İngiliz İç Savaşı (1642-1651) hakkında genel bir yazı hazırladık. Avrupa'da din savaşlarının ortalığı yakıp yıktığı dönem 17. yüzyılın ilk yarısıyla başlamıştır. Martin Luther'in Almanya'nın Wittenberg kentindeki All-Saints Kilisesi'nin kapısına Doksan Beş Tez'ini asmasından bu yana 101 yıl geçmişti. Yıllar içinde biriken öfke, o zamana kadar Protestan Hristiyanlar olarak bilinen Protestanlık yanlılarını ve Katolik aşırı dinci ve din adamlarını Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) olarak bilinen çarpışmalarda karşı karşıya getirdi. Bu din savaşı İngiltere'ye sıçradığında, sonuçları İngiliz devletini yeniden düzenleyecek kadar etkili olmuştu. Ayrıca John Locke gibi yeni yeni ortaya çıkan liberal düşünürler üzerinde de önemli bir siyasi ve felsefi etkinin oluşmasına neden oldu.
Birkaç asır sonra Amerika Birleşik Devletleri dini özgürlük ideolojisini inşa ederken de İngiliz İç Savaşı göz önünde tutulmuştur.
İngiliz Protestanlığının Kökeni ve İngiliz İç Savaşı'nın Başlangıcı
İngiltere'de Protestanlık, Kral VIII. Henry'nin (1509-1547) bilinen hikayesine dayandırılır. Babasının ardından Tudor Hanedanı'nın ikinci hükümdarı olan VIII. Henry, veraset konusunu garanti altına alabilecek bir erkek varise sahip olmakta zorlanıyordu. Kral, veraset sorununu çözmek için istemediği hamlelerde bulunarak altı farklı kadınla evlilik yaptı. Yaşamı boyunca sekizi erkek olmak üzere on iki (meşru ve gayrimeşru) çocuğa sahip olmasına rağmen, bu çocuklardan yalnızca dördü yetişkinlik çağını görebildi.
Henry ilk evliliğini bir İspanyol prensesiyle yaptı: Aragonlu Catherine. Catherine kendisine altı çocukları vermiş, ancak sadece bir tanesi – Kraliçe "Kanlı" I. Mary (1553-1558) – yetişkinliğe kadar hayata tutunabilmişti. Kral daha sonra Katolik ilkelerine ters olmasına rağmen, Catherine ile olan evliliğini sonlandırmak istedi. Neden olarak ise güçlü bir erkek doğuramıyor oluşunu ileri sürmüştü.
Fakat Papa VII. Clement, Hristiyanlığa uygun olmadığı için evliliğin iptalini kabul etmedi. İnadını sürdüren VIII. Henry 1534 yılında konuyu kendi yöntemleriyle çözdü: İlk önce ülkesini Katolik Kilisesi'nin hükümlerinden çıkardı, Katolik inancını eleştirdi ve İngiliz Kilisesi'ni kurdu. Kilisedeki en yüksek otorite olarak da kendini gösterdi. Bunları yaptıktan sonra Catherine'den boşanıp, İngiltere topraklarındaki bütün manastırları kapatarak topraklarını el koydu. Dolayısıyla Roma Kilisesi tarafından aforoz edilmişti.
Kral VIII. Henry din ve devlet yönetimlerini tek bir taç altına almış, böylece Proteston Hristiyanlığın ilk adımını atmıştı. Bu hamleleri, kendi ölümünün ardından iki olayı tetikleyecekti: Otuz Yıl Savaşları ve İngiliz İç Savaşı.
İngiliz Monarşisi
1547'deki Kral VIII. Henry'nin ölümünden 1642'deki İngiliz İç Savaşı'na kadar İngilizlerin yönetimi beş defa el değiştirmiştir. Hükümdarlığa oturanların üç tanesi Henry'nin çocuklarıydı; en son oturan kişi I. Elizabeth oldu. Onun ölümüyle beraber Kral'ın Tudor soyu da resmen bitmiş oldu.
Eski ve yeni çağ fark etmeksizin, siyasi oluşumların güçlü olmasının tek yolu başındaki liderin ikna edici ve özgüvenli olması gerektiğidir. VIII. Henry gibi otoriter bir karakter öldüğünde, Kral tacı 9 yaşında oğlu VI. Edward'a geçti. Edward elbette Proteston olarak eğitim görmüştü. Fakat yaşından dolayı tecrübe ve ikna edici yönleri yoktu. VI. Edward 15 yaşında birden yaşamını yitirdi. Tahta üvey kardeşi olan ve verasette hakkı olmayan Mary oturdu.
Kraliçe I. Mart eksiksiz bir Katolikti. Babasının reformlarını etkin şekilde engellerken, ortaya bir katliam dönemi çıkacaktı. Lakabı bu yüzden Kanlı Mary olmuştur. Mary Katolik Kiliselerini açarak onları eski güçlü günlerine ulaştırmak istiyordu. Fakat bu hamleleri Parlamento eliyle çok defa engellendi. O da kendisine muhalif olan Protestonların çoğunu kazığa bağlı olarak yakarak yanıt verecekti.
Kanlı Mary öldükten sonra yerine Mary'nin hapiste tuttuğu üvey kız kardeşi Kraliçe I. Elizabeth geldi. Elizabeth son derece ne yaptığını bilen kendinden emin bir karaktere sahipti. İngiliz Kilisesi'ni yeniden eski haline getirirken, Katolik inancına dair kin beslememişti. İlgi çekici ve istikrarlı görüntüsüne rağmen, "Bakire Kraliçe" hayatı boyunca evlenmedi. Dolayısıyla bir varisi yoktu. Kendi elleriyle Tudor Hanedanlığının sona ermesini izledi.
Halkıyla Savaşan Monarşi
I. Elizabeth'in ölümü yaklaşırken kimseye haber vermeden uzaktan kuzeni olan İskoçya Kralı VI. James'i tahta geçecek kişi olarak belirledi. Kraliçenin ölümünden sonra İngiltere'de Tudor Hanedanlığı bitmiş, Stuart Hanedanlığı dönemi başlamıştı. VI. James İngiliz halkı tarafından kabul görmemiş olsa da, Kral VII. Henry'nin soyundan geliyordu. Yani VIII. Henry'nin babasıyla ilişkiliydi. Dolayısıyla James taht üstünde hak iddia edebilirdi.
James aynı anda hem İskoçya hem de İngiltere'nin kralı oldu. İskoçya'da VI. James olarak kalmaya devam ederken, İngiltere'deki adı I. James olmuştur. 1603 yılında İrlanda egemenliğiyle beraber Britanya Adaları'nın bütününü yönetmiştir. Ölümünden sonra bu durum tekrar eskiye döndürülecekti.
Ayrıca: İngiliz tarihi: Büyük Britanya ve Birleşik Krallık'ın oluşumu
James sert bir Proteston olsa da, Katoliklere karşı oldukça hoşgörülüydü. Çünkü İrlanda'daki birincil güç Katolik topluluklarıydı. James Proteston kurallarına hep bağlı kaldı. Hatta İncil'i İngilizceye çevirttirdi. Bundan sonra dinle ilgili her konuda Latince kullanma zorunluluğu da kalkmış oldu. Bu hamlesiyle Latinceye derinden bağlı olan Katolikleri karşısına aldı. Günümüzde James İncil'i olarak bilinen İncil'in hikayesi bu olaya dayanmaktadır.
James yerine oğlu I. Charles geldi. Geldiği gibi parlamentoyu devre dışı bıraktı ve ülkesini kararnamelerle yönetmeye kalktı. Charles bununla da kalmadı; aynı Katolik Papa gibi kendisini Tanrı'nın yeryüzündeki temsilcisi ilan etmiş ve dolayısıyla yaptıklarından hesap sorulamayacağını söylemişti. Charles evliliğini Fransız bir Katolik'le yaptı. Otuz Yıl Savaşları sürerken tahtta olan I. Charles, olayların tam ortasında meşruiyetini ve halkın gözündeki ilgisini yitirmişti. Onun davranışlarıyla beraber İngiliz İç Savaşı başladı.
İngiltere'de Otuz Yıl Savaşları
Kıta Avrupası'nda savaş 1642'den bu yana tam 24 yıldır devam ediyordu. Sürekli şekilde Katolikler ve Protestanlar Avrupa'nın kuzey ve orta ülkelerinde birbirilerini katlediyordu. İngiltere'de de özellikle Tudor Hanedanı yönetimlerinde daima iç gerilimler oluyordu, fakat hiçbir zaman böylesi bir savaş ortamına girilmemişti. Kral I. Charles'a dair tepkiler krallığını adım adım böldü ve birçok farklı kent değişik siyasi harekatlara ilgi duymaya başladı. Böylece Krallık topraklarının bazı bölümleri Katolik & Kralcı ve diğerleri de Protestan ve Parlamentocu olarak ayrılıyordu. Öyle görünüyordu ki, Otuz Yıl Savaşları İngiliz topraklarına iç savaşa neden olacak güçte girmeyi başarmıştı.
Tek ulus fakat iki yönetim birbirlerine karşı savaşmaya hazırlanarak, Kral ve Parlamento ayrı ayrı ordular oluşturdu. Orduların ikisi de birbirlerinin tedarik ağını kırmaya çalıştı. Özellikle ülke içindeki kaleleri ele geçirmek ya da kuşatmak için savaştılar. Bu noktada Parlamento orduları daha profesyonel ve güçlü bir lojistik ağı kurmuştu. Charles'ın ordusu ise aristokratlardan ve bazı nüfuzlu kişilerden ibaretti.
I. Charles ele geçirildikten sonra vatana ihanetten yargılandı ve İngiliz tarihinde idam edilen ilk hükümdar oldu. 1649 yılında infaz edilmiş olsa da 1651 yılına kadar bu karar tartışıldı. Onun yerine oğlu II. Charles geçmişti. Fakat İngiltere'nin siyasi profilini Oliver Cromwell adında "Lord Protector" unvanı almış bir devlet adamı değiştirecekti. Cromwell'in de facto yönetimi altında İngiliz Milletler Topluluğu kuruldu. II. Charles sürgün edilerek adada diktatörlük dönemi başlatılmıştı
Oliver Cromwell Kimdir?
Oliver Cromwell bir İngiliz devlet adamı ve İngiliz Parlamentosu üyesiydi. İngiliz İç Savaşı'nda Cromwell, Kral I. Charles yönetimindeki Kraliyet destekçilerine yönelik İngiliz Parlamentosu'nun silahlı kuvvetlerinde hizmet vermiştir. İlginç bir şekilde Oliver Cromwell, 1534 İngiliz Reformu'nda kilit bir rol oynayan Kral VIII. Henry'nin yüksek rütbeli bir bakanı olan Thomas Cromwell'in soyundan gelmektedir. İşin ilginç olan kısmıysa Kral VIII. Henry'nin 1540 yılında Thomas Cromwell'in kafasını kestirmiş olması.
Oliver Cromwell, günümüzde de çok ünlü olan liberal düşünür John Locke ile beraber bir Püriten'di. Püritenler, İngiltere Kilisesi'nden Katolikliğe dair her şeyin temizlenmesi gerektiğini savunan, sayıca kayda değer bir Protestan mezhebidir. İngiliz İç Savaşı'nın bitirilmesiyle beraber Cromwell, "Lord Protector" unvanını üstlendi ve yeni duyurulan (kısa ömürlü de olsa) cumhuriyetçi İngiltere Milletler Topluluğu'nun devlet başkanı oldu.
Bu süre boyunca Cromwell, İngiltere ve İskoçya'da sayıca daha az, ancak İrlanda'da çok fazla olan, krallık dahilindeki Katoliklere karşı cezalandırıcı yasalar çıkardı. Cromwell, sadece Protestanlığın çeşitli mezhepleri için geçerli olan yasal dini hoşgörü politikalarını da kabul etmiyordu. Otuz Yıl Savaşları sonrasında krallığın kontrolünü ele geçirse de, faciayla sonuçlanan savaş nedeniyle hala hassas olan gerilimleri hafifletmeye yönelik hiçbir adım atmadı.
Oliver Cromwell 1658'de elli dokuz yaşında öldü. Yerine çok zayıf ve beceriksiz olan oğlu Richard geçti ve krallığın kontrolünü kısa süre içinde kaybetti. 1660 yılına gelindiğinde, sürgünden getirilen ve halk arasında popüler olan Kral II. Charles (Charles I'in oğlu) ile İngiltere'de monarşi düzeni tekrar kuruldu.
İngiliz İç Savaşı ve John Locke'un Düşüncesi
Peki İngiliz İç Savaşı ile John Locke arasındaki bağlantı nedir? Araştırmacılar, siyaset teorisyenleri ve sosyologlar, on yedinci yüzyıldaki tüm Avrupa'yı alt üst eden din odaklı katliamların, bugün bildiğimiz modern ulus-devleti ortaya çıkardığı konusunda hemfikirdir. Bu savaşlardan itibaren devletler ve ülkeler bugün bildiğimiz hallerine doğru işlemeye başladı.
Avrupa kıtasında yaygın olan dini şiddet ve ardından devam eden dini baskı, geniş çaplı göçleri tetikledi. İbadet etme özgürlüğü için çabalayanlar Avrupa'yı terk ederek Yeni Dünya'ya (Amerika kıtası) yelken açtılar. Püritenler, Yeni Dünya'daki On Üç Koloni'nin ilk yıllarında hatırı sayılır bir nüfusa ulaşmıştı.
İngiliz İç Savaşı ve Avrupa'da sürekli değişen dini sorunlar, siyaset filozofu John Locke'un kendini içinde bulduğu bağlamdır. Lockeçu düşünce, Amerika Birleşik Devletleri'nin kuruluşu üzerinde de büyük etki bırakmıştır. Tıpkı mücevherlerin baskı altında şekil alması gibi, John Locke da ideolojisini içinde büyüdüğü mide bulandırıcı şiddet ortamına göre şekillendirmiştir; halkın seçmesini ve hükümetin onaylanmasını ortaya atan ilk siyaset teorisyenidir. Ayrıca, bir halkın kendi hükümetini onaylamaması halinde onu değiştirmesi gerektiğine inanan ilk kişidir.
Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri yasasındaki dini özgürlükler yasası aslında John Locke'un bir etkisidir.