Bir Ülke Başka Bir Ülkeyi Satın Alabilir mi?

Birkaç sene önce Trump'ın Grönland'ı satın almak istemesiyle yeniden hatırlanan hukuksal durum.

ABD eski başkanı Donald Trump Ağustos 2019'da danışmanlarından Grönland'ı Danimarka'dan satın alma potansiyelini araştırmalarını istediğinde bazı tartışmalara yol açmıştı. Fox News'e göre, Trump bu işlemi "temelde büyük bir emlak anlaşması" olarak tanımladı ve adaya yıllık yüz milyonlarca avro tutarında sübvansiyon veren Danimarka'nın bundan kar edeceğini söyledi. Trump'a göre, bu nedenle büyük bir maliyetle taşıyorlardı ve ABD için de stratejik olarak oldukça avantajlı olacaktı. Hatta 15 Eylül'de çıkan bir habere göre Trump, Porto Rico'yu Grönland ile takas etmeyi dahi düşünmüştü.

Bir Ülke Başka Bir Ülkeyi Satın Alabilir mi?

Danimarka Başbakanı Mette Frederiksen, 1970 yılında Danimarka'dan bağımsızlığını kazanan ve kendi bağımsız hükümeti, bayrağı ve parlamentosu olan Grönland'ın Danimarka'nın satılacak mülkü olmadığını belirterek herhangi bir anlaşmayı derhal reddetti. Grönland gazetesi Sermitsiaq'ta yer alan yorumlarının Google çevirisine göre, "Grönland satılık değildir" demiştir. "Grönland bir Danimarka ülkesi değildir. Grönland'da Grönlandlılar yaşıyor. Bunun ciddi bir niyet taşımadığını ummaya devam ediyorum."

Bazıları Trump'ın Grönland'ı satın alma arzusunun o kadar da tuhaf olmadığını söyledi. Amerika Birleşik Devletleri 1800'lerde ve 1900'lerin başında 1803 Louisiana'nın satın alımı ve 1867'de Alaska'yı Rus Çarlık hükümetinden satın almak için yapılan anlaşma gibi çeşitli toprak anlaşmaları yoluyla topraklarının önemli bir bölümünü satın almıştı. Bir asırdan biraz daha uzun bir süre önce olsa da, Amerika Birleşik Devletleri ve Danimarka daha önce de ticaret yapmıştı. Amerika Birleşik Devletleri Virgin Adaları'nı 1917 yılında İskandinav ülkesinden satın aldı. Ulusal Halk Radyosu'nun bu haberinde anlatıldığı üzere, eski Amerikan Başkanlarından Harry Truman'ın hükümeti 1946 yılında Danimarka'dan Grönland'ı satın almayı bile gizlice düşünmüştü.

Bununla birlikte, Trump'ın planladığı anlaşma bunların hepsinden daha kapsamlı olacaktı çünkü birçok açıdan artık gerçekten de ulus içinde ayrı bir ulus olan bir adayı satın almayı teklif etti. Asıl soru, bir ülkenin başka bir ülkenin tüm topraklarını satın alıp alamayacağıdır. Bunu anlamak çok zor.

Bu Daha Önce Yaşandı mı?

Ancak şaşırtıcı bir şekilde, 19. yüzyılda benzer bir olayın yaşandığına dair belgelenmiş en az bir örnek bulunmaktadır. Belçika Kralı II. Leopold ve finansörlerden oluşan bir sendika, 1880'lerde yüzlerce yerel yöneticiyle anlaşmalar yaparak Kongo Nehri havzasının neredeyse tamamı üzerinde kontrol sağlamayı başardı. Çabalarının bir sonucu olarak bölge Kongo Özgür Devleti olarak ilan edildi ve Leopold bu devletin kralı oldu. 1884-1885 Berlin Batı Afrika Konferansı'nda diğer Avrupalı sömürgeci güçler bu yeni oluşumu tanıyarak ona belirli bir yasallık kazandırdılar. Ancak Leopold'un acımasız ve açgözlü bir diktatör olduğu ortaya çıktı. Pek çok Kongolu köleleştirildi ve kauçuk plantasyonlarında çalışmaya zorlandı; burada gözetmenleri tarafından kurutulmuş su aygırı derisinden yapılmış kırbaçlarla dövüldüler.

Leopold, işlediği ve nüfusu yarıdan fazla azaltan suçlar nedeniyle halkın öfkesi yüzünden topraklarını terk etmek zorunda kaldı. 1908 yılında Belçika Kralı I. Albert, 50 milyon Belçika Frangı (günümüz ABD dolarıyla yaklaşık 65+ milyon dolar), Kral II. Albert Vakfı'na 40 milyon frank bağış ve 110 milyon franklık bir borcun üstlenilmesi karşılığında iktidarı Belçika Parlamentosu'na devretti. Bütün bir ülke için bu rakam çok fazla görünmeyebilir, ancak Leopold'un çok daha fazla para kaçırdığını unutmamak gerekir. Duke Hukuk Fakültesi profesörlerinden Joseph Blocher ve Mitu Gulati'nin 2019 tarihli bu makalesini okuyarak bu satın alma işlemini ve egemenliğin devrine ilişkin sonuçlarını daha derinlemesine inceleyebilirsiniz.

Günümüz Uluslararası Hukuku

Ancak, Louisiana satın alması ya da Alaska anlaşmaları gibi önemli bir toprak alımı ya da bütün bir ulusun satın alınması modern zamanlarda daha zor olacaktır.

Profesör Joseph Blocher durumu şöyle açıklıyor: "Bu tür anlaşmalar eskiden oldukça sık yapılırdı ve uluslararası hukukun geleneksel ilkeleri bunu oldukça basit hale getiriyordu – ilgili devletler temelde bir fiyat üzerinde anlaşmak zorundaydı. Ancak, hukuk sistemi geçtiğimiz yüzyılda evrim geçirdi, bu nedenle geçmişteki emsaller artık geçerli değil. Her şeyden önce, kendi kaderini tayin kavramının artan önemi, işlemin meşru olması için satılan bölgede yaşayan insanların rızasının gerekli olduğu anlamına geliyor." Danimarka'nın ifade ettiği gibi Danimarka Grönland'ın "sahibi" olsa bile Grönland halkına sorulmalıdır.

Birleşik Krallık'ın Newcastle'daki Keele Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler alanında öğretim görevlisi olan ve 2017'de ulusal egemenlik üzerine bir makale kaleme alan Rebecca Richards için de durum çok farklı değil: "Uluslararası hukuk ve iç hukuk bir yana, toprak satışının günümüz uluslararası sisteminde nasıl kabul edilebilir bir davranış olarak görüleceğini anlamak zor. Bu, sömürgeci yöntemlere rahatsız edici derecede benziyor ve özellikle de buna katılan uluslar göz önüne alındığında, bunun uygun olacağı bir durumu tasavvur etmek son derece zor."

Danimarka'nın Grönland'ı satma fikrini reddetmesi, bu tartışmanın yersiz olabileceğinin nedenlerinden sadece biri. Virginia'daki George Mason Üniversitesi'nde kamu politikası profesörü ve ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı direktörünün eski kıdemli danışmanı Robert Deitz, şöyle yazıyor: "Ulusları satın almak ve satmak ekonomik açıdan mantıklı değil. Hedeflerimize ulaşmak için başka yöntemler de var."

Deitz, askeri üsler için toprak kiralamanın ya da doğal zenginlikleri (Grönland'ın cep telefonları gibi çağdaş teknolojiler için önemli olan nadir toprak elementleri kaynağı gibi) çıkarma hakları konusunda bir anlaşma yapmanın toprak sahibi olmaktan daha kolay ve ucuz olduğunu savunuyor. Ayrıca o dönemlerde, Trump'ın dendisinin Grönland'da egemenliğin devrini gerektirecek herhangi bir Amerikan menfaatinden haberdar olmadığını da belirtiyor.

Danimarka başbakanı Frederiksen de aynı fikirde görünüyor. O dönemlerde bir TV muhabirine söylediği gibi, "Neyse ki artık başka ülkeleri ve halkları alıp satma dönemi sona erdi."