Genelde yanlış biçimde psikolojik bir teşhis gibi düşünülen Stockholm sendromu rehinelerde veya istismar mağdurlarında görülen doğal bir tepki. Rehin tutulan veya istismarı yaşayan kişinin işkencecisine karşı sempati veya diğer olumlu duygular geliştirmesini içerir. Politik yönetimlere dek insanlar bu tepkiyi diğer travma türlerinde de geliştirebiliyor.
Stockholm sendromunun kökeni
Terim ilk olarak 1970'lerde İsveç'in Stockholm kentindeki bir banka soygununun 6 günlük kuşatmaya dönüşmesiyle ortaya çıktı. Rehin alınanların sergilediği belirtiler halkın büyük ilgisini çekti. Dahası hırsızlara karşı sempati geliştirenler yalnız rehineler olmadı. Henüz ikinci günde rehineler kendilerini kaçıranlara adıyla seslenmeye başlamıştı ve polisten kendilerini kaçıranlardan daha çok korkuyorlardı.
"Stockholm sendromu" terimi ilk kez 1973'te Stockholm'daki rehine olayında kolluk kuvvetlerine danışmanlık yapan psikiyatrist Nils Bejerot tarafından polisi eleştiren bir kadın rehine için kullanıldı. Halk ve medya rehinelerin kendilerini tutsak edenlere karşı sergilediği empatik ve savunmacı duyguyla şaşkına dönmüştü. Bejerot bu psikolojik duruma "Stockholm sendromu" dedi. Olay sonraları Dr. Frank Ochberg tarafından daha ayrıntılı olarak tanımlandı.
Travma bağı veya terör bağı da denilen Stockholm sendromu rehinenin içgüdüsel olarak kendini koruma duygusundan doğar. Yaşaması onu esir alan kişinin kontrolündedir, bu nedenle rehin alandan nefret etmek yerine onunla bilinçsizce bağ kurar. Rehine kendisini tutsak edenin gösterdiği küçük nezaketlere minnet duyarak bu bağı güçlendirir. Tutsaklara üşüdüğünde battaniye verilmesi veya ailelerini aramalarına izin verilmesi gibi. Rehinenin dünyasında esir alan onun sağlayıcısı haline gelirken, dış dünyadaki silahlı kolluk kuvvetleri hem kendisi hem de sağlayıcısı için fiziksel tehdittir.
İnsan duygularını içeren her şeyde olduğu gibi Stockholm sendromunun tüm nedenlerini anlamak kolay değil. Tutsak ile tutsak alan arasında gelişen bilinçsiz bir etkileşim gibi görünür. Tutsak ile tutsak alan arasında duygusal bir bağ oluşur. Sendromun son evresinde mağdur kendisini "koruduğu" için tutsak alan kişiye minnettarlık duymaya başlar ve bu duygu ona karşı olan küskünlüğünden veya cezalandırma dürtüsünden ağır basar. Stockholm sendromunun özünde kurbanlar, kendilerini kaçıranlara korku, dehşet ya da küçümseme duymak yerine sempati duyuyor.
Nasıl ortaya çıkıyor?
İnsanlar önce başlarına gelen bu korkunç olayla yüzleşirler. Öleceklerinden emindirler. Sonra bir tür çocuklaştırma başlar – izinsiz yemek yiyemez, konuşamaz veya izinsiz tuvalete gidemezler. Rehineler bu durumda kendilerini tutsak edenlere karşı güçlü, ilkel bir pozitif duygu besler. Kendilerini bulundukları duruma sokan kişinin o kişi olmadığına inanırlar ve akıllarında yaşamalarına izin verecek kişi o olur. Stockholm sendromu önceden ilişkisi olmayan rehineler ve tutsaklar arasında neredeyse her zaman ortaya çıkıyor. Kurbanlar yaşadıkları işkenceye oldukça bağlı olabiliyor. Polisle veya diğer yetkililerle işbirliği yapmayı reddediyor, hatta onları kaçıranlara yardım edecek kadar ileri gidiyorlar. Sendromun ortaya çıkması birkaç gün alabilir.
Sendromun gelişmesinde rol oynayan diğer unsurlar arasında tutsakların kurbanlarına "insanca" davranması, tutsak ve tutsak alan arasında yüksek düzeyde kişisel veya yüz yüze etkileşim olması, kurbanların kolluk kuvvetlerinin yeterince çabalamadığını düşünmesi var. Bugüne dek toplanılan kanıtlara göre psikologlar Stockholm sendromunun saldırganın tutsağı önce öldürmek veya zarar vermekle tehdit etmesi ve sonra bunu kasıtlı olarak yapmaması durumunda doğduğuna inanıyor. Basit gibi görünen bu olayda kurbanın algısında tutsak eden kişi zarar veren kişiden kurtarıcı kişiye dönüşür.
Stockholm sendromunun nedenleri
Bazı kurbanların neden Stockholm sendromu geliştirdiği hala belli değil. Her rehine, taciz mağduru veya travma yaşayan kişi bu sendromu göstermez. Bu yüzden Stockholm sendromunun stresle başa çıkmayı sağlayan psikolojik bir mekanizma olduğu düşünülüyor. Travma ve öğrenilmiş çaresizlikle örtüşür. Bu duygusal tepki bir hayatta kalma mekanizması gibi görülebilir. Çünkü doğuştan gelen hayatta kalma stratejimizin bir parçası da başkalarıyla duygusal bağ kurmaktır. Çünkü bizden hoşlanan insanlardan hoşlanmaya meyilliyiz. Bu durum tutsak alan kişiler için de geçerli.
Sendromun belirtileri
Stockholm sendromunun pasif (arkadaşça davranmak) ve aktif (yardım sağlamak) gibi belirtileri var.
Özellikle:
- tutsakların veya istismarcıların eylemlerini veya sözlerini nezaket ve şefkat göstergesi olarak tanımlamak;
- onlara karşı açıklanamaz olumlu duygular beslemek;
- tutsak alanın ideolojisini, hedefini, tavırlarını veya dünya görüşlerini benimsemeye başlamak;
- kendilerine fırsat sunulsa bile tutsak alanları terk etmeyi reddetmek;
- onları kaçıran veya taciz edenler yakalandığında pişmanlık duymak;
- kanun yaptırımını veya kendisinin kurtulması için yardım edenleri engellemeye çalışmak.
Bugün Stockholm sendromu psikologlar tarafından gerçek bir hastalık gibi görülmez. Buna rağmen rehineler ve istismardan kurtulanlar bu sendromun etkilerini tesadüf olamayacak kadar sık sergiliyor. Sendroma dair güvenilir etik veriler elde etmek zordur. Bu yüzden Stockholm sendromunun kesin olarak nasıl ortaya çıktığı ve belirtilerinin neler olduğu asla tümüyle bilinemeyecek.