Asya'daki ertingü Hıristiyan imparatorluğundan Kanada'daki sözde kayıp krallığa ve Aryan ırkının uzaklardaki gizli adasına dek tarih aslında hiç var olmamış ünlü yerlerle dolu. Tarih kitapları bize görkemli mimarilere sahip antik yerler ve dünya harikalarından bahseder. Arkeolojik keşifler bizden önceki dünyaya dair birçok şeyi açıklıyor. Ancak tarihi kayıtlar hem sürekli yeniden anlatım hem de sonradan yazılan düşsel öykülerle çarpıtılabilir. Tarihte insanların yüzyıllar boyu var olduğuna geniş çapta inandığı ancak aslında hiç var olmamış olan ünlü yerler mevcut.
Prester John'un Krallığı
Avrupalılar 500 yıldan fazla süre Afrika, Hindistan veya Uzak Doğu'nun vahşi doğasında bir yerlerde Hıristiyan bir kralın büyük bir imparatorluğa hükmettiğine inandılar. Söylence ilk olarak 1165'te Bizans ve Kutsal Roma imparatorlarının "Prester John" adında bir hükümdardan mektup almasıyla başladı. Gizemli kral üç Hint adasının ve 72 krallığının en yüksek hükümdarı olduğunu iddia ediyordu. Boynuzlu dev insanların yaşadığı krallığı altın yönünden zengin, süt ve bal ile dolu bir ütopyaydı. En önemli görünen şeyse Prester John ve onun uyruğunda olan Hıristiyanlardı, hatta "Prester" adı "Rahip" demekti.
Papalık Prester John'un sarayını bulmaya çalıştı ve sonuç alamadı ancak krallığa dair söylence Avrupalılar arasında çabuk yayıldı. Haçlı seferindeki Hıristiyanlar İslam'a karşı savaşırken dindar Prester John'un yardımlarına geleceğini öğrendiklerinde sevinç duydular ve Cengiz Han'ın Moğol orduları 13. yüzyılda İran'ı fethederken birçoğu saldırıyı Prester John'un yaptığına inanmıştı.
Bu ertingü krallık gezginler ve kaşiflerin de hayranlık duyduğu bir konuydu. Marco Polo Kuzey Çin'de Prester John Krallığı'nın kalıntılarına rastladığına dair öykü uydurdu ve Vasco da Gama ve diğer Portekizli denizciler Afrika ve Hindistan'da Prester John'u ve krallığını aradılar. Kaşifler çok uzaklarda Etiyopya'da bir Hıristiyan uygarlığı keşfetti ancak Prester John'un krallığının görkeminden ve altınlarından yoksundu. 17. yüzyıla gelindiğinde söylence sönükleşti ve Prester John'un ünlü krallığı çoğu haritadan çıkarıldı.
Hy-Brasil
Avrupalılar henüz Amerika'ya ayak basmadan çok önce kaşifler İrlanda'nın batı kıyılarındaki gizemli ada Hy-Brasil'i arıyordu. Adanın öyküsü büyük olasılıkla Kelt söylencesinden gelmişti çünkü adı Galcede "Kutsal Ada" demektir. Yine de kesin kökeni bilinmez. Hy-Brasil haritalarda ilk kez 14. yüzyılda görünmeye başladı. Genelde dar biz boğazla ayrılan dairesel bir adaydı. 1800'lere dek pek çok denizci buranın gerçek bir yer olduğuna inandı ve birçok söylence ve halk öyküsünün konusuydu. Bazı söylencelerde ada kayıp cennet ya da ütopyaydı. Diğer anlatılarda yoğun sis perdesinin ardında gizleniyor ve yalnızca her yedi yılda bir çıplak gözle görülebiliyordu.
Düşsel boyutuna karşın Hy-Brasil 15. yüzyıl boyunca başta İngiltereli kaşiflerce derinlemesine arandı. Gezgin John Cabot, Hy-Brasil'i bulmak için keşif gezileri düzenledi ve 1497'de Newfoundland sahiline yaptığı ünlü yolculuğunda onu bulacağına emindi. Cabot'un zamanından kalma belgelerde önceki kaşiflerin zaten Hy-Brasil'e ulaştığı iddia edilir. Bu durum Hy-Brasil'in aslında Amerika mı olduğu ve denizcilerin kıtayı Kristof Kolomb'dan önce mi keşfettiği düşüncesini ortaya atar.
Thule
Thule, antik Yunan ve Roma edebiyatında ve haritacılıkta adı geçen kuzeydeki en uzak noktadır. Eski kaşifler, şairler ve hatta Nazilerin hayranı olduğu Thule İskandinavya yakınlarındaki donmuş kuzey Atlantik'te bulunan güç bir bölgeydi. Söylence Yunan kalfa Pytheas'ın güneşin nadiren battığı ve kara, deniz ve havanın tek bir kütle biçiminde birbirine karıştığı İskoçya'nın ötesindeki buzlu bir adaya yolculuk ettiği MÖ 4. yüzyıla uzanıyor.
Pytheas'ın çağdaşları onun iddialarından şüphe etti ancak "uzaktaki Thule" Avrupalıların imgeleminde yaşamayı sürdürdü ve zamanla bilinen dünyanın en kuzeydeki yeri anlamını aldı. Kaşifler ve araştırmacılar Thule için Norveç, İzlanda ve Shetland Adaları dediler ve şiir ve mitlerde sıkça yer buldu. Ada son zamanlarda en çok Thule Cemiyeti denilen bir Nazi örgütüyle yeniden bilindi. I. Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuş Münih merkezli bu gizli organizasyon Thule'yi Alman ırkının Aryan atalarının yaşadığı yurt kabul etti. Adolf Hitler döneminde Almanya'nın Yardımcı Führeri olan Rudolf Hess gibi birçok Nazi cemiyette bulundu.
El Dorado
16. yüzyıldan başlayarak Avrupalı kaşifler ve fatihler Güney Amerika'nın keşfedilmemiş bölgelerinde bulunan ertingü altın kentin öykülerine hayran oldular. Kentin kökeni taç giyme töreninde vücudunu altın tozuyla kaplayan ve mücevher ve altınlarını kutsal göle fırlatan kral "El Dorado" ("Altınlı Kişi") anlatılarına dayanır. Yaldızlı kralın öyküleri zamanla zenginlik ve görkemle dolu altın bir kentin söylentilerine yol açtı ve uzun yıllar boyu sayısız maceracı zenginliğin peşinde sonuçsuz arayışa girdi.
En ünlü El Dorado keşif gezilerinden biri 1617'de İngiliz kaşif Sir Walter Raleigh'in Orinoco Irmağı'nın üstüne çıkarak bugünkü Venezuela'ya denk düşen yerde El Dorado'yu araması oldu. Keşif gezisi yaldızlı kenti ortaya çıkarmadı ve dahası İspanyollarla savaşmayarak Kral I. James'ten aldığı emri yerine getirmeyen Raleigh idam edildi. El Dorado 1800'lere dek keşfin ve sömürgeciliğin merkezinde oldu. Sonunda bilim adamları Alexander von Humboldt ve Aimé Bonpland'ın Latin Amerika'ya yaptıkları araştırma gezisiyle kentin yalnızca söylenceden oluştuğu kanıtlandı.
St. Brendan'ın Adası
St. Brendan'ın Adası bir zamanlar doğu Atlantik Okyanusu'nda bir yerde bulunduğu düşünülen Cennet'in yeryüzündeki gizemli yansımasıydı. Bu hayalet adaya dair söylence keşiş Denizci Aziz Brendan'a dair 1.200 yıllık bir İrlanda söylencesi olan "Navigatio Brendani" yani "Brendan'ın Yolculuğu"na uzanır. Hikayede Brendan ünlü "Vaat Edilen Azizler Ülkesi"ni aramak için 6. yüzyılda dindar denizcilerle denize açılır. Açık denizde geçen olaylı bir yolculuktan sonra (masalda ateş topu kullanan devlerin saldırıları ve konuşan kuşlar vardır) Brendan ve adamları lezzetli meyveler ve ışıltılı mücevherlerle dolu, sisle kaplı bir adaya indiler. Mürettebat adayı 40 gün boyunca keşfettikten sonra İrlanda'ya döndü.
St. Brendan'ın yolculuğunun tarihsel kanıtı olmasa da söylence Orta Çağ'da o denli yayıldı ki "St. Brendan'ın Adası" birçok Atlantik haritasında yer buldu. İlk haritacılar onu İrlanda yakınlarına yerleştirdi ancak sonraki yıllarda Kuzey Afrika, Kanarya Adaları ve Azor Adaları kıyılarına dek geldi. Keşifler Çağı boyunca denizciler adaya indiklerini iddia ettiler ve Kristof Kolomb bile varlığına inandı. Ancak hiçbir zaman bulunamamış olmasıyla ada zamanla gözden düştü. 18. yüzyıla gelindiğinde ünlü "Vaat Edilen Azizler Ülkesi" seyir haritalarında yoktu.
Saguenay Krallığı
Saguenay Krallığı'nın öyküsü Fransız kaşif Jacques Cartier'in altın ve kuzeybatıdan Asya'ya geçiş arayışıyla Kanada'ya ikinci yolculuğunu yaptığı 1530'larda başlar. Keşif gezisi günümüz Quebec'inde St. Lawrence Irmağı boyunca gerçekleşti. Bu sırada Cartier'in İrukoalı rehberleri kuzeyde uzanan geniş bir krallık olan "Saguenay" hakkında öyküler paylaşmaya başladılar. Donnacona adlı şefe göre gizemli krallık baharat, kürk ve değerli metaller açısından zengindi ve sarışın, sakallı ve soluk tenli adamlardan oluşuyordu. Yerliler ayrıca bölgede "anusu olmayan" tek bacaklı insanların yaşadığını iddia ettiler. Cartier, Saguenay'ı bulma ve onun zenginliklerini yağmalama tutkusuna kapıldı. Hatta şef Donnacona'yı kayıp krallığın öyküsünü anlatması için Fransa'ya dek getirdi.
Saguenay'a dair söylenceler birkaç yıl boyunca Fransız kaşifleri Kuzey Amerika'ya çekti ancak ne ertingü bolluk ülkesine ne de beyaz sakinlerine rastladılar. Çoğu tarihçiye göre Saguenay Krallığı bir söylenceden ibaret ancak bazıları yerlilerin aslında kuzeybatıdaki bakır yataklarından bahsettiğini iddia eder. Diğer tarihçiler ise Kızılderililerin bahsettiği bu Saguenay Krallığı'nın Vikinglerin Kuzey Amerika'da bıraktığı bir İskandinav karakoluna dayandığını düşünüyor.