Dünya'nın Nüfusu 8 Milyar İnsana Ulaştı

Doğumlar ve ölümler dünya genelinde nüfus artışına neden olurken, göçler de belirli bölgeleri etkileyebilmektedir.

8-milyar-insan

Birleşmiş Milletler 15 Kasım'da dünya nüfusunun 8 milyara ulaşacağını belirtiyor. Bu durum, artan insan nüfusunu barındıracak gıda, su ve elektrik gibi temel ihtiyaçların bulunabilirliği konusunda şimdiden endişelere yol açmış durumda. Kuşkusuz iklim sorununa neden olan şey insan faaliyetleridir, ancak nüfus artışı da işin dikkat dağıtıcı bir yönüdür.

Nüfus artışı konusundaki telaşın tarihi karmaşıktır. Pek çok kişi, gezegenin ekolojik çıkmazı için etrafta suçlanacak çok fazla insan olduğundan şikayet etmektedir. Alternatif olarak, etrafta yeteri kadar insan olmadığını söyleyenler de var. Elon Musk'ın da ifade ettiği gibi, "Düşük doğum oranları nedeniyle nüfusun çökmesi, uygarlık için küresel ısınmadan çok daha büyük bir tehlikedir". Bu arada, Sunday Times'da kısa süre önce yayınlanan bir makale, akıldışı bir şekilde, Birleşik Krallık'ın nüfustaki düşüşle kolayca başa çıkabileceğini ve düşen doğum oranlarıyla başa çıkmak için "çocuksuzların vergilendirmesi" gerektiğini öne sürdü.

Demografi alanındaki uzmanlarımız bu iki argümanın da temelsiz olduğunu ve temel soruna yanlış bir çözüm getirdiğini düşünmektedir. Ele almamız gereken soru, çok fazla ya da çok az insan olup olmadığı değil, mevcut nüfusun taleplerinin sürdürülebilir bir şekilde nasıl karşılanacağıdır.

8 milyar büyük bir rakam olsa da, tüm hikayeyi anlatmıyor. Nüfus artış hızı 50 yıl önce, 1962 ve 1965 yılları arasında en yüksek noktasına ulaşmıştır ve şu anda yılda %1'den daha azdır. Dünya genelinde kadın başına düşen ortalama doğum sayısı şu anda 2,3'tür. Bu, bir nüfusu aynı seviyede tutmak için gereken sayı olan 2.1'lik "ikame seviyesinden" biraz daha fazladır. BM, "boş bir gezegen" ya da "nüfus çöküşü" ile karşı karşıya olmadığımızı söylüyor. 2086 yılı civarında dünya nüfusunun zirveye ulaşacağını ve 10 milyarın üzerinde olacağını öngörüyor.

Nüfus artışını etkilemek için yapabileceğimiz neredeyse hiçbir şey yoktur, bu nedenle az nüfuslu mu yoksa aşırı nüfuslu mu olduğumuzu tartışmak anlamsız ve dikkat dağıtıcıdır. Daha da kötüsü, bu tartışmaların çoğunda ırksal ve öjenik imalar görülebilir. Dünyadaki siyah, kahverengi, yerli ve çok soylu insanların çoğu Afrika, Asya ve Latin Amerika'daki yoksul ülkelerde yaşamaktadır, ancak aşırı nüfusla ilgili endişeler genellikle küresel kuzeyden* gelmekte ve küresel güney** ülkelerinde çocuk doğurmayı azaltmaya çalışmaktadır.

Bununla birlikte, çocuksuzları vergilendirerek ve diğer yollarla üremeyi artırmaya yönelik öneriler, dünyadaki beyaz insanların büyük bölümünün yaşadığı küresel kuzeydeki ülkelere yöneliktir. Irkçılık gibi, kısırlığın da genellikle Kuzey'deki beyaz, orta sınıf kadınları orantısız bir şekilde etkilediği düşünülmektedir; oysa gerçekte en yüksek kısırlık oranları Güney'de görülmektedir. Bu yanlış inanış, birçok sağlık politikası ve sistemi tarafından pekiştirilmekte ve bunlara yansıtılmaktadır.

Doğumlar ve ölümler dünya genelinde nüfus artışına neden olurken, göçler de belirli bölgeleri etkileyebilmektedir. Bunun bir sonucu olarak, nüfus artışı da katkıda bulunan bir unsurdur. Bu fikir, benzersiz yaş yapısı nedeniyle doğurganlık ikame seviyesinin altına düşse bile bir nüfusun nasıl artmaya devam edebileceğini açıklamaktadır. Doğurganlık oranı düşüyor olsa bile nüfusta doğurganlık çağında daha fazla birey olduğu için ölümlerden daha fazla doğum olmaktadır.

Örnek: Birleşmiş Milletler, doğurganlık oranının yüzyıl boyunca mevcut seviyesinde kalması halinde Nijerya'nın 2100 yılında şimdikinden 124.000 kişi (yüzde 57'lik bir artış) daha fazla nüfusa sahip olacağını öngörmektedir. Buna karşılık, Japonya'nın doğum oranı 1959'dan bu yana ikame seviyesinin altında seyrederek giderek daha yaşlı bir nüfusa sahip olmasına yol açmış ve ülkenin toplam nüfusu ancak 2005 yılında azalmaya başlamıştır.

100 ikame doğurganlık durumunda bile küresel nüfus 2039 yılında 9 milyara ulaşacaktır ki bu mevcut tahminlerden sadece iki yıl sonradır.

Olağanüstü boyutlarda bir felaket yaşanmayacağı varsayılırsa, nüfus artmaya devam edecektir. COVID-19'da ölenlerin sayısı dünya nüfusu üzerinde ihmal edilebilir bir etkiye sahiptir. Dünya Sağlık Örgütü, COVID'in 2020 ve 2021'de fazladan 14,9 milyon ölüme neden olduğunu düşünüyor. Bu çok büyük bir rakam olsa da, aynı zaman diliminde doğan 269 milyon bebekle kıyaslandığında önemsiz kalıyor.

Nüfus Politikalarındaki Sorun

Elbette, insanların sahip olduğu çocuk sayısı, uzun vadede dünya nüfusunun ne kadar büyük olacağı üzerinde hala büyük bir etkiye sahiptir. Bazıları doğum oranını düşürmenin çevresel açıdan hala önemli olduğunu söyleyebilir. Ancak kuzey küresel bölgede "düşük doğurganlığa" sahip bir ülkede doğan bir çocuğun ortalama karbon ayak izi, güney küresel bölgede "yüksek doğurganlığa" sahip bir ülkede doğan bir çocuğunkinden kat kat fazladır.

Ayrıca, insanların çocuk sahibi olma kararlarını doğrudan değiştirmeye çalışan politikalar genellikle pek işe yaramamaktadır. Ünlü "tek çocuk politikası"nın uzun süre uygulandığı Çin'de yapılan araştırmalar, doğurganlık oranları üzerindeki etkinin abartıldığını ve doğurganlık oranlarının yalnızca ekonomik büyüme ile de aynı oranda düşebileceğini göstermektedir. Eğitim ve kalkınma, insanların istedikleri çocuk sayısını azaltmanın harika yollarıdır ve modern doğum kontrolü, insanların çocuklarının sayısını ve zamanlamasını planlamalarını her zamankinden daha kolay hale getirmiştir.

Birleşmiş Milletler veri tabanı, ulusal hükümetlerin yüzde 70'inin doğum sayısını azaltmak ya da arttırmak istediğini göstermektedir. Ancak bu hedefler ile gerçek doğurganlık oranları arasındaki fark, özellikle üreme haklarını korurken belirli bir doğurganlık oranına ulaşmanın ne kadar zor olduğunu gösteriyor.

1970'lerde Hindistan, insanların kısırlaştırılmaya zorlandığı kamplar kurdu ve kısırlaştırma bugün hala bir hedef. Kısırlaştırılan kadınların üçte birinin kısırlaştırılmak istemediği düşünülmektedir.

Demografik geleceği manipüle etmek zordur, özellikle de insanların temel özgürlüklerini ihlal etmeden. Nüfusumuz neyse odur ve bu gerçekle birlikte çalışmalıyız. Mevcut haliyle 8 milyarlık dünya nüfusu ne çok az ne de çok fazladır. Nüfus rakamlarını yönlendirmeye çalışmak yerine, herkesin özgürce, sürdürülebilir ve saygı çerçevesinde yaşayabileceği bir dünya yaratmaya odaklanmalıyız.

Küresel kuzey* => Küresel kuzey, Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya gibi zengin ve güçlü bölgeleri kapsar.

Küresel güney**=> Küresel güney, genellikle Latin Amerika, Asya, Afrika ve Okyanusya içindeki bölgeleri kapsar.