçkinlerini değil, tüm ölülerini mumyaladığına inanıyor.
İspanyollar 1500'lerde ve 1600'lerde İnka'yı fethettiğinde mumyalamayı putperestlik ilan edip yasakladılar. Ancak İspanyollar bunun ardından sayısız İnka mezar alanını yok etti. Kısmen dini nedenle olsa da aslında mumyalarla gömülen altınları yağmaladılar. Sonuç olarak geriye az sayıda İnka mezar alanı kaldı.
1875'te arkeologlar Peru kıyısındaki Ancón'da devasa bir mezar alanı ortaya çıkarmıştır. Yaklaşık 6 metre derinliğinde yüzlerce kuyuda son derece iyi korunmuş bedenler bulundu. Görünüşe göre bölgenin kuru iklimi ve yüksek tuz içeriğinin çürümeyi önlediği biliniyordu. Mumyalar kumaşa, yosunlara, yapraklara, hasırlara ve kürklere sarılıydı. Pek çok mumyanın tepesinde, mezarın karanlığına bakan gözlerle süslenmiş sahte bir baş vardır.
Belki de en dikkat çekici İnka mumyaları, İnka'nın tanrılarına insan kurbanlar sunduğu yüksek dağ zirvelerinde bulunanlardır. And Dağları'nda yıllar içinde bu adak insanlardan yaklaşık 115 tane bulundu. 1995 yılında Peru And Dağları'ndaki Ampato Dağı'nın tepesinde henüz onlu yaşlarında genç bir kızın cesedine rastlanmıştır. Adına "Juanita" denildi ve şimdiye dek keşfedilmiş en iyi korunmuş İnka mumyasıdır. Uzun siyah saçı, zarif boynu ve iyi kaslı kolları olan Juanita, kaliteli kumaştan bir kozaya sarılmış halde altın ve gümüş heykel, mısır çuvalları ve diğer sunularla bulundu. 1996'da ise başka bir adak insan olan "Sarita" mumyası keşfedildi.
Yine Amerika'nın güneybatısında yaşayan Anasazilerin ölülerini nasıl mumyaladığı tam olarak bilinmez ancak mağaralarda ve kaya deliklerinde kürk ve deri battaniyelere sarılmış halde MS 100 yılına dek uzanan mumyalar bulunmuştur. Bu mumyaların çoğu yeni bir çift sandalet giydirilmişti ve muhtemelen sonraki yaşamlarında kullanmaları içindi.
Kuzey Amerika mumyaları
Mumyalama yöntemleri mevcut gereçlere göre kültürden kültüre farklılaştı. Alaska'ya yakın Aleut Adaları'nda yaşayan Aleutlar ölülerini mumyalarken organlarını çıkardı ve boşluğu kuru otla doldurdu. Sonra cesedi dereye yatırıp akan suyun vücuttaki yağları çözmesini ve geriye yalnızca kas ve deri kalmasını beklediler. Ardından ceset çömelme pozisyonunda bağlandı ve açık havada kurutuldu. Mumya kuruduktan sonra birkaç kat su geçirmez deri ve dokuma giysilere sardılar ve mağaraya yerleştirildiler. Burada ya tavandan sarkıtılır ya da nemli zeminden uzak tutmak için yükselti üzerine yatırılırdı. Bir Aleut mağarasında 250 yıl öncesine ait 50'den fazla mumya bulunmuştur.
Kendiliğinden mumyalananlar
En etkileyici bazı mumyalar tesadüfen mumyalananlardır. 1991'de Alman dağcılar Avusturya-İtalyan sınırına yakın bir buzulun tepesinde donmuş bir ceset buldu. Cesedin üstünde ot kaplı pelerin, oklar ve elinde bir yayın yanı sıra sıcak tutması için otla doldurulmuş bot vardı. Radyokarbon tarihlemesi "Buz Adam" denilen Ötzi'nin MÖ 3350 ile 3300 arasında ölen biri olduğunu gösterdi. Bu da onu dünyanın en iyi korunmuş, en eski mumyası yapıyor.
1972'de avcılar Grönland'ın Qilakitsoq denilen terk edilmiş yerleşim yerinde Kuzey Amerika'daki en iyi korunmuş cesetlere rastladı. Yaklaşık 500 yıl önce ölmüş "Grönland Mumyaları" arasında altı aylık bir bebek, dört yaşında bir erkek çocuk ve çeşitli yaşlarda altı kadın vardır. Sığ bir mağarayı saran kayayla çevrili cesetler, sıfırın altındaki sıcaklık ve nemsiz, kurutucu rüzgar sayesinde doğal olarak mumyalandı. Sekiz cesedin üzerinde çoğu fok derisinden yapılmış 78 parça giysi bulundu.
Kuzeybatı Avrupa'nın bataklığında çalışan turba kesiciler yıllar içinde yüzlerce mumya bulmuştur. Turba bataklığının süngerimsi yapısı, oksijenin aşağıya gitmesini engeller. Böylece bataklığın doğal asidik ortamı cesetleri mumyaya dönüştürür ve ona kahverengi bir renk verir. En eski "bataklık mumyaları" Demir Çağı'ndan geliyor (MÖ 400 ile MS 400 arası) ve Kelt veya Cermen insanlarıdır. Avrupa bataklıklarında bulunmuş mumyaların çoğu şiddetli biçimde öldürülmüştür. Boğazları kesilmiş ve kafatasları kırılmış bu bireyler tıpkı Çin'deki Taklamakan Çölü'nde bulunan mumyalar gibi bir ritüelin kurbanı olabilirler.