Japonya'nın Tarihi: Kuruluşundan Orta Çağ Dönemine Kadar

Antik Japonya'dan Orta Çağ Japonya'sına ve son şogunluğa kadar binlerce yılın hikayesi.

Honnō-ji Olayı, Meiji dönemi baskısı.
Honnō-ji Olayı, Meiji dönemi baskısı.

Samuray, Orta Çağ Japonya tarihiyle ilişkilendirilen en ikonik figürlerden biridir. Yükselen Güneş İmparatorluğu'nun tarihindeki en ilgi çekici ve unutulmaz dönemlerden biri feodalizm ve iç savaşlar dönemidir. Ancak bu dönemden önceki her şey gölgede kalmıştır. 19. yüzyıl sona ererken, Japonya'nın nasıl feodal bir imparatorluğa dönüştüğü sorusu yaygın bir ilgi uyandırmıştır. Bu yazıda, tarih öncesinden imparatorluk şogunluğunun yükselişine kadar eski Japon geçmişini ele alıyoruz.

Japon Tarihinin Şafağında: Jōmon Dönemi (MÖ 14000-MÖ 300)

Kyushu'da Yayoi dönemine ait bir evin yeniden inşası.
Kyushu'da Yayoi dönemine ait bir evin yeniden inşası.

Şinto tanrıçası Amaterasu'nun Japon imparatorluk ailesinin ilahi soyunu sağladığı ve onlara ülkeyi yönetme hakkını verdiği söylenirdi. İmparatorluk başlangıçta sadece ismen imparatorluktu.

Japonya'da insan yerleşimine dair kanıtlar MÖ 14.000'den öncesine kadar uzansa da, takımadalar MÖ 300'lere kadar şekillenmeye başlamadı. O dönemde Japonya nüfusunun büyük çoğunluğunu köylüler ve balıkçılar oluşturuyordu ve ülke genelinde göç eden mevsimlik yerleşimlerde yaşıyorlardı. Jōmon döneminde yaşayan insanlar balıkçılık, avcılık ve ilkel tarım türleriyle uğraştıkları için "pazar bahçıvanları uygarlığı" olarak biliniyordu.

O zamanlar para diye bir şey yoktu ama yeşim taşından kamalar, seramikler ve deniz kabuğundan yapılmış eşyalar popüler el sanatları olarak ortaya çıkmaya başlamıştı. Dogû, Jōmon döneminin sonlarında, yaklaşık MÖ 400'lerde keşfedilen bir tür özenli çanak çömlektir. Bu sanat eserlerinin Japonya'da ortaya çıktığına hiç şüphe yoktur.

O zamanlar Japonya'da Budizm yoktu; sadece çeşitli şaman ritüelleri vardı. Şamanların görünmeyen aleme girebildiklerine ve geleceği tahmin edebildiklerine inanılıyordu. Bereketli hasatlar için dua eder, ruhları teskin eder, doğal afetlere ve kötü güçlere karşı korurlardı.

Japonya ve Çin: Yayoi Dönemi (MÖ 300-MS 300)

Yayoi dönemi dōtaku zili, MS 3. yüzyıl.
Yayoi dönemi dōtaku zili, MS 3. yüzyıl.

Yayoi döneminin başlangıcında, yaklaşık MÖ 300'de Japon kültüründe dramatik bir değişim meydana geldi. Bu dönemde Şintoizm gelişmekte, hükümet yapıları kurulmakta ve Çin ile ticaret yapılmaya başlanmaktaydı. Japon takımadalarını oluşturan dört ana adadan en güneyi olan kuzey Kyûshu'dan gelen Yayoi'ler bu yenilikleri getirenlerdi.

MÖ 100 civarında Japonya ilk metal ürünlerini üretmeye başladı, hammaddeler ise muhtemelen Kore'den geliyordu. Çinliler ve Korelilerle olan iletişim, bronz ve demir de dahil olmak üzere metal işleme tekniklerini Japonya'ya getirdi. Kuzey Kyushu'daki kökenlerinden hızla yayılan bu çığır açan fikir, tüm adanın çehresini çoktan değiştirdi. Demir aletler tarımda kullanılmaya başlandı ve ardından yükselen pirinç kültürü kırsal nüfusu tarlalarına, çamur ve samandan yapılmış evlerine hapsederek izole etti. Ayrıca, bu sisteme geçiş ancak yerleşik nüfusun artması sayesinde mümkün oldu.

Servet, toprak sahipleri tarafından biriktirildi, nesiller boyunca aktarıldı ve yönetici klanın gücünü destekledi. Zamanla, vergi koymanın yanı sıra adalet ve dini törenleri yönetme gücüne sahip feodal lordlar gibi bir şeye dönüştüler. İlk klanlar bu dönemde ortaya çıktı. Bu aristokrat sınıfın dini işlevi, siyasetteki etkilerini de güçlendirdi. Kutsal eşyalara erişimi olan, karşı tarafla iletişim kurabilen ve ibadet ritüellerini harfiyen anlayabilenler sadece onlardı. Diğerlerinin saygı ve hayranlığı bu özelliklerinin doğrudan bir sonucuydu ve lider olarak konumlarını daha da sağlamlaştırıyordu. Bronz, tarım işçiliği için demirden daha az işlevsel olduğundan, törenlerde kullanılan bir sembol rolüne indirgenmiş ve sonunda hükümet mekanizmasının ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

Başka bir deyişle, Yayoi dönemi Jōmon döneminden beri var olan eski şamanist uygulamaların sonu anlamına gelmiyordu. Animist ve çok tanrılı unsurlar içeren bir din olan Şinto, modern Japonya'da hala yaygın olarak uygulanmaktadır. Şinto, kami (veya ruhlar) olarak da bilinen, her şeyin içinde yaşayan ve her doğal unsuru temsil eden "6 milyon tanrı" olduğu fikri üzerine kurulmuştur. Örneğin, hasattaki rolü nedeniyle saygı duyulan tilki tanrısı Inari Ōkami en önemli kamilerden biriydi.

Bereketli bir ürün elde etmek için ona dua ederlerdi. Şinto'nun temizliğe verdiği önem diğer dinlerdekine benzerdi. Bir kişi kirlerinden (kegara) kurtulmak için periyodik olarak dua etmeli ve belirli ayinler yapmalıdır, aksi takdirde kendisine ve çevresindeki herkese mutsuzluk ve felaket getirecektir. Tanrıça Izanami ve Tanrı Izanagi'nin ülkeyi yarattığı gibi Japonya'nın temel mitlerinin kökeni Şinto inancına dayanmaktadır.

O dönemde Wa olarak bilinen Japonlar ilk olarak yazılı Çince'de ortaya çıkmıştır. Geçici hükümdar ve baş rahibe olarak görev yapan Yamataitoku'nun mitolojik imparatoriçesi Himiko'nun imparatorluğu üçüncü yüzyıl civarında kurduğu söylenir (ruhani ve geçici güçlerin bir başka birleşimi). Bu imparatoriçe var olmuş olabilir ve daha sonraki Yamato yönetiminde (ünlü savaş gemisi Yamato'nun adını aldığı) bir etkisi olmuş olabilir, ancak bu iddiaların hiçbiri doğrulanmamıştır.

Yükselen İmparatorluk: Kofun Dönemi (MS 300 – MS 538)

kofun japonya
Japonya'nın Osaka vilayetinin Sakai kentinde bulunan Nintoku anıt mezarı, kofun olarak bilinen Mozu-Furuichi antik mezar alanları grubunun bir parçasıdır Görsel: KYODO, Japan Times.

Üçüncü yüzyılın sonlarına doğru, daha sonra imparatorluk hanedanı olacak olan Yamato sarayı yavaş yavaş ortaya çıkar. İç Deniz kıyıları boyunca uzanan Bizen bölgesindeki klanlar, Honshu'nun güney kısmı ve kuzey Kyushu'nun bir bölümü üzerinde hakimiyet kuracak kadar güç kazanır. Baskın klanlar arasında Soga, Katsuraki, Heguri ve Koze yer alır; bunlara daha sonra Izumo (daha kuzeybatıda), Otomo, Mononobe, Nakatomi ve Inbe Kibi klanları da katılır.

Bu klanların her biri kendi bölgesinde (kuni) liderliğini korur ancak Yamato sarayının yönetimi altında diğerleriyle birleşir. Soga, Mononobe ve Otomo klanları özellikle etkilidir. Her biri imparatorluk ve/veya ilahi soy iddiasındadır. Başlangıçta en güçlü olan Katsuraki, 5. yüzyılın sonundaki bir veraset anlaşmazlığı sırasında İmparator Keitai'yi destekleyen Otomo'ya boyun eğmek zorunda kalmıştır.

Yamato sarayı kendi yönetimini geliştirerek Hazine Bakanı gibi pozisyonlar oluşturdu. İmparator klanlara topraklarında göreceli özerklik tanırken, otoritesi mutlaktı ve klan liderleri bile onun iradesine boyun eğiyordu. Uygulamada bazı klanlar, genellikle İmparator'un ailesiyle evlilik ittifakları nedeniyle daha fazla nüfuza sahipti.

Patriklerinin liderliği altındaki klan üyelerinden oluşan aristokrasiye ilk kalıtsal soylu unvanları verildi. Süvarilik de dahil olmak üzere gelişmiş askeri teknikler ve kılıç kullanımı da bu dönemde ortaya çıkmıştır.

Yamato sarayı Kore krallıkları ve Orta Krallık ile önemli bir muhatap haline geldi. 5. yüzyılın sonlarında Wa (Japonya) İmparatoru, karşılığında kendisini hükümdar olarak tanıyan Çin İmparatoru'na haraç ödemeye başladı.

Çinliler ve Koreliler takımadalara göç ederek Qin hanedanının Çinli torunlarından oluşan Hata klanı ya da Takamuko klanı gibi klanlar kurdular. Koreli prensler, Mançu kabilelerine karşı askeri destek karşılığında Japon sarayına rehine olarak gönderildi.

Bu nüfus akınının, özellikle Budizm'in takımadalara girmesi ve Japon geleneklerinin bozulması gibi öngörülemeyen sonuçları oldu.

Yamato dönemi sona erdiğinde Japonya, farklı Şinto temelli kültürüne ve siyasi sistemine rağmen komşuları tarafından tanınan köklü bir imparatorluk olarak varlığını sürdürüyordu. Ancak Budizm'in gelişi ve bunu takip eden reformlarla birlikte Japonya, Asuka dönemiyle başlayan imparatorluk dönemine girmiştir.

Beşinci yüzyılda başlayan Yamato sarayı, sonraki altı yüzyıl boyunca Japonya'nın imparatorluk sarayı haline geldi ve hem ülke içinde hem de uluslararası alanda daha baskın hale geldi. Her şey altıncı ve yedinci yüzyıllarda ülkenin siyasi yapısını tamamen değiştiren bir dizi değişiklikle başladı. Bu imparatorluk yönetimi döneminde, savaşın nadir görülmesine rağmen sanat, kültürel ve ruhani gelenekler ve hatta yazı dili gelişti.

Şüphesiz, Heian döneminin başlangıcı ile Muromachi döneminin sonu arasındaki altı yüzyıl, bu süre zarfında Japonya (Nihon) olarak bilinen Yükselen Güneş İmparatorluğu'nun Altın Çağı olmuştur. Bununla birlikte, İmparatorun iktidara yükselişi ile bu otoriteyi sağlamlaştırması arasındaki değişim, İmparatorluğun hayatta kalması için gerekli olan bir değişim dalgası ile karakterize edildi.

Shōtoku Taishi'nin Reformları (587-628)

Altıncı yüzyılın başlarında Yamato sarayı yoğun siyasi entrikalara sahne oluyordu. Soga klanı, imparatorluk ailesiyle yaptığı evlilik sayesinde, Katsuraki, Heguri ve Koze klanlarını bir kenara iterek ve özellikle de Budizm'in yerleşmesine karşı çıkan Mononobe ve Nakatomi klanlarının aleyhine olacak şekilde, yavaş yavaş kendini kabul ettirmeyi başardı.

Fakat buna daha sonra geri döneceğiz. 587 yılına gelindiğinde Soga klanı, lideri Soga no Umako'nun yeğenini tahta geçirmesine ve prens naibi Shotoku Taishi'nin (574-622) yardımıyla bu değersiz adam (daha doğrusu çocuk) aracılığıyla hüküm sürmesine izin verecek kadar güçlenmişti. Sonrasında, kendisini bağımsızlığa fazla kaptıran imparator bir suikast sonucu öldürüldü ve yerine İmparatoriçe Suiko geçti (593-628). Shotoku Taishi ilk reformu gerçekleştiren kişiydi.

Dindar bir Budist ve Çin edebiyatının büyük bir uzmanı olarak, Orta Krallık'ta hükümeti yöneten Konfüçyüs ilkelerinden ilham aldı ve bunları Japon gerçekliğine uyguladı. Shotoku Taishi, İmparatorun gücünü ilahi haktan aldığı ve cennetin iradesine göre hüküm sürdüğü Cennetin Yetkisi kavramını ortaya attı. Ayrıca uyum ve Buddha'nın öğretilerinin değerini, imparatorluk emirlerinin diğer tüm hususlara mutlak önceliğini vurgulayan ve Konfüçyüsçü bağlılık ve itaat erdemlerini öven on yedi maddelik bir anayasa hazırladı.

Bu "anayasaya" – devletin kurumsal temellerini değil, ahlaki ve manevi anlamda yol gösterici ilkelerini ortaya koyduğu için tartışmalı bir terimdir – dışarıdan bakıldığında gülünç görünse de son derece ritüelleşmiş bir siyasi sistemde büyük önem taşıyan rütbe ve görgü kuralları sisteminde bir devrim eşlik eder.

Japonya'nın "Çinlileştirilmesini" tamamlamak için Budist tapınakları inşa edilmiş, Çin takvimi benimsenmiş ve Çin modelinden esinlenen yeni bir idari birim olan Gokishichido (5 şehir, 7 yol) yürürlüğe girmiştir. O zamanlar Tang hanedanının yönetimi altında olan Çin'e öğrenciler ve diplomatik misyonlar gönderilmiştir. Ancak ilişkiler, özellikle kültürel düzeyde, Kofûn dönemine kıyasla daha düzenli ve yoğun olsa da, Çin ile Japonya arasındaki rekabet de bu dönemde gelişti. Gerçekten de, Japonya artık kendisini Çinli komşusunun vasalı olarak görmediğinden, Yükselen Güneş İmparatoru'ndan Çin İmparatoru'na gönderilen mesajlar artık eşitler olarak ele alınmaktadır.

Shotoku Taishi ve Soga no Umako öldükten sonra Soga klanı imparatorluğun iplerini eline aldığında, Çin kültürü Japon geleneklerine ve siyasetine nüfuz etmişti. Başta Budist ayinleri olmak üzere halk tarafından şüpheyle karşılanan bu gelenekler, yine de sonraki yüzyıllarda Japonya'nın geliştirdiği eşsiz kültürün önemli bir parçası haline gelecekti.

Taika Reformları

Başarı dönemine rağmen, Soga klanı Shotoku Taishi'nin ölümünden sonra ayakta kalmayı sürdüremedi. 645 yılında, saray entrikaları Soga'nın iktidarını sona erdirmeyi amaçlayan bir darbeye yol açtı. Naka no Oe ve Nakatomi no Kamatari (daha sonra Fujiwara klanına dönüşecek olan bir klan) önderliğinde gerçekleşen ve Isshi Olayı olarak bilinen bu isyan, "Büyük Değişim" anlamına gelen Taika reformlarının başlangıcı oldu.

Her şeyden önce, kontrol artık kalıtsal olmadığı için topraklara merkezi hükümet tarafından el konuldu. Topraklar her nesil imparatorluk yönetimine devrediliyor ve bu yönetim de toprakların yeniden dağıtımından sorumlu oluyordu. Elbette bu, imparatorluğun gözünden düşen bir ailenin bir parmak şıklatmasıyla ortadan kaldırılabileceği anlamına geliyor. Benzer şekilde, klan reislerinin kalıtsal unvanları da kalıtsal aktarımdan mahrum bırakılmıştır.

Ardından, idarenin genişletilmesini finanse etmek için ipek, kumaş ve pamuk gibi ürünlerden vergi alınırken, bir milis gücü oluşturmak ve kamu binaları inşa etmek için bir aşar vergisi getirilmiştir. Son olarak, Gokishichido bölünmesi kaldırıldı ve ülke, yalnızca imparatorluk yönetimine karşı sorumlu valiler tarafından yönetilen eyaletlere bölündü. Ülkenin idaresi üzerinde daha da fazla kontrol sağlamak için ilçeler ve kasabalar oluşturuldu.

Buna ek olarak, İmparator ve başta Kamatari olmak üzere destekçileri ritsuryo'yu kurmaya başladılar. Bu bir dizi cezai ve idari kuraldır. Ritsuryo birkaç aşamada yazılmıştır: İlk versiyon olan Ômi yasası 668'de, Asuka Kiyomihara yasası 689'da ve en son versiyon olan Taihô yasası 701'de tamamlanmış ve birkaç ayrıntı dışında 1868'e kadar yürürlükte kalmıştır. Ceza kanunu Konfüçyüsçü bir kanuna daha yakındır ve ağır cezalar yerine hafif cezaları tercih eder.

İdari kanun, saray ritüelleri ve Şinto geleneklerine adanmış bir organ olan Jingi-kan'ı ve merkezi idare, törenler, imparatorluk hanedanı, sivil işler, adalet, ordu, halk işleri ve hazineden oluşan sekiz bakanlığı oluşturan Daijo-kan'ı kurdu. Bu son derece etkili araç, imparatorluk hanesinin ülkeyi yönetme kabiliyetini güçlendirerek gücünün istikrar kazanmasına yardımcı oldu.

Budizm'in Japonya'ya Girişi

Budizm'in Japonya'ya girişi muhtemelen Kore Yarımadası'ndan gelen göçler yoluyla gerçekleşmiştir. 6. yüzyılda Yamato sarayı ile Kore krallıkları arasında, özellikle de Japonya'nın Moğol istilacılara karşı Baekje krallığını desteklemek için yaptığı müdahaleden sonra, yakın ilişkiler gelişmiştir. 538 yılında Budist inancını yaymak üzere Japonya'ya ilk heyet gönderilmiştir. Başlangıçta Soga klanı tarafından benimsenen ve daha sonra aristokrasiye aktarılan Budizm, Nakatomi ve Mononobe klanları tarafından desteklenen sıradan halkın direnişiyle karşılaştı.

Budist gelenekler zemin kazandıkça Şinto gelenekleri geriledi. İmparatorluk kararnamesi "kofun" ya da anahtar deliği şeklindeki tümülüsler olarak bilinen mezarları (üstteki fotoğraf) yasakladı. Atlar, kuşlar ve köpekler de dahil olmak üzere et tüketimi de yasaklandı.

Dahası, takımadalara gelen tek felsefe Budizm değildi. Yedinci yüzyılın ortalarında ilk Japon Taoist manastırı Tonomine Dağı'nda inşa edilmiştir. Bazı imparatorluk mezarları, Taoizm'deki evrensel düzeni simgeleyen ve etkisinin gücünü gösteren sekizgen şeklini benimsedi.

Asuka dönemi sona erdiğinde imparatorluk, klanların ve halkın bağlılığıyla sağlam bir şekilde kurulmuştu; siyasi istikrar hüküm sürüyordu ve takımadalar çatışmalardan zarar görmemişti. Bu refah, Japon İmparatorluğu'nun kendisini Orta Krallık'la eşit görmesine yol açtı. Bugün Yükselen Güneş İmparatorluğu olarak bilinen bölgede gerçek bir kültürel çiçeklenme yaşanmak üzereydi.

Nara dönemi, MS 710 yılında ülkenin orta kesiminde yer alan Nara şehrinde Japonya'nın ilk kalıcı başkentinin kurulmasıyla başladı. Asuka dönemi reformları, Nara'ya da yerleşen bir imparatorluk bürokrasisinin doğmasına yol açtı. Şehir hızla Japonya'nın başlıca kentsel merkezi haline geldi ve 200.000 kişilik bir nüfusa ev sahipliği yaptı.

Ülkenin dört bir yanından düşünürleri ve sanatçıları bir araya getiren bu kentleşme, gerçek bir kültürel patlamayı kolaylaştırdı. Bu dönemde, başkentin Çin Tang Hanedanlığı başkentine benzer şekilde planlanmasına rağmen Budizm ile ilişkili ithal Çin kültürü zayıfladı ve yerini özgün bir Japon kültürüne bıraktı. Aynı zamanda, imparatorluk sarayının kalıcılığı saray entrikalarını ve güç mücadelelerini arttırmıştır. Nara ve Heian dönemleri Japonya'daki kültürel gelişmeyle eşanlamlı olsa da, imparatorluk gücünün düşüşü ve ilk klan savaşlarının başlangıcından da bağımsız değildir.

Japon Sanat ve Kültürünün Gelişimi

Kültürel yenilenmenin ilk işareti, 710 yılından itibaren Çin geleneğindeki unvanların ve saray kıyafetlerinin terk edilmesidir. Güzellik standartları gelişir ve hem aristokrat erkekler hem de kadınlar ciltlerini beyazlatmak ve dişlerini karartmak için yüzlerini pudralamaya başlar. Şinto panteon efsanelerinde anlatılan ilahi "mükemmelliğe" yaklaşma çabasıyla erkekler ince bıyık bırakma uygulamasını benimserken, kadınlar dudaklarını kırmızıya boyar. "Junihitoe" olarak bilinen, mevsime ve kutsal festivallere dayalı karmaşık bir kurala göre düzenlenmiş çok sayıda kumaş katmanından oluşan ilk karmaşık saray cübbeleri de ortaya çıkar.

Sanatsal açıdan bu iki dönemin en büyük gelişimi şüphesiz edebi alanda olmuştur. Çince saray dili olarak kalmaya devam etse de, "kana"nın – tipik Japonca nüansları ifade etmek için tasarlanmış karakterler – ortaya çıkışı bir edebiyat patlamasına yol açtı. İlk büyük eserler Nara döneminin başında, ilk imparatorluk kronikleri olan Kojiki (712) ve Nihon Shoki (724) ile ortaya çıktı. Daha sonra, ilk Japon romanı olan ünlü Genji Masalı ve ilk kadın yazarlardan biri olan Sei Shonagon'un Yastık Kitabı gibi kurgusal eserler yazılmıştır. Şiir de etkileyici bir büyüme yaşadı. Waka olarak bilinen Japon şiirleri bu dönemde gelişti, çünkü şair olmak aydınlanmış ve dingin bir ruhun işaretiydi. Fujiwara no Teika, Murasaki Shikibu ve Saigyo ünlü şairler arasındadır.

Bu dönemdeki edebi yaratımların önemini tam olarak kavramak için, Japonya'nın şu anki ulusal marşı olan "Kimi Ga Yo", Heian döneminin başlarında, yaklaşık 800 yılında yazılmıştır.

Japonya'da Budizm

Japonya'daki Nara döneminde, Çin gelenekleri gözden düşüp Tang hanedanının sarayı çöküşe geçmiş sayılırken, Çin'den ithal edilen Budizm aynı düşüşü yaşamadı. Takımadalarda kök salmış olan Budist din adamları Japon gerçekliğine hızlı bir adaptasyon sürecine girdiler. Nara imparator ve imparatoriçelerine sıkı sıkıya bağlı olmalarına rağmen, bu adaptasyon bazı zorluklara yol açmadan gerçekleşmedi.

Nara döneminin başlarında Budizm önemli bir önem kazandı. Büyük bir manastır kompleksi olan Todaiji tapınağı, merkezinde Daibutsu olarak bilinen ve yüksekliği 16 metreyi aşan devasa bir bronz Buda heykeli ile birlikte inşa edildi. Güneş Tanrıçası Amaterasu'nun temsiline benzetilen bu heykel, kıtadan gelen Budizm ile Japonya'ya özgü eski Şinto geleneklerini sentezlemiştir. Nara'da hala görülebilen heykel, hem Japon hem de yabancı turistler için son derece saygın bir anıt olmaya devam etmektedir. Kokubunji adı verilen taşra tapınakları, Budizm'in etkisini Şinto'nun hala güçlü köklere sahip olduğu kırsal bölgelere yaymak için kurulmuştur.

Takımadaların en eski manastırları da bu döneme aittir; örneğin Hiei Dağı'ndaki büyük manastır, imparatorla yakından ilişkili olan ve doktrinini Lotus Sutra'ya dayandıran Tendai Budist mezhebi tarafından inşa edilmiştir. Budist dünyasından kültürel başarılar ve sanatsal eserler Japonya'ya ulaşmış, özellikle de Orta Asya'nın İpek Yolu üzerindeki ilk kervansaraylarına kadar uzanan kutsal metinleri arşivleyen Shoso-in tapınağı. Dini sanatın gelişimi Budizm'in Japonya'daki etkisinde önemli bir rol oynamış ve ipek resimleri, Budist heykelleri, tapınak süslemeleri (mandalalar), heykel ve kaligrafiyi kapsamıştır.

Budizm: Devlet Dini? Hayır ama…

Japonya'da Heian döneminde Budizm devlet dini olmaktan çıkmış ama imparatorluk ailesinin gücünü ve nüfuzunu korumasının ve genişletmesinin bir aracı olmaya devam etmiştir. İmparatoriçe Kôken (749-758) hükümdarlığı sırasında çok sayıda Budist rahibi saraya davet etmiştir. İmparatoriçe 758'de tahttan çekildikten sonra bile din adamlarıyla, özellikle de Dokyô adlı bir rahiple güçlü bağlarını sürdürdü. Kuzeni Fujiwara'lı Nakamaro kendisine karşı ayaklandığında, onu yenmeyi başardı ve ardından hüküm süren imparatoru tahttan indirerek İmparatoriçe Shotoku (764-770) olarak tahta çıktı.Bu eylemler sarayda şok etkisi yarattı ve kadınların veraset hattından dışlanmasına yol açtı.

İmparatoriçe zaferine şükran duyarak yaklaşık bir milyon ahşap tılsım imal ettirdiğinden, din adamlarının bu olaydaki rolü açıkça görülmektedir.

Daha sonraki Heian döneminde Tendai ve Kukai Budist mezhepleri, Tendai'nin sadık bir takipçisi olan İmparator Kammu da dahil olmak üzere pek çok aristokrattan destek görmüştür. Her iki mezhep de din adamları ile devlet arasında bağlantı kurmayı amaçlıyor, dini davranışlarının siyasi kararları etkilemeyi gerektirdiğine inanıyordu. Bu dönemde din adamlarının toprak varlıklarının önemi arttı. Dini statüleri nedeniyle vergi muafiyetlerinden yararlanan manastırlar, imparatorluk yönetiminin mali istikrarını tehdit eden önemli mali kayıplara da neden oldu.

Modern Japon yazısının gelişimi ve Budizm'in etkisiyle karakterize edilen Nara dönemi ve erken Heian döneminde kültürel bir patlama yaşanırken, imparatorluk gücünün en parlak dönemi olarak görünen dönemde çatlaklar ortaya çıkmaya başladı. Bu çatlaklar Heian dönemi boyunca devam etmiş ve nihayetinde İmparatorluğun çöküşüne ve şogunluğun yükselişine yol açmıştır.

Nara döneminden Heian dönemine geçiş, görünüşte göze çarpmasa da önemli sonuçlar doğurmuştur. 794 yılında başkent bir kez daha, bu sefer Nara'dan Kyoto'ya (o zamanlar Heian-kyô olarak biliniyordu) taşındı. Daha büyük ölçekte ama Nara ile aynı planı izleyerek inşa edilen Kyoto, imparatorluk döneminin gelişmesinin anıtsal bir sembolü olarak duruyordu.

İmparator Kammu, imparatorluk gücünün merkezini güçlendirmek için denize daha iyi erişimi, bir nehir yolu ve en önemlisi doğu eyaletlerine yakınlığını göz önünde bulundurarak Kyoto'yu seçti. Kammu, hükümet merkezini burada kurarak, imparatorluk hakimiyetini takımadalar boyunca genişletecek güçlü bir güç merkezi haline getirmeyi amaçlıyordu. Honshu'nun kuzeydoğu kesimindeki askeri zaferler başarıya doğru atılan ilk adımı işaret ediyordu, ancak imparatorluk otoritesinin gerilemesinin tohumları çoktan atılmıştı.

Fujiwara Naipliği

İmparatorluğu güçlü bir iktidara doğru götürüyor gibi görünen İmparator Kammu 806 yılında öldü ve ardında güçlü bir taht ama tartışmalı bir veraset bıraktı. Tam olarak aynı dönemde, büyük soylu aileler altıncı yüzyıldaki reformlarla kaybettikleri güçlerini yeniden kazanmaya başladılar. Bu reformlardan sonra kendi topraklarına sahip olan çiftçiler ve bağımsız köylüler, mülklerini bu ailelere satmayı daha avantajlı buldular. Daha sonra bu topraklarda hasadın bir kısmı karşılığında ortakçı olarak çalışacaklardı. Bu eğilimin sonucu olarak soyluların kontrol ettiği toprakların kapsamı hızla genişledi. Bu topraklar, bir malikane ya da şato tarafından denetlenen büyük parseller olan "shōen"leri oluşturuyordu.

Bu durum, köylülerin topraklarına bağlı serfler olmaması dışında, Avrupa'daki mevcut feodal sistemi anımsatıyordu. Dahası, köylüler mirasları ve vergi toplamaları üzerindeki kontrollerden kaçamazken, büyük soylu aileler vergilerinde önemli indirimler elde edebilecek kadar siyasi güce sahipti. Benzer bir durum manastır kurumları için de geçerliydi. Manastırlar da shōen oluşturmaya başladı ve ülke ekonomisinde önemli bir faktör haline geldi.

İmparatorluğun mali kaynakları azaldıkça, imparatorlar yönetim üzerindeki mutlak kontrollerini yavaş yavaş kaybettiler. Japonya'nın en güçlü soylu ailelerinden biri olan ve ülkenin kuzeyinde geniş ekilebilir alanlara sahip olan Fujiwara ailesi, özellikle imparatorluk ailesiyle yaptığı evlilikler yoluyla giderek iktidar merkezine yaklaştı. Dokuzuncu yüzyıl boyunca Fujiwara'lar İmparatorluk Kabinesi'nde başı çekmiş ve içlerinden birkaçı naiplik rolünü üstlenmiştir. İmparatorluğun işlerinin yönetimi yavaş yavaş toprak varlıklarını da yöneten aile yönetiminin kontrolü altına girdi. Fujiwara ailesi her düzeyde imparatorluk yetkililerini geride bıraktı.

Diğer klanlar Fujiwara kadar kapsamlı bir idari mekanizmaya sahip olmasalar da, yine de kendi yönetimlerini geliştirdiler. Feodal sistemin temelleri çoktan atılmıştı.

Askeri Sınıfın Yükselişi

İmparatorluğun mali durumu çöktükçe, büyük bir imparatorluk ordusunun idamesi giderek daha sorunlu hale geldi. Yavaş yavaş, askeri işlerin yönetimi imparatorluk yönetiminden çok soylu ailelerin sorumluluğu haline geldi. Aslında shoën, silahlı kuvvetlerin geliştirilmesinin hem nedeni hem de aracıydı: Diğer görevlerinin yanı sıra akıncılara ve Emishi'nin (kuzey Japonya'daki kabileler) akınlarına karşı savunma yapan birliklerin ödeme ve iaşesini sağladılar. İster soylu ailelerin ister dini tarikatların komutası altında olsun, özel milisler yeni bir sosyal sınıfın ortaya çıkışına işaret ediyordu: Daha sonra samuray (hizmet edenler) olarak bilinen savaşçılar (bushi).

Daha geniş toprakları kontrol eden büyük aileler aynı zamanda en kalabalık ordulara sahiptiler ve sonuç olarak imparatorluk sarayından askeri unvanlar ve buna bağlı prestij kazandılar. Özellikle Taira, Fujiwara ve Minamoto gibi klanlar askeri arenada ön plana çıktı. Her klanın diğerlerine karşı temkinli olduğu, ancak hiçbirinin açık bir çatışma için inisiyatif almadığı gergin bir durum gelişti. Sonunda denge İmparator Go-Sanjô (1068-1073) tarafından bozuldu.

Seleflerinin birçoğunun aksine, İmparator Go-Sanjô Fujiwara'nın gücünü azaltmayı başardı. Resmi bir tapu sicili oluşturdu ve Fujiwara topraklarının önemli bir kısmı küçük toprak sahiplerinden alındıktan sonra yetkililere düzgün bir şekilde kaydedilmediğinden, Fujiwara klanı topraklarının ve gelirlerinin önemli bir kısmını kaybetti.

Taira ve Minamoto tarafından desteklenen Hôgen İsyanı (1156), Fujiwara'yı hakim konumundan daha da uzaklaştırarak kuzeydeki kalelerine çekilmeye zorladı. Onlar resmi pozisyonlarını korurken, İmparator tahttan çekilen imparatorlardan oluşan bir imparatorluk konseyi kurarak yönetimin kontrolünü yeniden ele geçirdi. Klan içindeki bölünmeler düşüşünü hızlandırdı. İlk kez bir savaş büyük bir klanın gücüne son vermişti.

Genpei Savaşı, 1180–1185

Minamoto no Yoritomo, Fujiwara no Takanobu'nun 1179 tarihli bir asma parşömeninden.
Minamoto no Yoritomo, Fujiwara no Takanobu'nun 1179 tarihli bir asma parşömeninden.

Arka plana itilen Fujiwara'nın düşüşünden kısa bir süre sonra, Japonya'nın ilk gerçek iç savaşı olan Genpei Savaşı sırasında askeri gücün siyasi arenadaki ağırlığı bir kez daha güçlü bir şekilde hissedilecekti. Bu çatışma 1180'de başlayarak rakipler Taira ve Minamoto'yu karşı karşıya getirdi. Önemli bir çatışmanın öncüleri önceki on yıllarda zaten mevcuttu. 1160 yılında Heiji İsyanı sırasında Minamotolar ilk kez Taira'nın İmparatorluk Sarayı üzerindeki kontrolüne karşı ayaklandılar ve kısa sürede yenildiler.

O dönemde Taira klanı, tarihte kalıcı bir iz bırakan bir liderin yönetiminde imparatorluk siyasetine hakim oldu: Taira no Kiyomori. Klanın lideri olarak, Song Çin'i ile imparatorluk başkenti Kyoto arasındaki ana ticaret yolu olan bugünkü Kobe çevresindeki bölgenin kontrolünü cesurca ele geçirdi. Bu hamle ailesine hatırı sayılır bir zenginlik ve nüfuz kazandırdı. Daijo Daijin (hükümetin başbakanı, imparatordan sonra ikinci yetkili) ve imparatorluğun yöneticisi olarak atanan Kiyomori, imparatorların (Nijo, Rokujo, Takaku, vs.) kaderini etkili bir şekilde etkileyerek ve hatta belirleyerek ülkenin fiili lideri haline geldi.

Bunu yaparken Taira, güçlerini kıskanan Saray'ın önemli bir kısmının nefretine maruz kaldı. Eski İmparator Gosanjo'nun kardeşi Prens Mochihito, Minamoto klanının desteğiyle Taira egemenliğini yıkmak amacıyla savaşı başlattı. Mochihito'nun silahlanma çağrısına yanıt olarak Taira, başkenti kendi bölgelerinin kalbindeki Fukuhara'ya (Kobe) taşıdı.

Her iki klanın orduları 1180 yazında bir araya geldi ve ilk çatışma Minamoto için bir felaket olan Uji Muharebesi'nde meydana geldi. Prens Mochihito ve Minamoto klanının lideri Minamoto no Yorimosa, Hiei Dağı manastırlarından gelen savaşçı keşişlerin yardımına rağmen öldürüldü. Taira kuvvetleri daha sonra bu manastırları kuşattı ve önemli bir kısmını yok etti.

Minamotolar 14 Eylül 1180'de Ishibashiyama'da ikinci bir yenilgiye uğradıktan sonra Japon Denizi kıyısındaki Kamakura'daki kalelerine çekildiler. Ertesi yılın Şubat ayında Taira no Kiyomori öldü ve yerini küçük oğluna bıraktı. 1181 baharından itibaren, birkaç yüz kilometre uzakta bulunan ve kötü hasat nedeniyle ikmal sorunları yaşayan her iki kamp da çatışmaya girmeyi reddettiğinden savaş durgunlaştı.

 Ichi-no-Tani Muharebesi
Ichi-no-Tani Muharebesi.

Nihayet, iki yıl süren çıkmazın ardından, birlikler 1183 baharında yeniden harekete geçti. Taira, Kurikara'da Minamoto tarafından kötü hazırlanmış ve iyi eğitilmemiş askerlerle tamamen ezildi. Taira yavaş yavaş Kyoto'da sıkışıp kaldı ve Batı Honshu ve Shikoku'daki topraklarına kaçmak zorunda kaldı. Minamoto klanı içinde Yoshinaka ve kardeşi Yoshitsune arasında liderlik için yaşanan iç çatışmalara rağmen, Taira 1183'teki felaketlerden asla kurtulamadı.

Ichi no Tani ve Dan no Ura kuşatmalarının ardından, İç Deniz'deki Shimonoseki Deniz Muharebesi'nde nihai olarak yenildiler. Taira klanı tamamen yok edildi ve Kamakura Şogunluğu kuruldu. Minamoto klanının lideri Japonya'nın askeri lideri olan Shogun unvanını aldı. Bu savaştan sonra Şogunlar yaklaşık beş yüzyıl boyunca imparatorları sembolik rollere indirgeyerek etkin gücü ellerinde tutacaklardı. Japonya feodal dönemine girdi ve samuraylar egemen sınıf haline geldi.

Dan-no-ura Muharebesi.
Dan-no-ura Muharebesi.

1185 yılı geldiğinde Taira klanı yenilgiye uğratıldı ve Minamoto klanı artık takımadaların en güçlüsü oldu. Taira klanının bir zamanlar hakim olan gücü ve devlet işleri üzerindeki kontrolü artık sadece anılarda kalmıştır. Yine de bu çatışma, askeri gücün imparatorluk otoritesi üzerindeki hakimiyetini göstermiştir. Uzun zamandır sadece iktidarın hizmetkârları olarak görülen samuraylar, giderek daha önemli bir rol oynayan bir tür savaşçı kastı oluşturmaya başladılar. Minamoto zaferinden kısa bir süre sonra alınan bir imparatorluk kararı – Minamoto no Yoritomo'ya Seii Tai Shogun unvanının verilmesi ve hükümetin kontrolünün ona verilmesi – bu gerçeği pekiştirdi.

Samurayların Ortaya Çıkışı: Kamakura Dönemi (1185-1333)

Kamakura dönemi 1185 yılında, yüzyıllar sonra ilk şogun olan Minamoto no Yoritomo'nun bakufu hükümetinin (askeri şeflerin gücü elinde bulundurmasına atfen çadır hükümeti) merkezini günümüz Tokyo'sundan yaklaşık 50 kilometre uzaklıktaki Kamakura'da kurmasıyla başladı. Her yeni rejimde olduğu gibi Yoritomo'nun ilk önceliği iktidarını sağlamlaştırmaktı. Devletin yönetimi için gerekli olan üç bakanlık kurdu. Bunlardan ilki maliye ve idare ile ilgiliydi. İkincisi barış zamanlarında adalet dağıtıyor ve savaş zamanlarında şogunun vasallarından asker toplanmasını organize ediyordu. İkincisi ise şogunun kararlarının uygulanmasını sağlıyordu.

Kamakura şogunluğunun diğer bir güç kaynağı da kontrolü altındaki topraklardan geliyordu. Taira'nın yenilgisinden sonra, orta ve batı Japonya'daki toprakların çoğu müsadere yoluyla Minamoto'nun kontrolü altına girdi. Minamotolar daha sonra bu toprakları kendilerine vassal olacak kişiler arasında dağıtarak sadakatlerini güvence altına aldı. Bu, feodal sistemin ve toprak sahipleri ile onların sadakat yemini etmiş ve efendileri için savaşan vasallarından oluşan samuray kastının doğuşuydu.

Yoritomo bu yeni sistemi kurarken, kendisini bu değişikliklere direnenlere karşı savaşırken buldu. Kuzey Japonya'daki toprakların çoğuna sahip olan Fujiwara klanı geleneksel değerlere derinden bağlıydı. Minamotoları imparatorluk gücünü tehlikeye atan yeni yetmeler olarak görüyorlardı. Dahası, Fujiwara'lar rakip olarak gördükleri kişilere hesap vermeyi reddediyordu. Sonunda durum bir öncekinden çok daha hızlı bir şekilde yeni bir iç savaşa dönüştü. 1189'da Fujiwara no Yasuhira'nın yenilgisi ve Fujiwara'nın bir daha asla toparlanamayacak olan iktidarının sona ermesiyle sonuçlandı.

Hōjō döneminin Odawara Kalesi.
Hōjō döneminin Odawara Kalesi. Görsel: Wikimedia.

Yoritomo on yıl sonra, 1199'da öldüğünde, Japonya'nın siyasi manzarası tanınmaz haldeydi. Eski imparatorluk sarayı Kyoto'da kalırken, yeni Minamoto vasal toprak sahibi aileler Kamakura sarayında yeniden toplanmıştı. Japonya'da ilk kez iki gerçek güç merkezi vardı. Ancak Yoritomo'nun ölümü Minamotolar için de sonun başlangıcı oldu.

Taira'ya karşı savaş sırasında zaten kendini göstermiş olan iç anlaşmazlık intikam duygusuyla yeniden başladı. Oğlu Yoriie onun yerine klanın başına geçti ama Minamoto'nun şogunluk üzerindeki hakimiyetini sürdüremeyeceğini kanıtladı. 13. yüzyılın ilk yıllarında, savaşçı bir klan olan Hōjō, Naiplik (Shikken) makamını ele geçirdi ve normalde onursal olan ancak Minamoto şogununun ayrıcalıklarını elinden almak için kullandıkları Tokuso ve Renshô makamlarını yarattı. Hōjō'lar fiilen şogunal gücün yeni efendileriydi.

Şogun pozisyonu imparatorluk gücünü savunanların onuruna yaratılmış olsa da, şogun giderek imparatorun gücüne saldırmaya başlamıştı. 1221 yılında İmparator Gô-Toba ikinci Hōjō naibi Yoshitoki'yi kanun kaçağı ilan etti ve şogunluğa karşı savaş açtı. Hōjō klanı ve müttefikleri bir aydan kısa bir süre içinde imparatorluk güçlerini ezerek Gô-Toba ve oğullarını sürgüne gönderdi. Jokyû Olayı olarak bilinen bu isyan imparatorluk iktidarının sonunu getirdi ve imparator sembolik bir role indirgendi.

Hōjō kralları 1225 yılında, diğer lordların yasama ve yargı yetkisini paylaştığı yeni bir siyasi yapı olan Devlet Konseyi'ni kurdu. Bu güç paylaşımı shogun ve naibin önemini hiçbir şekilde azaltmadı ve diğer klanlara güçten pay alma fırsatı vererek darbe riskini azalttı. 1232 yılında yeni bir hukuk kodu oluşturuldu. O zamana kadar yürürlükte olan ve tamamen Konfüçyüs'ün teorilerine dayanan kuralların aksine, Goseibai Shikimoku adlı bu kanun, suçlara göre yasaların ve kesin cezaların oluşturulmasına odaklanıyordu ve herhangi bir felsefi kapsamdan yoksun olmakla birlikte çok daha net ve kullanımı daha pratikti.

Hōjō naipleri yaklaşık elli yıl boyunca mutlak otoriteyi sürdürdü. Ta ki 1274'te Japonya'nın ilk Moğol istilasına uğramasına kadar… 1268 yılında Kubilay Han yönetimindeki Moğollar Yuan hanedanlığını kurarak Çin'i yönetmeye başladı. Kubilay Han, vasal devletleri arasına Japonya'yı da dahil etmek istiyordu ve bu nedenle Japonya'nın teslim olmasını ve haraç ödemesini talep eden bir ültimatom yayınladı. Hōjō naipleri ültimatomu derhal reddettiler. 1274'te yaklaşık 23.000 Moğol, Çinli ve Koreli, daha önce Japonya'da hiç görülmemiş el bombalarıyla silahlanmış 600 gemilik bir filoyla Kyushu'nun kuzey kesimine geldi.

Samuraylar, Moğol subaylarının kullandığı grup düzenine alışkın olmadıkları için hızla mevzi kaybettiler. Ancak bir tayfun, karaya çıktıktan bir gün sonra Moğol filosunu yerle bir etti. Kubilay Han 1281'de ikinci bir istila başlattı, ancak filo görünüşte başarılı bir çıkarma ve Kyushu'da birkaç hafta süren savaşın ardından bir tayfun tarafından bir kez daha yok edildi. Japon Şinto rahipleri bu tayfunlara kamikaze, yani Japonya'yı yabancı istilacılara karşı savunmak için gelen ilahi rüzgarlar adını vermiştir.

Ancak Kubilay'ın yenilgisinin tek nedeni muhtemelen tayfunlar değildi. Bölgede bulunan gemi kalıntıları birçok kusur göstermektedir. Moğol boyunduruğundan kurtulmayı uman Çinli ve Koreli gemi yapımcılarının, bırakın fırtınaları, açık denizlere bile değil, nehir seyrine uygun gemiler inşa ettikleri düşünülmektedir. Sonuç olarak, daha uygun gövdelere sahip gemilerin direnebileceği birçok gemi batmıştır.

Bu istilalar takımadaları zarar görmeden bırakmamıştı. Asker toplamanın ve savunmaya hazırlanmanın mali maliyeti yeni vergilere yol açmış ve Hōjō hükümdarlığı giderek daha az popüler olmaya başlamıştı. Daha da kötüsü, hayatta kalmak için haydutluğa başvuran efendisiz samuraylar olan ronin çeteleri ülkenin dört bir yanını kasıp kavurmaya başlamıştı. En kötüsünden kaçınmak için Hōjō ikinci bir saray kurarak imparatorluk gücünü daha da zayıflattı. İmparatorluk ailesinin iki farklı kolundan gelen Kuzey ve Güney Mahkemelerinin dönüşümlü olarak hüküm sürmesi ve böylece imparatorun kalan etkisini daha da azaltması gerekiyordu.

Bu çözüm birkaç on yıl boyunca işe yaradıysa da, 1331'de Güney Sarayından İmparator Go-Daigo, Hōjō naiplerinden ve şogunluktan kurtulma niyetiyle tahta çıktı. Hōjō, imparatora sadık güçlerle çatıştı ancak Takauji liderliğindeki Ashikaga ailesinin ihaneti karşısında yenildi ve bu da şogunluk güçlerinin dağılmasına ve ardından bozguna uğramasına yol açtı. 1333 yılında İmparator Go-Daigo, Kemmu Restorasyonu olarak bilinen kısa bir dönem için imparatorluk gücünü yeniden tesis etti.

Kenmu Restorasyonu (1333–1336)

Go-Daigo'nun ana hedefi olan kontrolü şogunluktan geri almak ve ordunun müdahalesi olmadan Kamakura'yı etkin bir şekilde yönetmek, ayaklanmasının başarısı sayesinde artık mümkündü. Ancak Kemmu Restorasyonu, öncelikle imparatorun yaptığı stratejik bir hata nedeniyle kısa ömürlü oldu. Samuray sınıfının önemli bir kısmının ve sözde "sadık" askeri klan ve ailelerin desteğine sahip olduğuna inanıyordu. Gerçekte, bu sadık samuraylar ve klanlar isyana imparatoru desteklemek için değil, Hōjō egemenliğine son vermek için katılmışlardı. Sonuç olarak, imparatorun gerçek lider olarak yeniden göreve gelmesinden sonra Go-Daigo müttefiklerini ödüllendirmeyi ihmal ederek onların bağlılıklarını üstlendi. Samuraylara tazminat ödemeyerek onların desteğini kaybetti ve ülkede yeni karışıklıklara yol açtı.

Aynı zamanda, savaşçı sınıfın çoğunluğu nankörlük olarak algıladıkları bu durumdan hoşnutsuzdur ve büyük askeri aileler imparatorun sivil egemen bir iktidar kurma girişimlerinden endişe duymaktadır. Özellikle imparatorun soyundan gelen Prens Morinaga ile Ashikaga klanının lideri Takauji arasında, her biri kendi yandaşlarını stratejik konumlara yerleştirmek için yarışan şiddetli siyasi çatışmalar başlar. Takauji yavaş yavaş kendini samurayların lideri ve temsilcisi olarak öne çıkarmayı başarır. Sonunda, Morinaga'yı 1335 yılında Kamakura'da vatana ihanet suçlamasıyla hapse attırır.

O yıl, beklenmedik bir olay Takauji'ye ihtiyaç duyduğu fırsatı sağladı. Hōjō naipliğinden kurtulan Tokiyuki isyan etti ve Kamakura'nın kontrolünü geçici olarak yeniden ele geçirdi. Ashikaga'nın atadığı vali ayrılmadan önce Morinaga'nın idamını emrederek suçu Hōjō'nun üzerine attı. Takauji daha sonra imparatordan isyanı bastırmak için kendisine şogun unvanı vermesini istedi. Go-Daigo'nun karşı çıkmasına rağmen Takauji Kyoto'dan Kamakura'ya gitti ve Hōjō isyanına son verdi. İmparator ona geri dönmesini emrettiğinde, Takauji ve Ashikaga'nın imparatorun otoritesini reddettiğinin sinyalini vererek reddetti ve Kamakura bölgesinin ayrılmasına yol açtı.

Ashikaga'yı yenmek için hızla bir imparatorluk ordusu toplanırken, ikinci bir ordu da savunmaya yardım etmek için Kamakura'ya doğru yürüdü. 17 Kasım 1335'te Takauji'nin kardeşi ülkenin dört bir yanına mesajlar göndererek tüm samurayları imparatorun zulmüne karşı Ashikaga'yı savunmaya çağırdı. Eş zamanlı olarak imparatorluk sarayı da samurayları Ashikaga isyancılarını yenmeye yardım etmeye çağırdı.

Gerçek savaş başladığında, samurayların çoğu Takauji Ashikaga'nın çıkarlarını savunmak için ihtiyaç duydukları lider olduğuna ikna olmuştu. Önemli bir sayısal üstünlüğe sahip olan Ashikaga kuvvetleri imparatorluk ordularını yendi ve 25 Şubat 1336'da Takauji Kyoto'ya girerek Kemmu Restorasyonuna son verdi.

Muromachi Dönemi (1337–1573)

Bir yıldan fazla süren tartışmalar ve anlaşmazlıkların ardından Takauji Ashikaga nihayet 1337 yılında Şogun olarak atandı. Ashikaga şogunları 1573 yılına kadar yaklaşık 250 yıl boyunca hükümdarlıklarını sürdürdüler. Bu dönem, şogunların sarayının bulunduğu bölgeye atfen Muromachi olarak adlandırılmıştır. Saray 1378 yılında üçüncü Aşikaga şogunu tarafından tekrar Kyoto'ya taşınmıştır.

Bu coğrafi yakınlık imparatorluk sarayı üzerinde çok daha sıkı bir kontrol sağlamayı amaçlıyordu. Kamakura şogunluğu imparatorluk gücünü hiçbir zaman tam anlamıyla ortadan kaldırmamış olsa da, Aşikaga İmparatorun doğrudan hüküm sürmesi gerektiği fikrini yok edecek kadar ileri gitti ve Şogun pozisyonunu İmparatorluğun düzgün işleyişi için vazgeçilmez hale getirdi.

Kamakura şogunlarının yönetiminde valinin konumu yalnızca şogun adına hareket eden bir ajan konumundaydı. Ancak Muromachi döneminin başlarında, sadece şoguna hesap vererek yönettikleri topraklar üzerinde neredeyse tam kontrol sahibi olan geniş yetkilerle eş anlamlı hale geldi. Daimyo adı verilen bu lordlar, kısa sürede doğrudan şogun sarayından sonra İmparatorluktaki en güçlü siyasi figürler haline geldi.

Ashikaga 1392'de, imparatorluk gücünü daha kolay kontrol etmek için bir başka önlem olarak, ayrılmış İmparatorluk Sarayını Hōjō naipliği altında yeniden birleştirdi. Sonunda, Aşikaga'nın gerilemesine yol açan şey, daimyoların imparatorluk veraseti için belirli adayları doğrudan destekleyebildiği ve genellikle Şogun'un aleyhine olacak şekilde kendi çıkarlarını destekleyen imparatorların tahta çıkmasını kolaylaştırdığı noktaya kadar şogunların yükselişi oldu. Dördüncü Aşikaga şogunundan itibaren şogunların etkisi, prestijleriyle birlikte yavaş yavaş azaldı.

Resmi olarak Aşikagalar 1573'e kadar iktidarda kaldılar, ancak düşüşlerinden çok önce, çürüme belirtileri giderek daha görünür hale geldi. İmparatorluk veraseti konusundaki bir anlaşmazlığın tetiklediği 1467 ve 1477 yılları arasındaki Ônin Savaşı, Japonya'da daha önce bilinmeyen bir kargaşa döneminin başlangıcına işaret ediyordu. Her ailenin ve her klanın sadece kendi çıkarlarını savunduğu bir iç savaş dönemi ülkeyi kaosa sürükledi.

Bu sıkıntılı dönem Sengoku jidai (Sengoku Dönemi), yani savaşan devletler çağı olarak bilinir.

1477: Japonya tam bir kaos içinde. Ônin Savaşı henüz sona ermiştir ama sorunlar dinmemiştir. 1337'den beri Seishi Taishogun unvanıyla İmparator adına ülkeyi yöneten Ashikaga hanedanı, hakimiyetini kaybetmekte ve ülkenin her yerinde onlarca soylu aile ve klan arasında çıkan çatışmaları sona erdirmekte aciz kalmaktadır. Japonya giderek bütünlüğünü kaybederek tarihinin en çalkantılı dönemlerinden birine, savaşan devletler çağı olan Sengoku jidai'ye (eşi benzeri görülmemiş bir kargaşa ve dönüşüm dönemi) sürüklenir.

Nanban Ticareti ve Barut

Bu ayaklanmaların en önemlisi, Portekizli denizcilerin 1543 yılında bir fırtına nedeniyle Japonya'nın güneyindeki Tanegashima adasına gelmeleridir. Etkisi çok derin oldu; Japonlar Avrupa medeniyetleriyle hiç temas kurmamıştı ve başlangıçta alışverişler sınırlıydı. Japonlar Portekizlileri "Güneyli Barbarlar" anlamına gelen "Nanban" olarak adlandırıyordu.

Çin İmparatoru'nun Japon korsanlığına misilleme olarak uyguladığı ambargoyu aşmak için Portekizliler kısa süre içinde Çin mallarını, özellikle de ipeği Japonya'ya ithal etmeye başladılar. Ticaret hızla yoğunlaştı. 1571 yılına gelindiğinde Nagasaki limanı ticari bir ileri karakol olarak hizmet vermeye başladı ve Portekizlilerle ticaretin yoğunluğu hızla arttı. Kısa bir süre sonra, 1578'de, Sumitada klanının daimyo'suna karşı yapılan bir saldırının püskürtülmesinde Portekizlilerin yardımını takiben liman kalıcı olarak Cizvitlere devredildi.

1600 yılında Hollandalılar da Japonya'ya ulaştı. Portekizlilerle olan rekabetleri, Japonya ile ticaret tekeli için şiddetli bir rekabete yol açtı.

Batılıların gelişi Japonya'yı iki büyük değişime maruz bıraktı. Bunlardan ilki teknolojikti. 1543 yılında Japonya'da barutun askeri kullanımı neredeyse hiç yoktu. Bu basit buluş güç dengesini önemli ölçüde değiştirecekti. Birdenbire, Portekiz arquebus'larına erişimi olan klanlar çok daha güçlü komşularına karşı durabilirdi.

Bu silahlara erişim çatışmaları da tetikledi. Portekizlilerin gelişi güneydeki Kyushu adasını şiddetli bir çatışmanın içine sürükledi, ta ki arkebüz kullanımı takımadaların tamamına yayılana kadar. Bunlara Nanbanlarla ilk temasın gerçekleştiği adanın adına atfen "tanegashima" deniyordu. 1560 yılına gelindiğinde arkebüzler savaş meydanlarında yaygın olarak kullanılıyordu.

Batılılar, arkebüzlerin yanı sıra ikinci bir çatışma kaynağını da ortaya çıkardı: Hıristiyan dini. İlk temastan altı yıl sonra Nagasaki'de bir kilise inşa edildi. Cizvit tarikatının koruyucusu Aziz Francis Xavier, Japonların dinini değiştirmeye çalıştı. 30 yıl içinde, Kyushu daimyolarının çoğu da dahil olmak üzere 130.000'den fazla Japon din değiştirdi.

Farklı Japon kastlarını birbirinden ayıran sosyal engellere rağmen, Hristiyanlık en fakirinden soylusuna kadar toplumun tüm katmanlarına yayıldı. Fakat bazı daimyolar Budizm'e meydan okumaktan kaçınıyordu çünkü Nanbanların Budizm'i Japonya'ya sızmak için bir araç olarak kullandığına inanıyorlardı. Bu yüzden Hristiyanlık yanlısı ve Hristiyanlık karşıtı daimyolar arasında çatışmalar çıktı.

Gekokujo: Güçlüler Alçakgönüllüler Tarafından Yenilir

Ülkeyi parçalayan klan savaşları eşi benzeri görülmemiş olaylara sahne oldu. Eski, güçlü ve saygın klanlar, Japon sosyal sistemine göre tebaalarının efendisi olan liderleriyle birlikte, dinamik yeni klanlara ve hırslı liderlere karşı yavaş yavaş zemin kaybediyor. Kurulu düzen iç çekişmelerle parçalanmakta ve barış zamanlarında baskın ailelerin iradesine boyun eğenler şimdi liderliği ele geçirmek için mücadele etmektedir. Bu olgu Gekokujo olarak bilinir ve kabaca "alçakgönüllüler güçlülerin üstesinden gelir" şeklinde tercüme edilir.

Sonuç olarak, savaş sadece klanlar arasında değil, aynı zamanda klanların içinde de meydana gelerek hızla yozlaşır. Klan içindeki çeşitli aileler ve kollar kontrol için yarışır. Kyoto'nun kuzeyinde, Japon Denizi kıyısındaki Echigo bölgesinde, köylüler ve halk Ikko-ikki dini hareketini ("Saf Topraklar" Budist ekolü) takip ederek ayaklanır ve bağımsızlıklarını savunur. Savaşın efendisiz bıraktığı samuraylar olan küçük soylulardan ve rōninlerden destek alırlar.

Iga (Kafatası Vadisi) eyaletinde, köylüler kendilerini feodal beylerin pençesinden kurtarır ve dış saldırganlara karşı savunmak için köylüler, rōninler ve din adamlarından oluşan bir birlik (ikki) kurarlar. Bölge özellikle ninja klanlarıyla ünlüdür.

Özetle, ülkenin rakip gruplara bölünmesini hızlandıran bu olgu, Ashikaga hanedanının çöküşüne yol açan toplumsal durgunluğu sona erdirmek için de eşsiz bir fırsat sunmaktadır.

Japonya'nın Birleşmesi: Oda Nobunaga (1534–1582)

Oda Nobunaga
Oda Nobunaga.

Bu çalkantılı dönemde, Japonya'yı tek bir bayrak altında yeniden birleştirmek için üç hırslı ve yetenekli adam ortaya çıktı. Bunlardan ilki, 1551 yılında Japonya'nın merkezindeki Owari eyaletinde küçük bir klan olan Oda klanının başına geçti. Adı Oda Nobunaga'ydı.

O dönemde Oda klanı, eyaletin valisi Shiba Yoshimune'nin vassalı olarak istikrarsız bir durumdaydı ve birkaç gruba bölünmüştü. Yoshimune'nin ve küçük kardeşlerinden biri olan Oda Nobumitsu'nun desteğiyle Nobunaga, Yoshimune'yi Nobunaga'nın desteğinden mahrum bırakmak için öldüren bir başka kardeş olan Nobutomo'nun muhalefetinin üstesinden gelmeyi başardı. Nobunaga sonunda Kiyosu'daki kardeşinden ve rakibinden kurtuldu, ardından Yoshimune'nin oğlunu kukla olarak kullanarak güçlü bir komşu klan olan Imagawa ile ittifak kurdu. Sekiz yıl süren çatışmaların ve bir başka kardeşin ortadan kaldırılmasının ardından Oda Nobunaga nihayet 1559'da Owari eyaletini kendi liderliği altında birleştirmeyi başardı.

Ertesi yıl, Nobunaga sadece 3.000 kişi toplayabilirken, Kyoto'ya doğru 25.000 kişiyle yürüyen Imagawa'nın akınına karşı savunma yapmak zorunda kaldı. Tüm beklentilere ve danışmanlarının tavsiyelerine rağmen Nobunaga, düşmanlarının arasına kaos tohumları ekmek için saman kuklaları ve ilahi bir fırtınanın örtüsünü kullanarak Imagawa kuvvetlerine saldırdı. Bu, Imagawa generalinin öldürüldüğü Okehazama Muharebesi'ydi. Imagawa kısa sürede konumunu kaybetti ve Nobunaga 1561'de eski vasallarından biri olan Mitsudaira ile ittifak yapma fırsatını yakaladı.

1561 ve 1567 yılları arasında komşu Mino eyaletini ele geçirmeye odaklandı ve Saito klanının vasallarını efendilerinden uzaklaştırarak birkaç ay içinde Saito'yu silip süpüren bir yıldırım seferi başlattı. Bu zaferden sonra kişisel mührünü "Tenka Fubu" olarak değiştirdi: Askeri güçle ulusu birleştirmek.

1568'de Ashikaga ailesinin bir üyesinin isteği üzerine Nobunaga Kyoto'yu fethetmek için yola çıktı, Miyoshi klanını hızla şehirden çıkardı ve Ashikaga Yoshiaki'yi 15. Ashikaga shogunu yaptı. Nobunaga hemen şogunun yetkilerini kısıtlamaya başladı, böylece kendi gücünü artırdı ve daimyoya şogunu bir kukla olarak kullanma niyetinde olduğunu açıkça gösterdi.

Bu cesur hamle Nobunaga'nın rakipleri için çok fazlaydı. Oda'nın eski efendileri Asakura, Asai ve Ikko-ikki önderliğinde Oda klanına karşı ortak bir saldırı başlatarak ağır kayıplar verdirdiler. Sonunda, müttefikleri Tokugawa'nın (eski adıyla Mitsudaira) yardımıyla Oda karşı saldırıya geçerek Anegawa Muharebesi'nde Asai ve Asakura ordularını bozguna uğrattı. Akabinde, o dönemde Hristiyan sempatizanlığıyla bilinen Nobunaga, Budistlerin kendisine karşı ayaklanmasıyla uğraştı. Enryaku-ji tapınağını 1571'de yaktı ve Nagashima kalesini kuşattı. Sonunda, Ikkō-ikki Budistlerine karşı mücadele ona birkaç bin askere ve iki kardeşe mal oldu ve sonunda 1574'te kaleyi ateşe vererek direnişi sona erdirdi.

Bu arada Nobunaga batı kanadında sıkışıp kaldığından, Takeda klanı doğudan saldırma fırsatını yakaladı ve 1573'te Mikatagahara Muharebesi'nde yenilen Tokugawa topraklarını işgal ederek işe başladı. Tokugawa gece baskınları düzenleyerek Takeda'yı yavaşlatmayı başardı ve Takeda Shingen'in ölümünden sonra Takeda geri çekildi. Aynı zamanda Oda, Asai ve Asakura klanlarının fethini tamamladı.

1574'te Nobunaga doğuya döndü ve Tokugawa ile birlikte Takeda klanının topraklarını işgal ederek Nagashino Muharebesi'nde, kısmen sürekli atış için üçlü ateş hattına dizilmiş topçuların yenilikçi kullanımı sayesinde tüm Takeda kuvvetlerini sıfıra indirdi. Takeda bu yenilgiden sonra asla toparlanamadı.

Nobunaga üç yıl boyunca konumunu sağlamlaştırdı ama batıdaki Mori, Igashiyama'daki ayakta kalan Budist kalesinin deniz ablukasını kırdı. 1577'de, Nobunaga'nın teğmeni olan geleceğin Toyotomi Hideyoshi'si Mori klanına saldırmak üzere gönderildi. Uesugi Kenshin liderliğindeki Uesugi klanı, aynı yıl Oda'ya saldırmak için kuzey klanlarını bir araya getirdi ve Tedorigawa'da ezici bir yenilgiyle sonuçlandı. Sadece Kenshin'in ölümü ikinci anti-Oda koalisyonunu sona erdirdi.

1582'de Nobunaga Kyoto da dahil olmak üzere Japonya'nın yarısını kontrol ediyordu. Mori'nin fethi devam etti ve kuzey klanları artık inandırıcı bir direniş gösteremiyordu. Nobunaga, batı cephesine seyahat ederken teğmenlerinden Mitsuhide'nin düzenlediği bir darbenin kurbanı oldu. Mitsuhide'nin birlikleri Nobunaga'nın kaldığı Honno-ji tapınağını kuşatarak Nobunaga'yı ve en büyük oğlunu öldürdü ve veraset konusunda belirsizlik oluştu.

Toyotomi Hideyoshi (1536/37–1598)

Toyotomi_Hideyoshi
Toyotomi Hideyoshi.

Nobunaga'nın ölümünden sonra durum kaotik bir hal aldı. Hashiba Hideyoshi yeniden alevlenen kaosu bastırmak için ortaya çıktı. Nobunaga'nın bu eski teğmeni, ashigaru'nun (köylü sınıfı) oğlu, başlangıçta Nobunaga'ya çok düşük rütbeli bir hizmetçi olan sandal taşıyıcısı olarak hizmet etti.

Okehazama Muharebesi'nde Nobunaga onu fark etti ve keskin zekalı hizmetkarıyla özel olarak ilgilenmeye başladı. 1564'te Hideyoshi, Saito klanından firar edenleri Oda davası için toplamak üzere gönderildi. 1567 yılında, Hideyoshi'nin kalenin inşa edildiği vadiyi su altında bırakma fikri sayesinde Inabayama Muharebesi kazanıldı. 1573'te Nobunaga onu Kuzey Omi'deki bir tımarın daimyosu yaptı ve Hideyoshi Nobunaga'ya sadakatle hizmet etmeye devam ederek 1577 ile 1582 yılları arasında Mori klanına karşı bir savaşa liderlik etti.

Mitsuhide'nin ihaneti nedeniyle Nobunaga'nın öldüğünü öğrenen Hideyoshi, derhal Mori ile bir barış anlaşması müzakere etti ve kuvvetlerini Yamazaki Muharebesi'nde hainlere karşı çevirdi. Efendisinin intikamını aldıktan sonra, Kiyosu toplantısında Nobunaga'nın verasetini düzenleme zamanı gelmişti. En büyük oğlu öldüğünden, birkaç aday veliahtlık için yarıştı: Oda Nobutaka, Oda Nobukatsu ve Oda Hidenobu. Hideyoshi, üç Oda klanı danışmanından ikisinin yardımıyla ikincisini desteklemeyi seçti. İki hızlı zaferle Nobutaka'nın savunucusu Shibata Katsuie'yi ortadan kaldırdı ve Nobukatsu'yu savunan Tokugawa ile bir statüko oluşturdu.

Hideyoshi, Oda klanının başına kendi adayını getirdikten sonra hakimiyetini güçlendirmeye başladı ve 1583 yılında kendi kalesi olan Osaka Kalesi'nin inşasına başladı. Bu nispeten sakin dönemde, Fujiwara'nın naip ailesi tarafından resmen kabul edilerek Kampaku ("naip") unvanını ve Toyotomi adını aldı.

Hideyoshi, hakim konumundan yararlanarak Güney Honshu'nun kontrolünü ele geçirip Chosokabe klanının Şikoku'daki hakimiyetini devirerek Güney'in fethini başlattı. 1587'de Kyushu'ya indi ve Hristiyanlığın yayılmasına şiddetle karşı çıkarak misyonerlerin adaya girişini yasakladı. Yeni birliklerin (veya ikki) kurulmasını önlemek için köylülerin ve halkın silah taşımasını yasakladı ve daha sonra kılıç avı olarak adlandırılacak olan süreci başlattı. Güney'de kontrolü sağladıktan sonra Hideyoshi dikkatini tekrar Doğu'ya çevirdi ve son büyük bağımsız klan olan Hōjō klanını Odawara Muharebesi'nde yendi. Daha sonra Kanto topraklarını Tokugawa Ieyasu'ya teklif etti, Tokugawa da kabul etti. Hideyoshi birleşik Japonya'nın efendisi oldu.

Ne yazık ki hırsları bununla da kalmadı. Ülke artık kendi kontrolü altında olduğuna göre, önce Kore'nin (o zamanlar Joseon) kontrolünü sağlayarak Ming Çin'ini işgal etmeyi düşündü. Çin İmparatoru'nun vasalları olan Koreli valiler önerilen serbest geçiş anlaşmalarını reddedince, Ağustos 1591'den itibaren işgal planları hazırladı.

Nisan 1592'de Japon birlikleri Kore topraklarına ayak bastı, Seul'ü önemli bir güçlükle karşılaşmadan ele geçirdi ve ülkenin stratejik noktalarını ele geçirerek Çin karşılık vermeden önce bu hedefe mümkün olduğunca çabuk ulaşmak için kolları sıvadı. Dört ay içinde, 1593 baharında Mançurya'ya giden bir rotayı açmaya başlamışlardı. Ancak bir Çin ordusu karşı saldırıya geçerek Japonları Seul'e kadar geri püskürttü ve savaş burada tıkandı.

Kore seferinin yarattığı bataklık Hideyoshi'nin dengesini bozdu ve aynı yıl ilk oğlunun doğması yeğeniyle bir veraset tartışmasına yol açarken, Hristiyanlığa yönelik şiddetli baskılar da başka sorunlara neden oldu. Kore'ye 1598'de başlatılan yeni bir sefer başarısızlıkla sonuçlandı ve bir veba salgını ülkeyi kasıp kavurarak 18 Eylül 1598'de Hideyoşi'nin hayatına mal oldu. Japonya bir kez daha bir liderden yoksun kaldı.

Tokugawa Leyasu Dönemi (1543–1616)

Tokugawa Ieyasu'nun portresi
Tokugawa Ieyasu'nun portresi.

Oda'nın uzun süredir müttefiki olan Tokugawa Ieyasu, müttefik olarak değil rakip olarak gördüğü Toyotomi Hideyoshi'ye karşı silahlanmıştı. Tokugawa Ieyasu ve klanı ile Hideyoshi arasındaki bu rekabet, Tokugawa'nın Hideyoshi'nin adayına karşı Nobunaga'nın halefi olarak Oda Nobukatsu'nun yanında yer aldığı 1584 yılından beri devam ediyordu. Sonunda, aralarındaki çatışma bir statüko ve müzakerelerle sonuçlandı ve Ieyasu'nun oğlu Hideyoshi'nin evlatlığı oldu.

Hideyoshi ülkenin geri kalanının kontrolünü ele geçirdikçe durum durgunlaştı, ta ki 1588'de eski Hōjō bölgesi olan Kanto'yu Tokugawa klanına teklif edene kadar. Ieyasu hemen kabul etti ve burada Hideyoshi rakibini kontrol etmediği bir bölgeye naklederek zayıflatmayı umarken, Ieyasu etki alanını genişletmek (5 eyaletten 8 eyalete çıktı) için bir fırsat gördü. Ieyasu, eski Hōjō klanı üyelerinin sadakatini kolayca sağladı ve Edo şehrinde yeni bir alan inşa etmeye koyuldu, zamanını bekliyordu.

Fırsat, 1598'de Hideyoshi'nin kendisini ve diğer dört danışmanı oğlu Hideyori'nin naibi olarak atadıktan sonra ölmesiyle eline geçti. Ieyasu bir yıl boyunca Hideyoshi'nin eski düşmanlarıyla ittifaklar kurdu ve beş naibin en saygın olanı Maeda Toshiie'nin ölümünden sonra Hideyori'nin yaşadığı Osaka Kalesi'ne yürüdü.

Diğer üç naip Ishida Mitsunari liderliğinde ona karşı çıktı. Kısa sürede iki grup oluştu: Hideyoshi'ye sadık olan Batı Ordusu ve Tokugawa klanının müttefikleri olan Doğu Ordusu. Haziran 1600'de Tokugawa, Uesugi klanına karşı kuzeye, ardından Fushimi'ye doğru yürüyen orduya karşı koymak için batıya hareket etti ve kuvvetlerini oğlu Hidetada'nın komutası altında böldü. Ancak bu ikincil kuvvet Tokaido güzergahı boyunca geride kaldı ve Japonya'nın en büyük savaşı sırasında orada bulunamadı.

21 Ekim 1600'de 160.000'den fazla insan Sekigahara ovasında çarpıştı. Savaş şiddetliydi ama Tokugawa sonunda Batı Ordusunun sağ kanadını yarmayı başardı ve sonuçta genel bir bozguna yol açarak tüm rakiplerini bir kerede ortadan kaldırdı ve Japonya'nın kontrolünü ele geçirdi. 24 Nisan 1603'te konumu sağlamlaşıp tartışılmaz hale geldiğinde şogun olarak atandı ve 250 yıldan fazla sürecek olan son Japon şogunluğunun başlangıcını işaret etti.

Kaynak: History of Japan