İstanbul'un tarihi Bizantion, Konstantinopolis ve Konstantiniye ile binlerce yıllık bir dönemi kapsıyor. MÖ 7. yüzyılda inşa edilen Bizantion antik kenti hem Yunanlılar hem de Romalılar için değerli bir şehir olduğunu göstermişti. İmparator Konstantin şehrin boğazın Avrupa yakasında bulunması itibariyle stratejik önemini anlıyordu ve MS 324'te imparatorluğu tekrar birleştirdikten sonra Bizantion'u yeni başkent olarak yeniden inşa etti. Şehir kısa süre sonra Konstantinopolis adını alacaktı.
İstanbul'dan Önce Bizantion
İnsanlar MÖ 3000'den bu yana Bizantion bölgesinde yaşıyordu ancak ilk kez MÖ 8. yüzyılda bir şehir halini aldı. Bizantion'un kelime anlamı bilinmez ancak bir Antik Yunan söylencesine göre şehrin ismi bir İlirya veya Trakya Kralı olan Byzas'tan gelmiş olabilir. Bizans'a başkent olarak hizmet eden Bizantion ilk kez Milet ve Megara kentlerinden gelen Yunan yerleşimciler tarafından MÖ 8. yüzyılın sonunda kuruldu. Kendileri boğaz ve Karadeniz kıyılarına yerleşen birçok koloniden biriydi.
Pers kralı I. Darius MÖ 512'de Bizantion'u ele geçirdi; 496'daki İyon Ayaklanması sırasında Pers elinden çıktı ancak daha sonra geri alındı. 478'de bir Atina filosu şehri ele geçirdi ve Attika-Delos Deniz Birliği'nin zengin ve önemli üyesi yaptı. Peloponez Savaşı sırasında Atinalılar zayıf düştü ve Bizantion sakinleri Spartalılara boyun eğdi. Atinalı Alkibiadis şehri kuşatmış ve yeniden ele geçirmiş olsa da, Sparta MÖ 405'te Atina'yı mağlup edip egemenliğini sağladı.
Bizantion şehri MÖ 343'te İkinci Atina Birliği'ne katılmış ve Makedonya Kralı II. Filip'in kuşatmasından üç yıl sonra kurtulmuştur. Kuşatmanın kaldırılması, tanrıça Hekate'nin ilahi müdahalesine atfedildi ve onun yıldızını ve hilalini taşıyan sikkeler basıldı. Bizantion, Büyük İskender yönetiminde Makedon egemenliğine girdi ve ta ki Makedonların gücü zayıflayınca tekrar bağımsız oldu. MÖ 3. yüzyılda yağmacı Galyalıları geri çevirmek için şehrin tüm hazinesi bahşedildi. Roma'nın kontrolüne girmesiyle Bizantion zamanla ana imparatorluğun parçası oldu ve imparator Vespasianus'un altında özgürlüğünü bir süre kaybetti. Şehir MS 196'da taht gaspçısı Pescennius Niger'in yanında yer alınca Roma imparatoru Septimius Severus halkı katletti, surları yıktı ve kalıntıları bugünkü Türkiye'deki Marmaraereğlisi ilçesi olan Perinthus şehrine ilhak etti.
Daha sonra Septimius Severus, şehri aynı yerde ancak daha büyük ölçekte yeniden inşa etti. 268'de Gallienus tarafından tekrar yağmalanmasına rağmen şehir son derece güçlendirilmişti ve iki yıl sonraki Got istilasına direndi. Roma İmparatorluğu'nda yaşanan iç savaşlar ve ara sıra patlak veren isyanlar dışında Bizantion, Hıristiyanlığı benimseyen ilk Roma hükümdarı I. Konstantin gelene kadar dokunulmadan kaldı. Konstantin, 18 Eylül 324'te yakınlardaki Hrisopolis'te rakip imparator Licinius'un ordusunu yenerek doğu ve batıdaki tüm Roma İmparatorluğu'nun başına geçti ve ardından Bizantion'u Bizantium (veya Byzantium) adıyla başkent yapmaya karar verdi. Bizantion'un Latinceleştirilmiş haliydi.
Konstantinopolis'in Kurulması
324'te antik şehrin adını Bizantion yerine Yeni Roma yapan Konstantin şehrin yeniden inşasını 330 yılında tamamladı, imparatorluğun yeni başkenti olarak ilan etti ve ismini Konstantinopolis olarak değiştirdi. Şehrin önemi I. Alarik'in MS 410'da Roma'yı işgal etmesi ve de kentin MS 476'da Odoacer'e düşmesi ile arttı ve Orta Çağ boyunca eski Yunan ve Roma metinlerinin korunduğu bir sığınak oldu. Peki Bizantion'un Konstantinopolis'e dönüşme süreci nasıl yaşandı?
Konstantin başta yeni başkentini nereye kuracağından emin değildi. Eski Roma artık söz konusu olamazdı. Şehrin altyapısının gerilediğini anlamıştı; ekonomisi durgundu ve tek gelir kaynağı kıtlaşmıştı. Nikomedia (İzmit) başkent olabilirdi; bir sarayı, bir bazilikası ve hatta sirki vardı ama burası seleflerinin başkentiydi ve o yeni bir şey istiyordu. Başkentini antik Truva bölgesine inşa etme cazibesine kapıldı ancak Konstantin bu yeni şehrinin Yeni Roma (Nova Roma) olacağını söyleyerek eski Bizantion bölgesinde arama yapmaya karar verdi.
Bizantion şehrinin birçok avantajı vardı. İmparatorluğun coğrafi merkezine yakındı. Neredeyse tamamen su ile çevrili olduğundan kolayca savunulabilirdi (özellikle körfezin karşısına bir zincir yerleştirildiğinde). Ayrıca Haliç sayesinde harika bir limandı ve Tuna Nehri bölgesine ve Fırat sınırına kolay erişim sağlıyordu. Lucinius'un hazinesinin kullanılması ve özel vergi getirilmesi ile büyük bir yeniden inşa projesi başlatıldı.
Bizantion'un 4 katı büyüklüğe ulaşan ve eski şehirden bazı kalıntılar (kütüphane, türbe, borsa, hipodrom, amfitiyatro ve daha fazlası) taşıyan Yeni Roma inşa edilirken Tanrı'dan ilham alındığı belirtildi. Şehir yine de her anlamda klasik kalmıştı. Eski Roma gibi yedi tepe üzerine inşa edildi ve 14 bölgeye ayrıldı. Konstantin'in bizzat düzenlediği varsayılan büyük caddeler Büyük İskender, Jül Sezar, Augustus ve Diocletianus heykelleri ile süslüydü ve tabii ki bir elinde asa diğerinde küre olan Apollon kılığına bürünmüş bir Konstantin heykeli de vardı. Şehrin merkezi hamamlarla çevrili (Septimius Severus'tan kalma) iki sütunlu bir cadde olmuştu.
Konstantin'in ilk endişelerinden biri vatandaşlara yeterli su sağlamaktı. Su Antik Roma'da sorun olmasa da Bizantion yazın yoğun kuraklık, sonbaharın başında ve kışın ise sağanak yağmur dönemiyle karşı karşıyaydı. Havanın zorluğuna ek olarak her zaman bir istila olasılığı vardı. Dolayısıyla şehrin güvenilir su kaynağına ihtiyacı bulunuyordu. Şehre su getiren yeteri kadar su kemeri, tünel ve kanal vardı ancak depolama eksikti. Sorunu çözmek için 330 yılında Binbirdirek Sarnıcı inşa edildi ki bugün hala ayaktadır.
Bizantion'un yeniden inşa edilmesi ile imparatorlukta din yeni bir anlam kazandı. Konstantin Hristiyanlığı destekledi (annesi Hristiyandı) ancak tarihçiler gerçekten Hristiyan olduğuna inanmaz. Birkaç Hıristiyan kilisesi yapmıştı ama bir dini tapınma yeri olan eski akropolis yıkılmamıştı ve pagan ilahlara adanan tapınaklar artmıştı.
Bazı tarihçiler buna katılmasa da üç Ayasofya'nın ilki MS 360'ta inşa edildi ve adı Kutsal Bilgelik Kilisesi'ydi. Bazıları temelini Konstantin'in attığı iddia eder. Kilise MS 404'te yangınla yıkılacak, II. Theodosius tarafından yeniden inşa edilecek, 532'de I. Justinianus tarafından yıkılacak ve yeniden inşa edilecekti.
1453'e Kadar Konstantinopolis
Konstantinopolis'in 11 Mayıs 330'da resmen açılması çok büyük bir tarihi alametti. Konstantinopolis büyük dünya başkentlerinden biri, bir imparatorluk ve dinsel güç merkezi, muazzam bir zenginlik ve güzellik şehri ve Batı dünyasının ana şehri olacaktı. İtalyan denizcilik devletlerinin yükselişine kadar ticarette daima birinci şehir oldu ve 11. yüzyılın ortalarına kadar Avrupa'nın en güçlü ve en prestijli devletinin ana kentiydi.
8. ve 9. yüzyıllarda Konstantinopolis ikonoklast ile ikon savunucuları arasındaki savaşın merkezi oldu. İkonoklastlara karşı kurulan yedinci ekümenik konsey ile savaş durduruldu ancak çok fazla kan dökülmüş ve sayısız sanat eseri yok edilmişti. Kilisenin Doğu ve Batı kanatları daha da ayrıldı ve Roma ile Konstantinopolis arasında yüzyıllar süren dinsel bir anlaşmazlık başladı. 11. yüzyılda ise bir bölünme meydana geldi. Papa, 1204'te Konstantinopolis'in yağmalanmasını onayladı. Bu dönemde Türkler çoktan Konstantinopolis'e tehdit saçmaya başlamıştı ve dinsel ayrışma şehri zayıflatıyordu.
4. yüzyılın sonunda, Konstantin'in duvarları zengin ve kalabalık metropol için çok sınırlı hale geldi. O yüzyılın sonlarını kaleme alan St. John Chrysostom, birçok soylunun 10 ila 20 evi olduğunu ve 1 ila 2.000 köle sahibi olduğunu yazdı. Kapılar genellikle fildişinden, zeminler mozaiktendi veya pahalı kilimlerle kaplıydı ve yataklar ve sedirler değerli metalle yapılırdı.
İçerideki nüfus baskısı ve dışarıdaki düşman tehdidi yarımada şehrin iç kısmına yeni duvarların inşa edilmesine neden oldu. II. Theodosius döneminde inşa edilen 5. yüzyılın başlarına ait bu yeni duvarların bir kısmı bugün hala İstanbul'da ayakta.
I. Justinianus (527–565) döneminde Konstantinopolis ortaçağın zirvesine ulaştı. Bu dönemde nüfusun yaklaşık 500.000 olduğu tahmin edilir. 532'de şehrin büyük bir kısmı yakıldı ve bir Hipodrom bölek ayaklanması olan Nika Ayaklanması'nın bastırılması sırasında nüfusun çoğu öldürüldü. Yıkılan şehrin yeniden inşası Jüstinyen'e bugün pek çok binanın hala ayakta olduğu muhteşem bir inşaat programına girişme fırsatı verdi.
542'de şehir, her beş kişiden üçünü öldürdüğü söylenen bir vebayla sarsıldı; Konstantinopolis'in gerilemesi bu felaketten kaynaklandı. Sadece başkent değil, tüm imparatorluk zayıfladı ve 9. yüzyıla kadar gerçek bir iyileşme yaşanmadı. Bu dönemde şehir sık sık kuşatıldı: Persler ve Avarlar (626), Araplar (674'ten 678'e ve yine 717'den 718'e), Bulgarlar (813 ve 913), Ruslar (860, 941 ve 1043) ve gezgin bir Türk halkı olan Peçenekler (1090–91). Ancak hepsi başarısız oldu. (Peçenekler, Göktürk Devleti'nin yıkılmasıyla doğmuş bir halktır.)
1082 yılında Venediklilere özel ticaret ayrıcalıkları ve kendi mahalleleri tahsis edildi (Daha önce Haliç'in karşısındaki Galata'da yabancı tüccarlar için bir konaklama yeri vardı). Daha sonra Pisalılar, Amalfitanlar, Cenevizliler ve diğerleri de onlara katıldı. Bu İtalyan gruplar kısa sürede şehrin dış ticareti üzerinde güç elde ettiler. Bu tekel bir gün İtalyanların katledilmesiyle kırılmıştır. Ortodoksların Katoliklere saldırdığı Latinlerin Katliamı olayında 60.000 kadar Katolik öldürüldü ve kaçtı. İtalyan tüccarların bir kez daha Galata'ya yerleşmesine izin verilmedi.
1203'te Kutsal Topraklar'daki hedeflerinden sapan Dördüncü Haçlı Seferi orduları, görünüşte meşru Bizans imparatoru II. İsaakios'u yeniden imparator yapmak için Konstantinopolis'in önüne çıktı. Şehir düşmesine rağmen bir yıl kendi hükümeti altında kaldı. Ancak 13 Nisan 1204'te Haçlılar yağmalama amacıyla şehre girdi. Genel bir katliamın ardından başlayan yağma yıllarca devam etti. Haçlı şövalyeleri imparator olarak kendilerinden biri olan Flandreli Baldwin'i seçtiler ve Haçlı Seferi'nin başlıca azmettiricisi olan Venedikliler kilisenin kontrolünü ele geçirdi.
Kurulan Latin İmparatorluğu ile şehrin 4'te 3'ü alındı ve Bizanslılar Boğaziçi boyunca Nicaea'ya (şimdi İznik) ve Epir'e (şimdi kuzeybatı Yunanistan) yerleşti. Latin İmparatorluğu dönemi (1204-1261) Konstantinopolis tarihindeki en felaket dönemdir. Bronz heykeller bile madeni para için eritildi; değerli olan her şey satıldı. Kutsal kabul edilen emanetler kutsal alanlardan koparıldı ve Batı Avrupa'daki dini kurumlara gönderildi.
Türklerin Konstantinopolis'i Kuşatması
1261'de Konstantinopolis, İznik'in Yunan imparatoru VIII. Mihail (Paleologos) tarafından geri alındı. Sonraki iki yüzyıl boyunca, hem Batı'dan hem de Küçük Asya'daki Osmanlı Türklerinin yükselen gücüyle tehdit altında olan küçülmüş Bizans İmparatorluğu istikrarsız bir varoluşa girdi. 13. yüzyılın sonlarında ve 14. yüzyılın başlarında bazı inşaatlar yapıldı ancak Bizans hükümdarı VIII. Mihail'in Cenevizlilere bahşettiği Haliç'teki Galata'nın müreffeh durumuna ters olarak şehir harabeler ve ıssız arazilerle doluydu ve çürüme içindeydi. Türkler 14. yüzyılın ortalarında Avrupa'ya geçtiklerinde Konstantinopolis'in kaderi belirlenmişti.
Kaçınılmaz son 1402'de Timur'un Türkleri yenilgiye uğratmasıyla gecikti; ancak 1422'de Osmanlı padişahı II. Murat Konstantinopolis'i kuşattı. Bu girişim başarısız oldu ama 30 yıl sonra tekrarlanacaktı. 1452'de Osmanlı padişahı II. Mehmet boğazın en dar noktasına güçlü bir kale dikerek suları ablukaya aldı; Rumeli Hisarı denilen bu kale halen ayakta ve boğazın başlıca simgesinden biri. Kentin kuşatılması Nisan 1453'te başladı. Türkler sadece ezici sayısal üstünlüğe sahip değil aynı zamanda antik surları aşan toplara da sahipti.
Haliç bir zincirle korunuyordu ancak padişah ve donanmasını karadan yürüterek Boğaziçi'nden Haliç'e indirdi. Son saldırı 29 Mayıs'ta yapıldı. Cenevizlilerin de desteklediği çaresiz bir direnişle şehir düştü. Son Bizans imparatoru XI. Konstantin (Paleologos) savaşta öldürüldü. Şehirde üç gün yağma ve katliam yaşandı, padişah kısa sürede düzeni sağladı.
Konstantiniye İstanbul'u
Konstantinopolis veya İstanbul ele geçirildiğinde neredeyse terk edilmişti. II. Mehmet, Mora Yarımadası, Selanik ve Yunan adaları gibi diğer fethedilen bölgelerden şehre nüfus aktarmaya başladı. Yaklaşık 1480'de nüfus 60.000 ila 70.000 arasına yükseldi. Ayasofya ve diğer Bizans kiliseleri camiye dönüştürüldü. Rum Patrikhanesi durdu ancak daha sonra Pammakaristos Meryem Ana Kilisesi'ne (Fethiye Camii) taşındı ve ardından Fener (Phanar) mahallesinde bir bina tahsis edildi. Padişah bugün üniversitenin bulunduğu alana şimdi yıkılmış olan Eski Saray'ı ve bir süre sonra da hala var olan Topkapı Sarayı'nı inşa etti. Haliç'in başına Eyüp Camii'ni ve Havariler Bazilikası'nın yerineyse Fatih Camii'ni yaptırdı. Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti 1457'de Edirne yerine Konstantiniye yapıldı.
II. Mehmet'ten sonra İstanbul uzun bir barışçıl büyüme dönemi geçirdi. Yalnızca deprem ve yangın gibi doğal afetlerden zarar gördü. Padişahlar ve nazırlar kendilerini daha çok çeşme, cami, saray ve hayır kurumu inşasına adadılar. Böylece kentin görünümü kısa sürede tümüyle değişti. Şehirdeki Türk inşaatının en parlak dönemi Osmanlı hükümdarı Kanuni Sultan Süleyman'ın (1520–66) saltanatına denk gelir.
İstanbul tarihindeki bir sonraki büyük değişiklik Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasının yaklaştığı 19. yüzyılın başlarında meydana geldi. Bu dönem iç reformlar çağı (Tanzimat) olarak bilinir. Reformlara Hipodrom'daki Yeniçeri katliamı (1826) gibi ciddi rahatsızlıklar eşlik etti. İlerici Osmanlı padişahı II. Mahmut'un muhafazakar muhalefet karşısındaki zaferi ile İstanbul'un Batılılaşması hızla başladı. 1830'lardan başlayarak buharlı gemiyle İstanbul'u ziyaret etmek isteyen Avrupalı ziyaretçi sayısı arttı.
İlk Haliç köprüsü 1838'de inşa edildi. 1839'da Osmanlı padişahı Abdülmecid, dinleri, canları ve servetleri ne olursa olsun bütün tebaalara garanti veren bir tüzük çıkardı. Batılılaşma süreci Kırım Savaşı (1853-56) ve İngiliz ve Fransız birliklerinin İstanbul'u bölmesiyle daha da hızlandı. 19. yüzyılın ikinci bölümü ve 20. yüzyılın başında çeşitli kamu hizmetleri hayata geçirildi: İstanbul'a uzanan Avrupa demiryolu 1870'lerin başında başladı.
Galata'yı Pera'ya bağlayan yeraltı tüneli 1873'te tamamlandı. İstanbul ve Boğaz'ın Avrupa yakasındaki yerleşim yerlerine düzenli su temini için 1885'te Fransız şirketi La Compagnie des Eaux tarafından Karadeniz kıyısındaki Terkos Gölü'nden (şehre 47 km) su getirildi; 1912'de elektrikli aydınlatma, 1913 ve 1914'te elektrikli sokak arabaları ve telefonlar tanıtıldı. Kanalizasyon sisteminin yeterli hale gelmesi ise ancak 1925 ve sonrasında Cumhuriyet döneminde olacaktı.
Modern İstanbul
20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı İmparatorluğu artık yerle birdi. Modern bir Türkiye'nin doğuşunun ilk işaretleri bu dönemde görüldü. 1908'de şehir, nefret edilen Sultan II. Abdülhamid'i deviren Jön Türk ordusu tarafından işgal edildi. Balkan Savaşları sırasında (1912–13) İstanbul neredeyse Bulgarlar tarafından ele geçirildi. I. Dünya Savaşı boyunca şehir abluka altındaydı. Mütareke'nin (1918) tamamlanmasından sonra İstanbul 1923'e kadar İngiliz, Fransız ve İtalyan işgaline girdi.
Küçük Asya'daki Türk-Yunan Savaşı ve Rus Devrimi binlerce mülteciyi İstanbul'a getirdi. Türk milliyetçilerinin Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki zaferi ile saltanat kaldırıldı ve son Osmanlı padişahı VI. Mehmet İngilizler eşliğinde İstanbul'dan kaçtı (1922). Padişah Vahdettin de aynı yıl İngilizlerin HMS Malaya Zırhlısı ile İstanbul'dan Malta'ya kaçtı.
Lozan Antlaşması'nın imzalanmasının ardından İstanbul, Müttefik işgalinden kurtarıldı (2 Ekim 1923) ve Ankara, Türkiye'nin başkenti seçildi (13 Ekim 1923). 29 Ekim'de Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Türkiye II. Dünya Savaşı'nın büyük bölümünde tarafsız kaldı ancak Balkanlar'ın Mihver'ler tarafından fethedilmesi Türkiye'de büyük bir Alman istilası korkusu yarattı. Neyse ki böyle bir saldırı gerçekleşmedi.
II. Dünya Savaşı'nı izleyen dönemde, çok sayıda kırsal bölge sakininin iş aramak için şehre taşınmasıyla İstanbul'un büyüklüğü ve nüfusu çarpıcı şekilde arttı. 20. yüzyılın ikinci yarısında şehir nüfusunun yaklaşık 10 kat artması, İstanbul'un altyapısına muazzam baskı uyguladı ve aşırı kalabalık, kirlilik ve yetersiz şehir hizmetleri Orta Doğu'daki büyük şehirlere özgü kritik sosyal sorunlar haline geldi. Yine şiddetli sismik faaliyetlere eğilimli bir şehirde görülen standart altı ve kayıt dışı inşaatların çoğalması yaşanan depremlerde yüksek can kaybına neden oldu; Ağustos 1999'da İstanbul yakınında gerçekleşen sarsıntıda 15.000'den fazla insan öldü.
Tüm halkın otomobil satın almasıyla yaşanan patlama şehrin profilini hızla değiştirdi. Modern otoyollara yer açmak için kentin geniş bölgeleri yıkıldı veya temizlendi. Bu da çarpık kentleşmeye daha da katkıda bulundu. 90'ların sonuna yaklaşırken hayata geçirilen büyük projeler ile şehrin Asya ve Avrupa yakaları karayolu ve demiryolu ile birbirine bağlandı.